31 Ekim 2006

Enigma



bir kişilik yapısını, onun dış görünüşüyle tanımlamamız olanaksızdır..
bunu herkes de bilir zaten..
ama dahası da vardır..

dahası.. materyalist bir anlayış içinde, insanları sadece hareketleri, davranışları, yapıp ettikleriyle, tepkileriyle, saldırganlıkları, hatta sözleriyle de kavrayamayız..

belki de bir insanı gerçekten anlayabilmek için; yapamadıkları edemedikleriyle, tepkisizlikleri ya da susuşlarıyla, düşleriyle, kaygıları, korkuları, hayalleri, dışavuramadıkları, tutkularıyla irdelememiz, incelememiz gerekir..

(ENIGMA - THE SCREEN BEHIND THE MIRROR)

28 Ekim 2006


Anathema - Fragile Dreams


Uyuyan erkek görüntüsünden kadınların pek hoşlanmadıklarını bilecek kadar görmüş geçirmiş bir adamdı.
Ama bilirdi: Erkekler sevdikleri kadını uyurken izlemeyi severler…
Severler değil mi?
Peki, şimdi ne oluyordu ona?
Neden kaç gecedir ateşi birdenbire kırka fırlamış gibi uyanıp Merve’yi uyurken görmekten huzursuzlanıyordu?
Neden Merve’nin dudaklarının kenarında biriken salgıya eskisi gibi sevecenlikle bakamıyordu?
Neden dirseklerinin üzerinde doğruluyor, bir süre sanki Merve’nin alnında küçük bir ekran varmış gibi bakıp duruyordu?
Ve aklına hep o uğursuz konuşma geliyordu.
Bir ay kadar önceydi. Merve telefonda bir arkadaşına gördüğü rüyayı anlatıyordu.
Ancak şu kadarını işitebilmişti.
“… Yanaklarımdan süzülen yağmur sularını parmaklarıyla siliyordu, sonra o suları dudaklarına götürüyordu. Sabah kendime gelemedim.”
Bunları anlattıktan sonra kıkırdayarak gülüşmüşlerdi.
Kalktı. Mutfağa gitti.
Işıkları yakmadan buzdolabındaki NO FROST yazısını seçmeye çalıştı. T harfini hizalayıp yakaladığı kolu kendine çekti.
Dolabın kapısı açıldı.
Süt mü? Cola mı?
Midesi süt diyordu, beyni cola…
Colayı seçti.
Önce soğuk kutuyu avcunda dolaştırdı, ardından alnına şakaklarına sürdü.
Hiçbir derecenin saptayamayacağı ateşini düşürürdü belki o keskin soğuk.
Kutuyu elinde döndürerek yatak odasına doğru yürüdü. Merve dizlerini karnına çekmişti. Uykusunun derinlerindeydi.
Koyu renkli ojelerine bakılırsa kadındı, fakat ellerini sağ yanağının sıkıştırma biçimine bakılırsa çocuktu o anda, misafirlikte yorgun düşüp uyuya kalmış bir çocuktu!..
Tam o anda mırıldandı, bir şeyler söyledi genç kadın. Tuhaf sesler çıkardı.
Ve adam atmaca gibi atladı yatağa, kulağını Merve’nin ağzına dayadı.
Tutkulu bir adam yapardı ancak bunu…
Uzun süreli bir ilişkinin bağlarını ikide bir çekip uzatmayı alışkanlık edinmiş bir adam ise “aman uyandırmayayım” deyip odadan sıvışırdı.
Ama
tutku tehlikelidir.
Tutkunun iki yanı da keskin bıçaktır. Tutacak yeri de yoksa eğer buçağın, bazen kanamyı göze almak gerekir…
En berbat özelliği nedir tutkunun?
Bağlandığınız kişinin gücü elinde tutan taraf olduğunu bilirsiniz.
İşte bu bilgi berbattır ve öfkeyi besler.

O da birdenbire öfkeye kapıldı!
Kendine öfkelenir gibiydi ama, iki eliyle Merve’yi kollarından tutup silkelerken anladı ne yaptığını…
Ve ancak birkaç dakika sonra fark etti nasıl bağırdığını, bütün evi nasıl inlettiğini…
“Bana rüyalarını ver!”
diye bağırmıştı Merve’yi sarsarak uyandırırken.
“Bana rüyalarını veeer!! Rüyalarını istiyorum!”

