30 Mart 2008

Küçüğüm



SEZEN AKSU - KÜÇÜĞÜM

Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden bütün hatalarım
Övünmem bu yüzden
Bu yüzden kendimi Özel önemli zannetmem

Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden bütün saçmalamam
Yenilmem bu yüzden
Bu yüzden kendime hala güvensizliğim

Ne kadar az yol almışım
Ne kadar az
Yolun başındaymışım meğer
Elimde yalandan kocaman rengarenk geçici oyuncak zaferler

Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden bütün korkularım
Gururum bu yüzden
Bu yüzden çocuk gibi korunmasızlığım

Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden sonsuz endişem
Savunmam bu yüzden
Bu yüzden bir küçük iz bırakmak için didinmem

Ne kadar az yol almışım
Ne kadar az
Yolun başındaymışım meğer
Elimde yalandan kocaman rengarenk geçici oyuncak zaferler
Küçüğüm
daha çok küçüğüm
..

22 Mart 2008


Ocak ayının ilk haftasında izlemiştim ilk kez bu muhteşem filmi..
No Country For Old ManLüleburgaz gezimde sevgili UfukCry ile birlikte gittiğimiz bir arkadaşı, neredeyse daha kapıdan girer girmez heyecanla Coenlerin yeni filmini izleyip izlemediğimizi sormuş, bizden hayır cevabını duyduğunda ise filmin büyüsünü üzerinden atamadığı her halinden belli olan tavırlarla dakikalarca filmden bahsetmişti..
tamam demiştik biz de..
tamam izleyelim hadi aç filmi :)
ses yalıtımı ile tüm duvarları geçirmez özelliğe bürünmüş küçük bir stüdyo evde, sinemadaki gibi bir ses ile izledik bu karanlık şiddet filmini..

İhtiyarlara Yer Yok..

Aslında daha filmin başlarındaki; karakolda polisin öldürülme sahnesinden belliydi nasıl bir Coen filmi ile karşı karşıya olduğumuz..

Haziran 1980 – Batı Teksas çölleri, kasvetli yapış yapış motel odaları, para uğruna ölen bir sürü erkek ve katıksız bir şiddet..

Nerdeyse hiç müziğin kullanılmadığı, rahatsız edici karanlık bir sessizliğin hakim olduğu ve gerekmedikçe karakterlerin bile konuşmadığı az diyaloglu, beden dilinin neredeyse tüm filmi kucakladığı sert bir şiddet filmi..

Filme şiddet kadar damgasını vuran ise kuşkusuz Bardem in o tuhaf saç stili.. Bu saç fikri aslında Teksaslı Tommy Lee Jones dan çıkmış. Tommy daha çekimler başlamadan önce Coenlere Teksas’taki mekanlarla ilgili 1960’lardaki genelev, bar vb gibi yerlerin fotoğrafların olduğu bir kitap getirmiş. Fotoğraflardaki bazı müşterilerin saç kesimleri böyleymiş..

Kurşuna gerek duymayan bir silahla adete bir yok edici gibi karşımıza çıkan, şiddetin acımadan ve duygudan yoksun doğasını tüm yüz ifadesinde taşıyan Chigurh, uzun boylu soğuk katı vücuduyla ve böyle bir saç kesimiyle aslında tüm ironiyi tek başına anlatıyor gibi..

Yani elinde oksijen tüpü silahıyla ortalarda dolaşıp neredeyse karşısına çıkan herkesi öldüren, her şeyin eksiksiz olarak yapılmasına takıntılı, bir o kadar titiz, bir o kadar heybetli görünüşlü o adam..
ve o saç..
tüm bu görüntüyü ve ifadeyi yıkıyor bir saç modeli..
ironi sadece bir saç modeliyle böylesine güzel işlenebilir mi bir filmde??
Ve belki de bu ironi sanırım izlediğimiz şiddeti biraz daha katlanılır kılıyor..

