30 Nisan 2006

kalan bakış..


çıkamadım kendime yollar kapalı..
ne görebiliyorum ne bulabiliyorum..
eskimiş ellerim.. ruhum kabarık..
yaşadıklarım yetmiyor..
kalan bakışlar unuttuklarıma sayılsın..
zulmüne düşüyorum gecelerin..
ah orospu kuytusu hayatın..
acıyor yarası işte içtiğim suların..
yüzümdeki suç mu??
buraya kadar..
terket beni!!

(ROYKSOPP - WHAT ELSE IS THERE)

23 Nisan 2006

kurban..


‘kurban’ ın şiddet arzusunu yatıştırma yönünde bir işlevi var mıdır??

şiddetin akıldışı olduğu söylenir..
oysa şiddet nedensiz değil !!
(…)

şiddet de zaten, başlangıçta hedef aldığı konu ya da nesne menzil dışına çıkıp şiddeti takmaz olduğunda, o nedenleri unutacaktır..

doyurulmamış şiddet her zaman bir yedek kurban arıyor..
sonunda buluyor da..
öfkesini uyandırmış olan yaratığın yerine, birden, zayıf ve el altında olmak dışında öfkelenenin şimşeklerini üstüne çekecek hiçbir özelliği olmayan birini koyuyor..

(ECHO & THE BUNNYMAN - SHOW OF STRENGTH)

17 Nisan 2006

baş..


Başlamak mı, başlamamak mı ?
İşte bütün mesele bu mu gerçekten ?..

Zaten başıma iş alıp baştan çıkarıldım bir kere:
başlamamak ne mümkün !
Kaldı ki asıl baş edilmesi zor olan, “nasıl başlamak” sorusudur..

Her başlangıç; başa çıkamayıp arkasını getirememek,
hatta başından büyük bir işe kalkışmış olma riskini de taşır.
Gelgelelim bence başat sorun bu da değildir.

Asıl ürkütücü, baş döndürücü olan öteki olasılıktır.
Ya baş tacı edilirsem..
Ya bu iş başını alıp giderse..
İşte o zaman ne yaparım ??

Düşünsenize: sonunda başıma buyrukluğumu yitirmek, başımı kaşıyacak vakit bulamamak, başkalaşıma uğrayıp artık bu işten başımı kaldıramamak da var.
Al başına belayı !!

“Kadının başına dert ettiği şeye bak, başı göğe değeceğine, başını taştan taşa vuruyor.. bu kafayla giderse başına taş yağacak..” diye düşünebilirsiniz.
Çağımızın baş egemen değerleri açısından bakarsak haksız da sayılmazsınız..
Devir kendini göstermek, başa güreşmek adına birbirinin başına olmadık çorap örme devri, değil mi?

Gelgelelim, benim gibi başında kavak yelleri esen,
üstelik bu değerlerle arası hiç hoş olmayan,
ayrıca başının dikine gitmeyi seven,
ancak bir yandan da başı önünde biri için,
tüm bunlar hiç kolay değil..

Ben..
Söze başlamaktansa, sözün beni sarıp sarmalamasını ve beni her türlü olası başlangıcın çok ötelerine taşımasını isterdim..

(ALANIS MORISETTE - CRAZY)

13 Nisan 2006

çağrılan dudak..


vurup gidelim buralardan..
tahta bacaklıdır aşk..
sevincin kulübesi kırılgan..

gerçi usta bir marangozdur senin kahkahan..
ben dudaklarımı çağırırım tan yerini karşılamaya..
sen herşeyi boşver.. çıkalım, yağmurun avlusuna..


(NIGEL KENNEDY & THE KROKE BAND - AJDE JANO)

7 Nisan 2006

bana dair..


Yine Ebeledin beni Derin İz :) bir gün ben de ebeleyeceğim seni !!