Ne saçma.
Ne delice.
Nasıl umarsız ve umutsuz bir arzu…

Böyle düşünmeye başladığında iş işten geçmişti.
Genç kadın şoktan sıyrılmış, hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı. Bir yandan da alçak sesle mırıldanıyordu; “manyaksın sen, manyak…”
Bu olaydan bir yıl kadar sonraydı, ilişkileri acıta acıta, kanırta kanırta sona erdi.
Merve doğup büyüdüğü şehre geri dönmüştü.
Aslında Merve’nin hep kaçmak, onun ise günün birinde sürekli olarak yaşamak istediği o sahil şehrine…
Ayrılıktan birkaç ay sonra, işyerine gelen postalar arasından kalın ve ağır bir zarf çıktı.
Merve göndermişti.
Heyecanla açtı zarfı, yırtar gibi.
Bez ciltli bir hatıra defteriydi.
Etiketindeki yazıyı görünce üşüdü, titremesini bir türlü durduramadı.
Etikette Rüyalarım yazıyordu.
Merve bu deftere rüyalarını kaydetmişti.
Kendine gelir gibi olduğunda hızla sayfaları çevirdi. Hangi tarihi, hangi rüyayı aradığını çok iyi biliyordu.
Buldu da..
Ve okudu.
“11.05.1997. yağmur vardı. Sırılsıklamdım. Evden kaçar gibi üzerime bir şey almadan çıkmıştım. Arkamdan geldi. “Seni korkuttum mu bebeğim” dedi, özür dileyerek.
Beni neden uyandırdın, dedim.
Uyurken beni terk etmenden korkuyorum,
dedi.
Yanaklarıma akan yağmurları parmaklarıyla sildi ve sonra dudaklarına götürdü parmaklarını.
Boynuna atıldım, sımsıkı sarıldım.
Seni seviyorum, diye fısıldadım kulağına.
O sırada uyandım, rüyaymış. Gerçekten daha gerçekti sanki.”


bu öykü Haşmet Babaoğlu'na ait çok çok sevdiğim bir öyküdür..
dün butterflyvalley in blogunu kurcalarken.. 5 yıl önce kısa süreliğine de olsa "rüya günlüğü" adı altında rüyalarını yazdığını okudum valley in..
aklıma çok sevdiğim bu öykü geldi..
ve yıllardır elime almadığım kitabı yeniden elime aldım..
içi hiç kimsenin bulup okuyamayacağı gizli notlarla dolu kitabım.!
her öyküsünde başka bir yere savrulduğum kitap..
ve kitaba da adını veren bu öykü..
Haşmet bu öykülere SON BAKIŞTA AŞK ÖYKÜLERİ demiş..
nedenini de kitabının önsözünde açıklamış..
güzel de demiş..
kitabı gerçekten unutmuştum..
uzun zamandır elime almıyordum..
teşekkürler valley.. hatırlattığın için..

ve hatta şimdi kitap için link ararken, kitapyurdu na girdim de.. 24.12.2003 tarihinde.. kitaba bir yorum dahi yazmışım..
verdiğim linkte en altta görülüyor..
hatta kitaba ilk yorumu ben yapmışım..
unutulan öyküler..

20 Ekim 2006


yürüdükçe havalanıyor içimdeki ölü kuşlar..
başım önüme eğik..
bağcığımı unutmuşum bir eşikte..
uğursuzluğum bundandır..
avucumda terlerim.. terlerimde kimliğim saklı..
hadi anlat bana masallarını...
hadi doldur içine yalanlarını..
ne kadar yalan söyleyebilirsin ki??
kaç avuç??
akar mı avuçlarımdan terime karıştıktan sonra??
hepsini sığdır masallarının içine hepsini..
çünkü en güzel masal yalan olandır..
çünkü en tatlı ninni senin masalındır..


(THE CURE - LULLABY)

17 Ekim 2006

Crime & Investigation


dün.. yıllar sonra haftaiçi bir günü evde geçirdim..
tuhaf bir duygu bu..
öyle alışmışım ki haftaiçi o saatlerde evde olmamaya.. insana gerçekten tuhaf geliyor :)
hafif rahatsızlandığım için, sabah bölge müdürünü arayıp gelemeyeceğimi söyledim..
önce uyuyayım dedim.. uyuyamadım..
hep öyle olur zaten.. işe gittiğim günlerde 5 dakika fazla uyuyabilmek için çırpınan ben, uyuma olanağım olan zamanlarda da uyuyamam işte..
neyse.. madem uyuyamıyorum yatakta kalmanın bir anlamı yok deyip salona tv nin karşısına gidip yattım.. hava da soğumuş.. üstüme bir battaniye.. heyecanlandım.. sabah sabah evde hiçkimseler yok ve ben keyif yapacağım tv karşısında sandımmm..!!!