Benim psikopat yönümü bilenler bilir :)
şiddet filmlerini de suç filmlerini de gerilim filmlerini de fazlasıyla severim..
psikopat tipler de ayrıca ilgi alanıma giriyor :)
Bu filmi diğerlerinden ayıran öyle keskin şeyler var ki.
Mesela bir Testere filmiyle karşılaştırılamayacak denli farklı bir anlatım var şiddet üzerine..

Şiddet övülmüyor her şeyden önce !!
Aksine ölüm saçan, kötülük saçan bir şiddet anlatılıyor..
Ürkütücü !!!
Ürkütücü çünkü Chigurh ın nerden gelip nereye gittiğini bilmiyorsunuz..
Amacı nedir, hayalleri var mıdır, tutkuları, hırsları??
Geçmişinde yaşadığı bişeyler yüzünden mi bugün bu durumdadır??
Kimdir yani kısacası bu katil??
Geçmişiyle geleceğiyle karakteriyle içiyle ilgili hiçbir şey bilmiyoruz.
Bağlandığı bir kadın yok..
Uyuşturucu, ev, para gibi onu tetikleyecek, sürükleyecek hiçbir bağı yok sanki hayatla arasında..

Tek bildiğimiz; öldürmekten, ya da kurbanlarını korkutmaktan özel bir zevk almayan, iyilik ve masumiyet karşısında hiç etkilenmeyen, merhamet ve af gibi kavramlarla hiç alakası olmayan içine sadece ve sadece şiddetin işlediği bir insan o..

onun için sorunları çözmenin tek yolu şiddet..
ve o da öyle yapıyor..
karşına kimin çıktığının ya da konuyla ilgili olup olmamasını hiçbir önemi yok..

Bu filmdeki şerif karakteri de enteresan aslında..
çaresiz şehir dedektiflerinden pek bir farkı yok gibi..

Zaten olaylar en başından beri kontrolsüz şekilde gelişiyordu ve bizim şerifin elinden gözlemlemekten başka bir şey gelmiyordu..
Suçluların peşine düşmektense olay yerlerini sonradan geziyor, gözlemliyor ve olayların psikolojik yönleriyle ilgileniyordu..

Final sahnesine doğru yaklaştıkça aralara giren ve sanki hikaye ile hiçbir alakası yok gibi duran sahneler sanırım filmin tüm hüznünü bir anda gözler önüne seriyor..
şerifin babasıyla konuştuğu sahne.. ve karısına rüyasını anlattığı sahne..

Sahnelerden konu açılmışken fazla diyalog barındırmayan bu filmden sevdiğim bikaç repliği de hemen yazayım:
Eğer pislikten korkarsan, pislik sana da bulaşır..Geleni durduramazsın, onlar yeniyi beklemez, bu kibirdir.Ve şerifin babasına yaptığı müthiş itiraf:
Yaşlandıkça Tanrı’ya daha çok yaklaşacağımı düşünürdüm, oysa tam tersi oldu. Onu suçlamıyorum. Aynı fikirlere sahip değiliz..
Benden bu kadar derken, Mehmet Açar’ın bir yorumu ile bitirmek istiyorum yazımı:
Benim Cici Silahım’da Michael Moore’un çok açık bir biçimde söylediği gibi, ABD’nin şiddete olan hikayesi çok eskilere, ta ilk kurucular dönemine kadar gidiyor. Scorsese’nin New York Çeteleri’nde anlatmaya çalıştığı modern Manhattan’ın gökdelenleri arasına gömülmüş o tarih, bastırıldığı yerden çıkıp Chigurh ya da başka bir şey olup geri dönüyor ABD’nin sokaklarına… Kirli Harry’lerin, Ramboların çözemeyeceği bir mesele bu. Orta sınıf, vicdanlı Amerikalıların elinden de kaygılanmaktan başka bir şey gelmiyor. Bu film biraz bu kaygı ve karamsarlık halinin izdüşümü gibi geliyor bana. ABD’nin 11 Eylül’de dışarıdan değil dolaylı olarak içeriden vurulduğuna inananların çektiği bir film bu. Ülkenin geçmişine gitmeyi ve çözümsüzlüğü daha derinlerde aramayı tercih ediyor. ABD’nin bugünüyle güya daha direkt bir biçimde yüzleşmeyi tercih eden birçok filme göre çok daha anlamlı şeyler söylemeyi başarıyor ve sorunları hala bilek gücüyle çözen Amerikan kahramanlarıyla dolu birçok filmi de ofsaytta bırakmayı başarıyır.”
Evet filmde neredeyse hiç müzik yoktu demiştim ama ben izlerken içimde hep Metallica nın şarkılarını duydum neden bilmiyorum..
aslında tek bir şarkı değil de eski birçok parçasıyla doldu içim..
ama zamanında da en sevdiklerim arasında bulunan turn the page i seçtim şimdi :)