*En beğendiğiniz huyunuz: Coşkulu oluşum..
*Hiç beğenmediğiniz huyunuz: Sinirlenince gözümün hiç bişeyi görmeyişi
*En beğendiğiniz yeriniz: Gözlerim
*Hiç beğenmediğiniz yeriniz: Memelerim :)
*Çantanızda mutlaka bulunmalı: Telefonum, sigaram, anahtarlarım, not defteri ve kalem, cüzdanım, çukulata
*Çantanızda asla bulunmaz: bulunması gerekenler dışındaki herşey
*Arabanızın markası: yok
*Hayalinizde ki araba: Olmazsa olmazı : çok iyi bir ses sistemi arabada: şöyle böğürtüleri kaldırabilecek kadar iyi. E bir de siyah bir cip olsa ne iyi olur..
*En sevdiğiniz yemek: Deniz ürünlerinin hepsi, salatalar ve cacık
*Hiç sevmediğiniz yemek: Bamya, kereviz, vb..
*En sevdiğiniz hayvan: At ve martı
*En korktuğunuz hayvan: Şimdiye kadar karşılaştığım hayvanlardan Örümcek
*Kullandığınız parfüm: Her zaman Dior ADDICT
*Kullandığınız cilt bakım ürünleri:
Yok ki :) aklıma geldiğinde evde ne varsa onu kullanıyorum. Dove ya da annemin değişmeyen kremi arko.
*Her gün mutlaka yaparsınız:
7.oda ma uğramak ve flickr dan gelen İngilizce yorumları anlamaya çalışarak ardından İngilizce cevaplar yazmaya çalışmak
*Her gün yapmayı ihmal edersiniz: Maillerime bakmak. (şimdi baktım da 121 okunmamış ileti birikmiş posta kutumda)
*Karanlıktan korkar mısınız? Hayır, aksine çok severim.
*Korkutmayı sever misiniz? Hayır, zaten istesem de beceremem ben öyle şeyleri.
*Giyim tarzınız: Spor, spor, spor.. ama toplantı ve resmi görüşmeli günler mecburen değişiyor. yine de resmi kıyafetin içerisinde bir yerden bir aykırılık sokmam lazım..
*Asla giymeyeceğiniz: İnce ve yüksek topuklu ayakkabı ve uzun etek
*Cep telefonunuzun markası: Nokia
*Bilgisayarınızın markası : Toplama:) sevgili “
büyüksün abi” topladı walla..
*Karşı cinste aradığınız özellikler : Birikimli ve tutkulu olsun .. bu iki özellik birden aynı kişide mevcutsa zaten gerisi gelir. he bir de KARANLIK olsun..
*Karşı cinste hoşlandığınız tip : Keskin ve serd bakışları olan.. bön bön aptal gibi bakmayan bir tip ..
*En beğendiğiniz oyuncu: Türklerden Fikret Kuşkan, ecnebilerden Al Pacino..
*Benzetildiğiniz bir oyuncu : Başkalarına sormak lazım kime benzediğimi..
*Film çevirmek istediğiniz bir ünlü : Daha sahte bir gülücük bile atamazken ben.. Benden oyuncu olmaz. Dolayısıyla beğendiğim bir ünlünün karşısında niye rezil olayım ki:)
*Başka bir şey yapmak istediğiniz bir ünlü: Haşmet Babaoğlu yla bir sohbete hayır demezdim..
*Tuttuğunuz takım: Yok
*Hangi dalda bir sporcu olmak isterdiniz: Yüzme
*En büyük hayaliniz: İçi kitapla dolu olan, müziklerini kendimin seçtiği bi kafem olsun.. dekorunu da ben yapayım. İsteyen kitabı seçip kahvesini içerken masasında okusun.. isteyen sadece müziğe bıraksın kendini..
*Gerçekleştirdiğiniz bir hayaliniz: En büyük hayalim kitapkafesi hariç hepsi.
*Asla yapmam dediğiniz bir çılgınlık : Bungee Jumping vb.
*Yapabilirim dediğiniz bir çılgınlık: Kendini Yazmaktan daha büyük bir çılgınlık var mı ki?..

(CREMATORY - TEMPLE OF LOVE)

5 Nisan 2006

kitap mı asker mi ??