ev hanımlarına acıyorum..
evet artık kesinlikle acıyorum..
eskiden oohh derdim ne güzel; sabah erken kalkmak dertleri yok.. bütün gün 10 saat kadar bir sandalyenin üstünde oturmak zorunda değiller, elalemin ağız kokusunu çekmek zorunda değiller, akşam evde çocuklarıyla ilgileneceği saatte yorgun değiller, sabah kalkmayacakları için gece istediği saate kadar ayakta kalabilir vs.. vs…

hastayım, halsizim, canım kitap okumak istemiyor.. uzanıp tv keyfi yapmak istiyor..
sırayla kanalları dolaşıyorum.. karşıma ilk show tv çıkıyor, sabah programı, konuk kim falan diye bile bakmadan değiştiriyorum.. atv.. sabah programı, kanal d.. sabah programı, star.. sabah programı.. yuhh diyorum .. yani 4 büyük kanalımızda da aynı şey var.. yani seçim şansı yok.. yani seçim şansı hangisini izleyeceğinle ilgili sadece..
Veee hangisi unuttum şimdi.. kanalın birindekine bakıyorum.. aydının programıymış!!! Ahu tuğba ve bikaç adam kavga ediyorlar.. ama nasıl bir kavga!!! Komedi programı gibi!!! Telefondaki adam diyor ki nasıl bi kadınsın sen yanındaki adamın k..çının dibine oturmuşsun uzaklaş ordan!!! Ahunun yanındaki adam bunu duyunca küplere binmek suretiyle ve bikaç laf ederek ahuya daha da yaklaşıp sarılıyor. Kardeşim o benim diyerek falan… ardı arkası kesilmiyor bağrışmaların, kimse kimseyi dinlemiyor herkes aynı anda konuşuyor!!! Ve hatta arada hiç anlayamadığım bi şey de şu oldu.. konu hakkında görüşleri için seyircilere soruyorlar!!! Ve seyirciler de walla onlardan az değil, adama bi küfretmedikleri kalıyor, o böyle yapmalıydı, bu şöyle yapmalıydı… vs.. “yahu kardeşim sanane kimin ne yapacağından sen kendi yapacaklarını düşünsene” magazin basını hakkında söyleyecek bi dolu lafım var arkadaşlar ama emin olun sabah kadın programları sollamış durumda her şeyi :)
Ben bağrışmalardan yorulup kanalı değiştirdim.. hangi kanaldı yine unuttum şimdi.. karşıma seda sayan çıktı.. orda da durum farksız.. bikaç ay önce patronu tarafından işkence edilen, hatta bu işkenceye anne ve abisinin seyirci kaldığı bi kızcağız vardı ya.. haberlerde hepimiz şok ola ola küfrede küfrede izlemiştik.. işte o işkenceci adamın karısı çıkmış programa, elinde fotoğraflar mektuplar falan.. meğer işkenceci adamla işkence mağduru kızın yıllardır ilişkileri varmış!!! Telefonla katılanlar seyirciler sorular vs..
Offfff
Offfff
Offfff
Ben dayanamayıp kapattım kanalları ve ağustos ayında digitürk aldığımızdan beri sürekli izlediğim kanalımı açtım.. Crime & Investigation .. evet ağustos ayında 5 tane belgesel kanalını izleyebilmek için digitürk almıştık.. ne iyi etmişiz gerçekten de.. şimdi akşamları izlenilen kanallar belli.. bu 5 belgesel kanalı arasında gidip geliniyor.. ama ben crime kanalına bitiyorum. Ve açtığım zaman başından kalkamıyorum. Psikopat mıyım neyim diyorum bazen :) ama ben kesinlikle yanlış meslek seçmişim.. hani hep denir ya "bir daha dünyaya gelsem" diye.. hıh işte tam de böyle.. bir daha dünyaya gelsem kesin ya dedektif olurdum, ya da adli delil uzmanı falan olurdum.. bu kanalı hiç izlemeyen varsa mutlaka bir gün de olsa izlesin derim.. muhteşem gerçekten de.. ya da dediğim gibi ben psikopatım :) bir sürü program var kanalda.. ama "suç ve ceza" programı benim en sevdiğim.. en sevmediğim ise "kapanmayan dava dosyaları" programı.. sonu yok.. deliller yetersiz, katiller bulunamamış vs.. öyle yarıda kalıyor olay.. bu yüzden sevmiyorum.. ama "suç ve ceza"da.. olay mahallinden delillerin nasıl toplandığı, hangi delillerden hangi sonuçlara ulaşıldığı, katil profilleri, yakalanmaları ve dava sürecinin tamamı.. gerçekten detaylı bir program.. şamata yok, süsleme yok, bağırıp çağırma yok, saçma sapan konuları dünyanın en büyük meselesiymiş gibi göstermek yok..
gerçekler, araştırmalar, adli bilim, davalar..
neyse.. çok övdüm sevdiğim kanalı :)
ben yine paşa paşa gittim crime & investigation ı açtım ve oohh işte tv keyfi:)

şu ev hanımlarına acıma meselesi..
ne yapabilirler ki diye düşündüm..
ne yapabilirler..
gidip Ntv, Cnbc-e yada CnnTürk mü izleyecekler sanıyorsunuz her gün???
Hayır.. işte bu dört büyük kanalın birinden birini seçip izliyorlar..
veya dönüşümlü olarak hepsini..
insanın psikolojisinin bozulmaması imkansız gerçekten de..
her gün.. her gün..
ne diyebilirim.. işleri gerçekten zor..
sanırım onlar da bir süre sonra alışıyorlar bu programlara ve hatta bağımlısı haline geliyorlar sürekli takip ederek..
zooor..
çok zor..