(METALLICA - TURN THE PAGE)

14 Mart 2008

Bergama


Pazar günü sanırım en yorucu fotoğraf çekim gezilerinden birini yaşadım..
evden çıkışım ile eve girişim arasında 22 saat vardı..
ve biz o 22 saat içerisinde Allianoi, Bergama ve Akropolis i gezdik..
ve yollar tabiî ki..

Gece 01'de yola çıktık 34 kişi..
Susurlukta güzel, keyifli, tostlu ayranlı bir molanın ardından yola devam ettik..
sabah 06 sıralarında Allianoi ye ulaştık ilk..


Allianoi yakın bir zamanda tamamen sular altında kalacak..
çünkü Yortanlı Barajı gölet alanının tam ortasında bulunuyor..
bu yüzden daha şimdiden gözden çıkarılmış gibi..
birçok tabela kaldırılmış, kaldırılmayanlardan ise adı karalanmış..
içimizden daha önce gidenler sayesinde yolu kolayca bulabildik..

Allianoi ye giriş artık tamamen yasak..
1998 yılında gölet kazıları sırasında bulununca, basından çok destek görmüş bu tarihi sağlık kenti..
bu yüzden artık içeriye kimse alınmıyor..
içeriye girebilmek için Kültür Bakanlığından, Bergama Müzesinden falan izin almanız gerekiyor..

bildiğimiz kadarıyla yöre halkı da barajın yapılmasını istiyorlar sulama sebebiyle..
bu yüzden daha önce gelen pek çok çevreci örgüt ile sorunlar yaşanmış..
Allianoi için detaylı bilgilere buradan ulaşabilirsiniz..

Biz saat 08.30 sıralarında Allianoi’den Bergama’ya hareket ettik..
Kahvaltımızı yanımızda getirdiğimiz tost, börek, poğaça, simit vs.lerle; kimimiz Bazalika (Kızıl Avlu) ya bakan bir kahvehanede, kimimiz (ben dahil) Bazalika nın avlusunda oturarak yaptık..

Kahvaltı sonrasında da Bazalika’yı gezip görüntüledik..
Burası Hıristiyanlığın ilk 7 kilisesinden biri…

Ve Bazalika dan sonra Bergamanın rengarenk dar sokaklarını, eski rum evlerini gezdik ve bol bol fotoğraf çektik..
insanları sıcak kanlı.. biz hayran hayran evleri incelerken zaman zaman içerden çıkıp bizimle sohbet edenler de oldu..

Öğle civarı yemek de yiyebilmek için kent merkezine indik..
ama bu kadar tarihi ve turistik mekanda bir tek kafe bile bulunmaması, neredeyse tüm dükkanların kapalı olması çok şaşırtıcıydı..
bir büfe önündeki plastik masa ve sandalyede yorgunluk atmak ve biraz uyuklamak için oturma molası verdikten sonra doğru Akropolis’e yöneldik saat 14.30 civarı..