Hafta sonu Derin İz in beni ebelemesi sonucu sevdiğim on kitabı yazmıştım. Yazdıktan sonra kendimi kitaplığın başında buldum:)
kitaplara hızlıca göz atarken, -uzun zamandır kitap kapaklarını inceliyorum- yine aklıma aynı sorun geldi: kimlik ve kişilik..

Bu çok uzun bir konu aslında ama..
Kişilik; bir şeyin özü ve ruhudur. Gözle görünmeyen ama tüm faaliyetleri etkileyen özelliklerdir.
Kimlik ise; kişiliğin somutlaşmış, elle tutulur göstergesidir..
Kimlik; üzerinde çalışılmış, tasarlanmış ve işlenmiş kişiliktir..
Zannedildiği gibi kimlik; kişiliğin aynası değil, yeniden çizilmiş resmidir..

Bu bağlamda; konu kitaplar olduğunda, metin için kişilik, kitap için kimlik diyebiliriz..
Kitap kapağı tasarımlarında zaman zaman kimlik kaygılarının ön plana çıkması nedeniyle, metnin kişiliğinin yok sayıldığını görüyorum.

Yayınevi kimliği ve dizi kimliği derken, iletilmesi gereken esas mesaj, yani kitabın içeriği ile ilgili bilgi verilmiyor. Bu büyük bir yanlış bence..
Özellikle bazı yayınevlerinin bütün kitapları birbirine benziyor. Her kapakta farklı bir resim ya da arka kapakta yazarın farklı bir resmi basılmasına rağmen, kurum ve ürün kimliği öğeleri o kadar bastırıyor ki, metne ait bilgi algılanmıyor.
Sanki sadece kimlik ön planda gibi..!!

Yani önce kimlik tasarlanıyor!! Sonra sadece yazılarla resimler değişerek, her şairi, her yazarı bu tasarlanan kimliğin içine yerleştiriyorlar!!


Ben bu tür yayınevlerinin kitaplarını gördüğümde şunu haykırıyorum içimden:
“Ne bunlar yaa, kitap mı, asker mi??
Bütün kitaplara aynı üniformayı giydirmişler..
Kimlik tamam da kişilik n’oluyor??”....

Oysa iyi bir kitap tasarımcısı her iki mesajı da birlikte iletebilmeli değil mi??
Tasarımcı kitap tasarlarken, kimlik standartlarına uymalı tamam.. Ama yazarın ve metnin kişiliğini ezmemeli, düzleştirmemelidir!!

Bir ürün gözüyle bakarsak kitaplara..
Kitaplar birkaç kimliği birden üzerinde taşıyor:
yayınevi kimliği, dizi kimliği, yazar kimliği ve ‘o kitabın’ kimliği.
Bu kimliklerin ana taşıyıcısı konumunda olan ‘kitap kapağı’ üzerindeki ağırlıkları dengelemek zor iş kabul.. Her tasarımcının kapakları tasarlamadan önce kitabı okuyup metni özümsediğini de sanmıyorum zaten!!
Pazarlama stratejilerine göre, kimliklerin kapak üzerindeki kullanım standartları oluşturulur. Kimlikler arasındaki (kişilik değil) farklılığı vurgulamak için ve ilişkileri düzenlemek için renk, yazı karakteri, işaret ve resim gibi unsurlardan yararlanılır. Böylece biz okurlar da, kitabı elimize aldığımızda, kimin yayınladığı, hangi diziye ait olduğu, yazarın ve kitabın ismi gibi bilgileri kolayca algılayabiliriz. Belli bir tür, konu ya da yazar arayışı içindeki okurlar için dizi kimliği önem taşır. Ama özellikle bir kitap aramayan bir okur (potansiyel alıcı) düşünün.. bir kitapevine gittiği zaman, özellikle takip ettiği bir yazar, bir seri yoksa, rastgele bir kitap alacaksa; o an işte kitabın kapağının önemi öyle bir artar ki!!..
çünkü potansiyel bir alıcıyı ilk etkileyecek şeyler sırasıyla:
çarpıcı bir kitap kapağı, kitabın ismi ve arka kapakta yazılanlardır..