(NIRVANA - SMELLS LIKE TEEN SPIRIT)

13 Ekim 2006

kızıl aldanış..


gittikçe düşüyorum düşümden,
ıslak bir yaprak gibi..

ölüler şehrini aydınlatmışlar,
daha çok acı için..

çukur üzerine çukur,
aşk üzerine aşk kazıyorlar..

hep çocuklar görüyorum,
çıplak ve yalınayak..

ölümün cinidir bu diyorum,
ışığı yakarsan kaybolur..

çekip gidersin,
karaya vurmuş cevapsız cesetlerle..

bilirsin artık hiçbir rahibenin kutsal olmadığını,
kızıl bir düşün terkisinde aldanırsın..

asılırsın öylesine..
bir ağacın gölgesine..


(SIRENIA - LITHIUM AND A LOVER)

8 Ekim 2006

elveda sigara..


dün sigarayı bıraktım :)
evet 15 Eylül de yaşadığım bi olaydan sonra kendim için aldığım tüm kararları uygulamaya başladım..
6 Ekimde sigarayı bırakmak da aldığım kararlardan biriydi..
ve ben Cuma gecesi son sigaramı içtim:)

13 yıldır yanımdan ayrılmayan arkadaşım gibi sigara..
hayatımın sadece hamilelik ve emzirme döneminde (1.5 yıl) bırakabildiğim, bunun dışında asla bırakmayı beceremediğim, her şeyden önce bırakmayı gerçekten hiç istemediğim bir arkadaş..
onsuz biçok şey bir süreliğine anlamını yitirecek.. çayın da, kahvenin de, alkolün de sigarasız pek bi tadı yok gibi çünkü :)
ben bugüne kadar sigaranın hiçbir olumsuzluğunu yaşamadığım için belki de bırakmayı asla istemedim.. çünkü bugüne kadar ne bir öksürük, ne bir balgam ne de başka hiçbir rahatsızlığını yaşamadım..

neden bıraktım..??
sadece kendime bişeyleri ispat edebilmek için sanırım..

evet evet tek neden bu..
madem kendime yeni.. yepyeni bir hayat kurmaya karar vermiştim 15 eylül sonrasında..
bu yeni hayata başlamak öylesine zorken ama içimde başaracağıma dair güçlü hisler belirmişken..
kendi kendimi düelloya davet ettim..
en vazgeçilmezlerimden birinden vazgeçmekle işe başlamalıydım..
çünkü sigarayı bırakmak benim için gerçekten imkansız gibi bişey..
çünkü ben sigarayı hep severek içtim ve hep yanımdaydı..
işte dedim kendi kendime "sen eğer sigarayı bırakmayı başarabilirsen her şeyi başarabilirsin.."

böyle inatçı bir ruha sahipken ben, eğer bi düello başlattıysam mutlaka sonuna kadar giderim.. düello açtığım kişi kendimsem de :)
yani ben sigarayı hiç kimse için değil, hiçbir nedenle değil sadece ve sadece kendime “istediğim şeyi başarabilirim”i ispat etmek için bıraktım..
yenilirsem bunu asla içime sindiremem..
çünkü karşımdaki herhangi birisi değil kendimim!!

ha bu arada maddi bir hesap yaptım da.. ayda ortalama 150 ytl harcıyordum sigaraya. Bu da yılda 2.000 ytl falan yapıyor.. sanırım yılda 2 milyara (milyar deyince daha büyük oluyor rakam sanki:) çok daha güzel şeyler yapabilirim :)

(RUFUS WAINWRIGHT - CIGARETTES and CHOCLATE MILK)

1 Ekim 2006

içe açılan kapı..


başını kaldır ve bak artık, bulman gereken bir şey var burada...
aradığını söyleyeceksin zaten şimdi...ama yanlış şeyi...
başkalarının peşinde kendini, her daim ölümün eşiğinde hayatı...
nerde yanlış yaptığını biliyorsun ama...doğrusu da yok sanki...
hem sen kimsin ki aslında, yollara düşen, kendini arayan?
bilirsin, hiçbir kapı aslında yok içinde sana, senin taa içine açılacak....
hastalıklı geçmişin zaten seninle son bulacak...

(AIR - CHERRY BLOSSOM GIRL)