20 Mart 2010

.

Marilyn Manson - Diary Of A Dope Fiend




Herkes gibi ben de Dövüş Klubü filmine hayran kalmış, oradaki sert ve ukala anlatımın etkisinden uzun süre çıkamamış biriyim.. Film bildiğiniz gibi Chuck Palahniuk’un aynı adlı kitabından uyarlanmıştı. O zamandan beri merak ederdim bu yazarı.. Fakat okumak istediğim onca kitap dururken ve dar vakitlere sahipken bir türlü yeraltı edebiyatına giriş yapamamıştım.
Geçenlerde Dövüş Klubü’nü okumaya niyetlenmişken, Murat, Palahniuk okumaya Günce ile başlamamı tavsiye etti.
Hatta tavsiyesinin üstüne kitabı da armağan edince bana kitabı elime alıp yollara düşmek kalmıştı..
Kitabın arka sayfasındaki yazıyı okur okumaz evet demiştim.. Evet.. İşte şimdi ihtiyacım olan kitap bu..
Çokça yolculuk yapacağım bir hafta başladım okumaya..
Ve Palahniuk’un gerçekten iyi bir yol arkadaşı olduğuna karar verdim :)


Günce..
Güzel Sanatlar Akademisindeyken bir erkeğe aşık olan, hamile kalıp, okulunu bırakıp, sevdiği adam ve karnında bebeği ile hep hayalini kurduğu bir adaya ve huzur dolu bir hayata taşınan bir kadının..
Onun yıllar süren uyku döneminden sonra, artık şişko, yorgun ve orta yaşlı iken uyanışının..
Hayatını, kaderini, seçimlerini, hayallerini, evliliğini, aile ilişkilerini, yaşamı, sanatı, aşkı, ölümsüzlüğü, sevgiyi ama en çok da kendini sorgulamasının..
Aslında yıllardır kendi hayatını değil de başka bir kadının hayatını yaşadığını anlamasının..
Ama tüm her şeyi anlasa da kadere karşı koyup yeni baştan başlayabilmenin güçlüklerinin..
Anneliğin, eşliğin, kadınlığın, gelinliğin, yaşlanmanın, kilo alıp çirkinleşmenin, kendine güveni yitirişin, vazgeçişin, savaşın, aldatmacaların ve büyük bir ruhsal mücadelenin kitabı..




Palahniuk..Öyle muhteşem bir kurgu örmüş ki, kimin kimi kandırdığının sorgusu içinde kayboluyorsunuz..
Öyle sert bir dili var ki, mızmızlanmayı kesip kendinize geliyorsunuz..
Hayat gibi sert aslında.. Senin beceriksizliğine, senin kendine acımana, hayaller kurup boş boş oturmana, her şeyden şikayet etmene aldırmadan kendi bildiğini okuyan şu hayat gibi sert..
Bi dur diyor aslında Palahniuk.. Bi dur ve bak hayatına..
Nerdesin.. Kimsin.. İstediğin gibi mi hayatın..
Ama bunu tokat atar gibi söylüyor. Küfreder gibi..
Ah canım vah canım deyip sana acımıyor, sızlanmaların işe yaramıyor.
Ama benim şartlarım yeterli değil de işte etrafım böyle de, elimde değil de gibi bahaneler dahi üretemiyorsunuz..
Hayat seni umursamıyor diyor, kendine gel..
Kendine gel ! 


“Gönlümün dilediği kişi olmamı söyleyen Büyükbabam Joseph Tallent için” demiş Palahniuk kitabının başında..
Gönlümüzün dilediği kişi olmazsak, bir gün, belki de iş işten geçtikten sonra bir gün neler hissedeceğimizi anlatmış sonra da kitabında..
Hayal ile gerçeğin büyük bir yalanın içinde iç içe geçtiği kusmalar şeklinde yazmış kitabı da..



Bazen bir şeyi okumak, suratınızda patlayan bir tokat gibi olabilir !


“Her gününde kendini var edeceğin, okunması keyifli günceler yazman dileği ile” yazmış Murat da kitabın başına benim için..


Kitapta öyle çok katman var ki.. Öyle çok alıntılamak istediğim yer var ki.. Ve fakat bu alıntıladığım her şey başlı başına apayrı büyük ve derin konular ki .. Hepsini bir yazıda alıntılamam mümkün değil..
Şimdi aradan bazı cümleleri atarak, farklı yerlerden cümleler toparlayarak hazırladığım 2 alıntıyı yazayım sadece.


