25 Ocak 2006

Yedinci Oda




(THE CURE - LULLABY)

Bitmez tükenmez uykulu bir loşluk var yedinci odada..
Dışarıda sesler kendi içlerini gıcıklaya gıdıklaya yükselirken ne de güzel gelir yedinci odada sadece kendimle kalakalmak..
Orada bir tespih böceği gibi der top olup otursam ne olur ki??
Hiç çıkmasam ne olur??
Orada, artık hep öyle kalsam ne??
İçimde, iki cam parçası birbirini keserek bir cam makas oluşturur gibi, makas kendi etimi biçer gibi, gövdem derimin altında fitne bir illetle tükenir gibi..


Konuşurum kendimle yedinci odada..
Malum sadece bana ait tek yer orası..
Başımı sallarım endişeli endişeli..
Odamdan ses yükselir.. der ki fısıltıyla:
“Bak gördün mü nasıl da çağırıyor toplum gene seni, sakın gelme oyuna, çıkma dışarı. Kal burada, benimle bu kuytuda yaşlan.. Ben sana kurabiyeler pişiririm daima..”
Biraz daha büzülürüm koltukta..
Beynim bedenime ağır gelir..
Ne dışarı çıkmaya cesaretim kalır, ne de cesaretlenmek için sebebim..


İnsana bir küçücük sebep bırakmayana kadar ve sebepsiz yere öldüren, yemeyeceği gövdeleri parçalayan etoburlarla doludur dışarıda hayat..
Hayat; en kirli ormandır.
Senin hiç haberin olmaz, varlığın, sadece kötülükle beslenen cinlere karışmış alıcı kuşları çağırır..
Kötülük etme becerin yoksa eğer.. dışarıdaki hayat derhal tanır seni ve ardından
“Kaç! Arkana bakmadan kaç buradan!” diye bağırır..
Kaçmak sanıldığı kadar korkmakla ilgili değildir bazen..
Boz bulanık sularda boğulmamak için de gidilebilir..


Yüreğimizin haritasını, çok küçükten beri bilinmeyen yöntemlerle geliştirdiğimiz bir şifreleme sistemiyle veririz insanlara..
Ancak çok dikkatli ‘kalp okuyucuları’nın sabır edip okuyabileceği, insan derisi üzerine çizilmiş hazine haritalardır bunlar..
Belki de kimsenin o kalbi sevmeyeceği ihtimalinden duyduğumuz sakat korkuyu kovmak için bu kadar karışık kurarız yollarımızı..
Çünkü nihayet biri hiç çalmazsa hazineli kalbin kapısını..
“Çok karışıktı harita” deme hakkını, sevilmemekten korktuğunu bilmeyen bir çocuk gibi saklı tutarız kendimizde..
Kararsız ruhlara dönüşmek oralarda başlar..
Bu yüzden kimseye kötülüğümüz dokunmaz..
Yerlere çalmaktan kendimizi kimseye bir fiske vuracak halimiz kalmaz..


Ama bilmeyiz ki, bizden başka kimse ‘kötülük etmezsek kötülük görmeyeceğimize’ inanmaz..
Ne kadar kitap okusan, ne kadar insan tanısan da insanları öncelikle iyi sanmak gibi bir dermansız dert yakamızı bırakmaz..


Öyle işte..
Karışık bir kalp haritasıdır yedincioda..
İnsanlığın toprağında hala hazineler gizli olduğuna inanan meczuplar bulabilirler gömülü olanı..
Bulduklarında en tatlı ‘Hiç’i, sevinebilecek olanlar ancak yola çıkmalı..
Elini buradaki kelimelere değdirmelidir..
Çünkü..
En az dillendirdiğim damarım; kelimelerimde kendiliğinden ortaya çıkabilen .. çıktı mı kendi başına, bana rağmen akabilen, herkesten ve her şeyden ziyade kendiyle cebelleşen damarım..


Sonrasında ne olacağını değil tam da şu anda burada ne olduğunu önemseyen, ne sahip ne de var olmaya inanan, alttan alta hiçlikten dem vurup yokolmayı isteyen…
Ve aslında kimsenin anlamayacağını düşündüğümden mümkün mertebe kapattığım iç fısıltım..


Bir çocuk, nedenini bilmeden kapandığı odasında, nedenini bilmeden çizdiği resimleri çizerken nasıl hiçleşiyorsa, yazarken de öyle tatlı tatlı hiçleşmeye imkan verse dünya, bu hayat..
Bugünün arsız bilginleri gibi her şeyi heveste parçalayıp, deşip, bölerek anlamaya çalışmasa..
Parçalanıp, deşilip, bölünmesek..
Kadının çok kurcalanmadan anlaşılıp sevileceğini bilse erkekler..
Öyle anlasa bizi insanlık ve bu hayat..
Yazının özü olan o ‘Hiçlik Fısıltısı’na daha çok enerji ve zaman ayırabilirdik..


Çünkü..
Bizden, bu gövdeden ne kalacaksa geri o fısıltıda gizli..
O fısıltıdan uzak yazılan kelimeler uçup gidecekler..
Ya biz, bu gövde?
O ne zaman sökülür?
Sonra nerede dikilir yeniden.. en maharetli yara dikici elinden?


Gene kimse kıymetini bilemeyecek yaşamın..
Çünkü kimse gerçekten anı yaşamıyor..
Ve bu yüzden yaşam da kimsenin kıymetini bilemeyecek..
Belalı bir med-cezir yaşam..
Uzağındayken onu düşünmeden yapamadığım, içindeyken ise kendimi ondan uzaklaştırdığım örselenmiş bir aşk gibi.. daimi bir çekişme, didinme, mücadele..


Şimdi sanki..
Suların çekilme zamanı..


Sularımız çekiliyor bazen..
Yaz boyunca dalgaların ve meraklıların parçaladığı ne varsa kıyıda kalıyor, toprakta sürgün..
Onlara kalıyor elleyerek bozdukları ne varsa..
Biz geri çekiliyoruz; büyük..tuzlu..mavi.
Deniz kendi kendini iyileştiriyor kış boyunca, bizim gibi..


Dedim ya..
bir çocuğun kendi kendine dalıp hiçleşmesi gibi.. deniz de kendi karnına dönüyor.. biriktirmek için balıklarla ve yosunlarla fısıltılarını..
Bütün bir kış en yetenekli elleriyle kendi kendini okşuyor sular, şifa veriyor kendine..
Sonra elbette yazımız geliyor.. en arsızı mevsimlerin..
Yükseliyor sular ve insanlığa sunuyor gövdelerimiz kendilerini..
Merakla uğraşsınlar, kurcalasınlar, birikmiş fısıltılarda yıkansınlar..
Nasılsa bikaç kişi duyacak suların dibine daldığında gelen o mavi gürültüyü.. görecek denizinkızını..
En fazla bikaç kişidir nefes almayı unutacak suların dibinde, ileri doğru baktığında gördüğü sonsuz maviye dalarak..


Yedincioda..
Gövdenin ve kelimelerin med-ceziri..
Hep böyle yükselecek ve geri çekilecek..
Ten yaşamaya doyana kadar kavga, hayat, orman bitmeyecek..
Nefes yorulana kadar da.. Bu deniz kendi kendini çoğaltacak..
Med mi şimdi?
Cezir mi?
Sen Söyle..


(Med-Cezir - Elif Şafak)