Bazen ben de bunu yaparım.. okuduğum psikoloji dizilerinden sıyrılıp rastgele bir kitap almak isterim.. Aklımda özellikle aradığım bir kitap ya da yazar olmaksızın yani.. kendimi kitapevine atar, dakikalarca kitap kapaklarına ve isimlerine bakar, o gün beni çarpan kitap kapağı ya da ismini satın alırım. Evet, resmen kitabın içeriğini değil de kitabın kapağını ve ismini satın alırım.

Bir itiraf hemen; bu şekilde aldığım kitapların büyük çoğunluğu, beni çarpan kapak ve isim bileşiminin büyüleyiciliğinin aksine içerikleri boş çıktılar..
Yani
büyüleyici bir kimliğin ardından hep boş bir kişilik çıktı!!
ki bu apayrı bi yazı konusu.. bi gün yazmalıyım :)

Şimdiye kadar okuduğum kitapları düşünürsem.. çok nadiren de olsa gerçekten bir kimlik-kişilik bütünleşmesini yakalayabildim.. ama dediğim gibi çok nadir..
Kitabın kapak tasarımı: kitabın yüzüdür; kitabın içini yani kişiliğini dışavurabilmelidir.
Kitabın kişiliğini yansıtmak; kitabın tüm hikâyesini anlatmak ya da içinden bir ‘enstantane’yi resimlemek değildir kuşkusuz..
Sanki daha çok yüzdeki anlık bir mimik gibi, kitabın içeriğini hissettirmek, okura
yol gösterecek ipucu sunmaktır!!


Şimdi düşünüyorum da..
Bir kitap tasarımcısı olmak, aktör olmak gibi bir şey olsa gerek..
Asıl soru şu:
Kitap tasarımcısı
kendini mi oynayacak yoksa metni mi ??

(THE TEA PARTY - TIME)

1 Nisan 2006

kitaplarım..


İkinci kez ebeleniyorum :)
sevgili Derin İz (bakınız: anahtar deliği) tarafından..
hoş bir heyecan yaşatıyor nedense ebelenmek bana:)
çocukluk günlerimi hatırlattığı için sanırım..

ama merak ettiğim bir şey var..
o da ilk ebeleyen kişi..
herkes birbirini ebeliyor ya.. peki ilk ebe kendi kendini mi ebe ilan ediyor..??
"bugün canım ebe olmak istedi, kimleri nasıl ebelesem acaba" şeklindeki ruh hali mi başlatan bu sevimli oyunu..??
kendini ebe ilan etmek..
bazen zor gibi..

Gelelim konumuza..
ne çok kitap var oysa top 10 a girecek ama..
hep öyle olur ya .. soru aniden gelince insan bi şaşırır onca sevdiği arasından hangisini seçeceğini..
ben de öyleyim şu an.. sanki birini yazmazsam bana küsecekmiş gibi..
biliyorum sonradan “keşke şu kitabı da yazsaydım” ya da “aa bu kitabı nasıl unutmuşum ki” diyeceğim bir sürü kitap çıkacak..

şimdi..
hemen ilk aklıma gelenleri sıralıyorum..

1. Kanatlarını Arayan Kadın – Şahika Egeli
2. Sana Gül Bahçesi Vadetmedim – Joanne Greenberg
3. Boşluk – Jerzy Kosinski
4. Nü Peride – Hakan Akdoğan
5. Rüyalarını Ver Bana – Haşmet Babaoğlu
6. Kara Kitap – Orhan Pamuk
7. Nietzsche Ağladığında – Irvin D. Yalom
8. Rakip – Emmanuel Carrere
9. Kadınlar – Charles Bukowski
10. Tanrı ile Sohbet – Neale Donald Walsch

Ebelenecek kişi aranmaktadır.. Tarafımdan ebelenmek isteyen herkeste elim..

(THE CARDIGANS - ERASE)