“Yaptığın her şey otoportrendir.
Çizdiğin bir tablo, Aziz Georgios ile Ejderha veya Sabinli Kadınların Kaçırılması tabloları gibi görünse bile, kullandığın açılar, ışık, kompozisyon ve teknik tamamen sana aittir. Bu sahneyi seçmenin sebebi bile sensin. Sen kullandığın her renk ve fırça darbesisin. Bir ressamın aslında tek yapabildiği kendi yüzünü tarif etmektir.
Kendin olmaya mahkumsun !
Bu da bize herhangi bir şeyi çizebilme özgürlüğünü verir, çünkü aslında sadece kendimizi çiziyoruzdur.
El yazın. Yürüyüşün. Seçtiğin porselenlerin deseni. Bunların hepsi seni ele verir. Yaptığın her şey elini açık etmene sebep olur.
Her şey bir otoportre.
Her şey bir günce.
Ellerindeki nasırlar bütün sırlarını ortaya döker. Dişlerin seni ele verir. Aksanın. Ağız ve göz çevrendeki kırışıklıklar.
Yaptığın her şey elini ortaya koyar.
Her şey bir otoportre.
Otopsi yapılmış beynin de buna dahil. Sidiğin de.
Her şey bir günce.”



Palahniuk, Günce de sizi beklemediğiniz, şaşırtıcı bir sonla baş başa bırakıyor. Gerilimli bir polisiye roman okuyormuş gibi bile hissediyorsunuz zaman zaman kitabın sonlarına doğru.
Şu bir gerçek ki, başından asla tahmin edemeyeceğiniz yerlere sürükleniyorsunuz..
Kader ve seçtiğimiz hayatı yaşamak konularında da sağlam giydirmeler yapıyor.

Kitabın dili gerçekten de sert. Sizi incitmiyor, direkt vuruyor !
Dilin sert şok ediciliğini anlamanız için bir kısa alıntı daha yazıp bitiriyorum sözlerimi..

Hadi aynada yüzüne bak.
Gözlerine, dudaklarına bak.
Karşında en iyi bildiğini sandığın şey duruyor.
Bu, senin yüzün.
Şimdi gülümse – eğer hala becerebiliyorsan.
Eğer kafan biraz karıştıysa rahatla. Endişelenme. Bilmen gereken tek şey bunun senin yüzün olduğu. Bu, en iyi bildiğini sandığın şey.
Burası, gençliğinin bütün o muhteşem ve sınırsız potansiyelinin vardığı nokta. Bütün o yerine getirilmemiş vaatler. Hayatında geldiğin yer karşında duruyor.
Adın : …….
Sen hala korkak bir boksun. Bencil, beceriksiz, tembel ve omurgasız bir pisliksin.
Anlaman gereken tek şey, pişman bir bok çuvalı olup çıktığındır.

.

11 Mart 2010

.


DISTURBED - THE GAME


Oynamak her yaşta zevkli..
Merak, gizem ve tedirginliği hep içinde taşır çünkü oyunlar..
Sonundan ve kimin kazanacağından asla emin olmazsınız çünkü..

İstediğiniz kadar hesaplayın, istediğiniz kadar geliştirin hipotezleri, istediğiniz kadar düşünün olabilecekleri..
Oyun hiç beklemediğiniz bir anda alt üst edebilir her şeyinizi..
Bir bakarsınız en diptesiniz ! Kaybetmişsiniz..
Ve her kaybeden gibi yeniden oynamak istersiniz..
Oysa oyun arkadaşınız yenmenin tadına bakmış ve artık sizinle oynadığı oyundan sıkılmıştır..
Ve oyun bitmiştir.

Bazen de tam tersi olur..
Tüm oyunu kaybedeceğinizi düşünerek umutsuz oynarsınız..
Son dakikada.. hatta tam da pes ettiğiniz noktada öyle bir şey olur ki..
Bir bakarsınız en yukarıdasınız ! Kazanmışsınızdır..
Ve her kazanan gibi bir daha oynamak istemezsiniz.

Ve oyun nihayet bitmiştir.


Bazense.. nadiren..
Ne kazananı belli olur oyunların ne kaybedeni..
Sürer gider sonsuza..


Siz hiç bitmeyecek bir oyun oynamaya kalkıştınız mı ?
Belki de bu yüzden korkmalı oyunlardan ?!?
Ya da belki bu yüzden meydan okumalı tüm risklere ve dalmalı oyunlara ?!?



Yukarıdaki fotoğrafımı 2008 yazında Bandırmada ilk çektiğim anda bu adı koymuştum..
Belki de Korkmalı Oyunlardan..
Bir daha da değiştirmedim..
Her yerde bu adla yayınlandı.
Fakat ben eskiden vazgeçmiş ve ürkek bakardım oyunlara..
Oysa bugün diyebiliyorum ki;
Bazı oyunlar hiç bitmiyor..
Ve o yüzden “Belki de Korkmamalı Oyunlardan” diyor artık içim..