Ve saat 17 ye kadar Akropoliste kalan son enerjilerimizi; tırmanmak, yürümek, gezmek ve fotoğraf çekmek için kullandık..




Dönüş yolunda Susurluk a kadar hepimiz sızmıştık :)
Susurlukta verilen ve akşam yemeği yenilen uzun molada herkes canlandı:)
Susurluk Bursa arasında Yusuf önderliğinde sürekli şarkılar söyleyip zaman zaman oynayarak saat 22.30 gibi şehrimize dönmüştük..

Ben iyi kötü 170 fotoğraf çekmişim..
sanırım yakında bir fotoblog açmak farz oldu bana..
flickr a yeterli zamanı ayıramıyorum çünkü :)
Hem artık blogger da etiketleme olayı falan da geliştiğine göre ciddi ciddi rahatlatacaktır beni fotoğraflarımı arşivlemek için..

Geziyi düzenleyen Sentez Fotoğraf Grubuna ve geziye katılan herkese buradan sevgilerimi gönderirken, eğlenceli yol arkadaşım ve beni de bol bol fotoğraf çeken sevgili Yusuf’a da ayrıca bir teşekkür..
ben daha önce de Sadağı Kanyonu Gezisine katılmıştım Sentez ile, haftaya da SuUçtu gezisi var sanırım.. ne yapıp edip gitmeli ona da ..

Merak edene, yazımda kullandığım en üstteki topluluk fotoğrafı hariç diğerlerinin hepsi tarafımdan çekilmiştir :)

(BEIRUT - SCENIC WORLD)

5 Mart 2008

annem..


50.yaşgününü kutladık bu akşam annemin..

Onun kadar iyi bir anne olamayacağımdan korkardım hep..
olabildim mi şaibeli..
evet ben de iyi bir anneyim.. ama annemi tanısanız neden böyle söylediğimi anlardınız..
tek bildiğim asla onun kadar fedakar olamayacağım..

ben onu üzmemek için hiç ağlamam onun yanında..
bilirim oysa gözyaşlarıma en iyi kucak onunkisidir..
ama sonra onda bıraktığım izler hiç geçmeyecektir bilirim..
bu yüzden üzemem onu..
ama ben ne zaman aslında içimden ağlasam onun yanında, ne zaman ondan saklansam yaşlarımla.. o hisseder.. hisseder ve gelir sarılır bana..
annelik aslında bütününde hissetmek değil mi gerçekten..

herkesin annesi, kendine özeldir.. herkese kendi annesi en güzel gelir..
ama ben nice anneler gördüm, çocuklarını kendi kaprisleri ve hırsları altında ezip hayatlarını mahveden..
çok anne var .. her yer anne.. ama herkes anne değil işte..
annelik çok çok daha zor ve az bulunuyor..

İnsan yıllar geçtikçe daha çok şeyler yapmak istiyor ailesi için..
onların gülümsemesi, onların mutlu olması daha da mutlu ediyor insanı..
ve bazen onları mutlu edebilmek öylesine kolay ki..

Canım annem, çok daha güzel şeyler yapabilmek isterdim senin için inan..
Umarım daha uzun yıllar sıcacık gülüşlerin hep üzerimizde olur..
Seni çok seviyorum Annnemmm
Mutlu yıllar..

(AJDA PEKKAN - AĞLAMA ANNE)

4 Mart 2008

buyrun ben malak..


biçok bilogırın ilgi alanındadır gogıl aramaları ile sitelerimizi ziyaret edenler..
insanlarımız ve gogıla bakış açısı yönünden müthiş bilgiler sunar üstelik bu istatistikler..
çoğu zaman “yuh artık bu kadar da olmaz” diyerek güldüklerimiz, gogıl amcama direkt emir verenler, gogıl ın kelime arama motoru olduğunun farkında olmayıp onu insan yerine koyup soru soranlar, sapıklar.. vs.. en nihayetinde de gogıl ı düzgün kullananlar..
ben kardeşimin tavsiyesiyle 2008 yılının başından beri kelime istatistiklerini 3-4 günde bir kayıt ediyorum bir dosyaya. malum statcounter in ücretsiz üyesiyim. 500 girişte bir siliyor istatistikleri.
ve artık bu kayıtlardan "aylık gogıl aramaları en iyi 10 listesi" yapmaya karar verdim.
bu konuda daha sonra konuşmak üzere derken öncelikle anlatmak istediğim başka bişi var bu gece..
sitemi gogıl sayesinde bulan birinin kısa ama beni kopartan mailini aynen yazıyorum ismini kullanmayarak..
hayır bu kez gogıl kullanıcısı sevgili okurumuzda sorun yok aslında sorun bu kez bizzat gogıl ın kendisinde..


“Öncelikle çok tatlı bir kızınız var maşallah.
Öncelikle garip bir şekilde rasladım bloğunuz a şöyleki LOSTun www.yuzsekiz.com/sri-lanka-video/#comments adresindeki videosunu izlerken malak kelimesine takıldım nasıl bir hayvandı diye googlede aratırken sizin resminiz çıktı (...on gün yatarsan malak gibi tatilde..) cümlenizden dolayı :) yanlış anlamayınnn :)) Okuyalım bakalım derken flickr fotolar daha sonra lost kardeşliğini fark edince enazından bir slm vermek istedim. Kendinize ve kızınıza iyi bakın iyi günler.”

Beni bu maili okuduktan sonra tuttu bir gülme krizi..
kriz tuttu mu bilirsiniz durmak bilmez gülüşler..
aklımdan komik senaryolar da geçince ne diyeyim artık..
düşünsenize.. bu okurla bir gün arkadaş oluyormuşuz, birisi soruyormuş “nasıl tanıştınız”..
sevgili okurdan cevap: “ben gogılda malak arıyordum Onu buldum” oluyormuş :)
malak fotoğrafı ararken buldum
ahahahahahahah

Hemen gogıl görsellere girip yazdım malak..
hakkaten ana sayfada çıkıyorum yahu..
ne diyeceğimi bilemiyorum..
hayır gogıl da bazen çok alakasız tanımlamalarda, kelime kelime algılayınca benim siteyi çıkardığı çok zaman var ama bu hepsinden öte bişey..
yani insanlar malak fotoğrafı ararken benim fotoğrafımı görüyorlar !!!
Gogıla çok kırıldım buradan söylüyorum..
hayır başka hayvan mı yok alla alla..

Bu arada şunu fark ettim arkadaşlar..
ben "malak gibi yatmak" deyimini biliyordum ve kullanırım da ..
malak hayvanını da manda yavrusu diye biliyorum..
ama ben de hakkaten hiç malak fotoğrafı görmediğimi fark ettim..
gogıl gördüğünüz gibi çok başarısız bu konuda..
benim dışımda malak diye çıkardığı fotoğraflarda da yok gibi gerçekten malak :)
ben diyorum ki gogıl a yardım edelim.
Herkes bir malak fotoğrafı bulup koysun sitesine :)
Böylece gogıl ben yerine bol bol malak fotoğrafı bulabilir.
hatta bu konuda bütün komşularımı mimliyorum !!!

ben özellikle malak yiyen aslan fotoğrafı koyuyorum bu yazıma.. burcumun da aslan olduğunu hatırlatarak..
sanırım herkes ne demek istediğimi anladı :)
teşekkürler..
ben şimdi izleyemediğim lost 4.5 i izleyeyim.
Hepinize güzel geceler..

konuyla ilgisi yok ama -sırf adında hayvan kelimesi var diye aklıma geldi- her dinlediğimde bana o muhteşem konseri hatırlatan ve kanımı kaynatan bu muhteşem şarkıyı iliştiriyorum..

(MARILYN MANSON - MECHANICAL ANIMALS)