Koridorda bu yalnız başına yürüyen adamın durup incelediği fotoğraf benim oyunları anlattığım fotoğrafım..
Kızların kimbilir ne konuşarak baktığı fotoğraf benim oyunları anlattığım fotoğrafım..
Kısacası son gerçekleştirdiğimiz etapta yukarıdaki fotoğrafım sergilendi.

Benim katılamadığım sergide, bu 2 kareyi yakalayan arkadaşıma buradan sevgilerimi yolluyorum, ne hoş bir detay oldu benim için..
Mutlaka büyük hali ile bir kez bakın fotoğrafa, tüm güzelliği o zaman hissedilmekte..

Orjinal büyüklüğü ile isteyen arkadaşlara maille göndermekten de zevk duyarım.



BURFOT - Bursa Fotoğraf İmece Topluluğu'nun "Griye Veda Renklere Merhaba" Projesinin 9. etap sergisi; Bursa Anadolu Lisesi’nde 26 Şubat 2010 Cuma günü yapılan törende açılış konuşmaları ve düzenlenen kokteyl eşliğinde açıldı.
Okul Müdür Baş Yardımcısı Seçkin YILMAZ, BURFOT adına Arda UYGUR ve Bursa Büyükşehir Belediyesi Kent Konseyi Başkanı Semih PALA'nın yaptığı konuşmalardan sonra, Okul tarafından hazırlanan teşekkür plaketi BURFOT adına Habibe YILDIZ tarafından kabul edildi.
Davetlilerin sergi ziyareti ve ilgililere BURFOT üyelerince yapılan gerekli bilgilendirmelerin ardından BURFOT adına hazırlanan tanıtıcı slayt gösterisi ve BURFOT üyelerinin fotoğraflarından oluşan gösteri okul öğrencilerine Hüseyin Ceylan tarafından sunuldu.

Daha nice okulların renklenmesi adına, nice projelere..

4 Mart 2010

.

RAMMSTEIN - ICH TU DIR WEH



Şu an itibariyle benden daha mutlu hiçkimse yoktur dünyada..

Hepsi geliyorlar !
Bir Düşten daha fazlası bu !
"Kör istedi bir göz, Allah verdi iki göz"den bile fazlası bu !
Aslında böylesi bir organizasyona verilecek bir ad bulamıyorum..

Bugün resmi açıklaması yapılan Sonisphere 2010 Festivaline gelecek grupları yazayım ben..
Artık varın gerisini siz düşünün ..

RAMMSTEIN
METALLICA
MEGADETH
SLAYER
MANOWAR
ALICE IN CHAINS
HEAVEN & HELL
ANTHRAX
STONE SOUR
FOMA
HAYKO CEPKİN
MANGA
MASTODON
BLACKTOOTH

Ve daha açıklanacak bir sürü alt grup daha..

25-26-27 Haziran tarihlerinde İnönü Stadyumunda gerçekeleşecek bu muhteşem festival!
Sanırım Türkiye bir daha böyle bir organizasyon göremez..
"Big Four" adı altında aylar önce festivalden haberim oldu aslında ama ben de herkes gibi bunun ancak bir hayal olabileceğini, birilerinin sağlam bir uydurma haber ürettiğini düşünmüştüm..

Ben sadece ve sadece Rammstein'ın bile ülkemize gelmeyeceğini düşünürken, üstüne yanına dünyanın en iyi rock gruplarını da alıp geliyor !!!
Ne demeliyim ??
İçimdeki heyecanı, mutluluğu, coşkuyu, şu an yaşadığım nefessizliği anlatmak için hangi kelimeyi kullanmalıyım !!
Yok, gerçekten yok mutluluğumu anlatacak kelime !
Önümüzdeki ayları, yüzümde kocaman bir gülümseme ve içimde nefesimi kesen bir heyecanla tüketeceğim..


2010 bana unuttuğum tüm mutlulukları getirdi !
unuttuğum tüm arzuları, unuttuğum sevgiyi, unuttuğum coşkuları..
2010 bana hayalini dahi kuramadığım, dillendirmeye bile korktuğum isteklerimi getirdi !
Bu konserler geçen yıl olsa buruk bir mutlulukla yaşayacakken en sevdiğim sesi canlı dinlemeyi, bu yıl gerçekleşiyor olması içimdeki herşeyi katlamalı olarak yaşamama sebep oluyor.


Yaşasın Rammstein !
Yaşasın Rock !
Yaşasın 2010 !


Gegen Die Wand da "Punk is not Dead!" dediği gibi ben de diyorum ki:

Rock is Not Dead !
Desire is Not Dead !
Passion is Not Dead !