11 Aralık 2013

Mavi En Sıcak Renktir


Beach House - Take Care


Büyümek ne kadar zorlu bir süreçti.. Özellikle de hayatı kenardan seyredenler değil de bizzat içine dalanlar için.. Bir hayatı birlikte yaşayabilmek ne kadar zordu.. Özellikle de farklı kültürel sınıflarda yetişen iki insan için.. Aşk ne kadar zorlu bir süreçti.. Özellikle de iliklerine kadar sarstığında aşıkları..



Adele.. Henüz 16 yaşında filmin başında.. Hayata karşı iştahlı ve meraklı, daima koşturan bir genç kız.. Yemek yemeyi çok seviyor.. Emma’nın dediği bir yerde, oburluğundan değil de aslında iştahından.. Makarnayı çok seviyor, krep yerine döneri tercih ediyor, tavuğu derisiyle yiyor, mutsuz olduğunda yemek üzere yatağının altında çikolata kutusu saklıyor. Edebiyatı çok seviyor. Öğretmen olmak ve çocuklara güzel şeyler öğretmek istiyor. Orta sınıf bir ailenin tek çocuğu. Her orta sınıf ailenin çocuğu gibi geleceğini planlarken, para kazanmak zorunda olduğu gerçeğiyle birlikte düşünüyor. Adele güzel, doğal, sıradan bir genç kız. Gözlemlemeyi seviyor her yeni şeyi.. Sonra da denemeyi.. O öğrenerek yaşamıyor, yaşayarak öğreniyor.



Ve karşı cinsle ilk tecrübesi.. Thomas.. Ne arkadaşlık anlamında ne de cinsellik anlamında hayal ettiklerini, umduklarını bulamıyor Adele.. Kitap okumayı sevmiyor oğlan, hayatında tek sevdiği kitap edebiyat öğretmeninin onlar için çözümlediği bir kitap.. Oysa Adele, öğretmenlerinin kitapları onun için çözümlemelerini dahi istemiyor. Kendi kaybolmayı seviyor kitabın içinde.. Kendi yaşamayı seviyor, ona birinin öğretmesini değil.. Ve olmuyor.. İlişkileri daha ilk yaşanan cinselliğin ardından bitiyor.. Çünkü o hani en başta kişiler daha birbirini tam tanımazken oluşan cinsel tutku oluşmuyor.. Öyle ya “haz” olmadan da “aşk” başlamıyor..


Ve bir gün caddenin karşı tarafında bir kız görüyor.. Kül mavisi saçları olan bir kız.. Birbirlerinin yanlarından geçerken gözgöze geliyorlar.. Ve Adele sersemliyor adeta.. Karşı koyması imkansız bir aşkın içinde, hazla, tutkuyla, iştahla keşfediyor Emma’yı devamında da..


Emma.. Güzel Sanatlar Fakültesi son sınıf öğrencisi.. ressam.. Burjuva bir ailede büyümüş, makarna yerine istiridye yeniyor akşam yemeklerinde şarap eşliğinde.. Ailesi, arkadaşları, tüm çevresi ve tüm hayatı kültürle ve sanatla içiçe geçmiş. Onun için yaşam demek sanat demek.. Ve Emma da Adele ile aralarındaki haz dolu aşka bırakıyor kendini..


Adele ailesinden de arkadaş çevresinden de gizliyor lezbiyen ilişkisini.. Emma rahat çünkü onun çevresi, cinsel tercihlerine göre insanları sınıflandıran bir çevre değil.


Emma, Adele için tam bir kılavuza dönüşüyor ilişkileri sırasında. Adele hemen her şeyi öğreniyor Emma’dan.. Sanatı, resimi, istiridye yemeyi, lezbiyen barlarda içilen içkiyi, sevişmeyi, aşkı ve en sonunda da sadakati.. Adele, Emma’dan pek çok şeyi öğrenirken, diğer tarafta ise durum aynı değil.. Emma Adele’den neredeyse hiçbir şey öğrenmiyor.. Biraz makarna sevmeyi belki..


Birlikte yaşadıkları dönemlerde, Adele öğretmenlik yapıyor, evde yemek yapıyor, bulaşık yıkıyor, kahve yapıyor. Emma resim çiziyor, Adele’in nü tablolarını yapıyor, sanat yapıyor, dergi okuyor.. Emma Adele’i anlayamıyor, ona sürekli istediği şeyi keşfetmesi, içindeki yeteneği keşfetmesi için destek olmaya çalışıyor. Çünkü Emma’ya göre bir insan mutlaka sanatın bir dalında kendini bulmalı ve yaşamalı, kendi istediği şeyleri yapmalı.. Adele henüz ne istediğini bulamadı ve bu yüzden mutsuz sanıyor. Sanatsız bir insanın yaşayabileceğini ve mutlu olabileceğini anlamıyor. Onu yazmaya teşvik etmek için uğraşıyor mesela. Oysa Adele bu kadar. Öğretmen olmak istiyordu ve oldu. O öğretmenlik yapmayı ve evde yemek yapmayı seviyor. Bunlarla mutlu oluyor.


Çevrelerindeki dünya, eşcinsel olmalarını bir şekilde kabul edebilir belki ama sınıf farkını kabul etmiyor hayat.. Çünkü işte o sınıf farkı ikisinde farklı kişisel isteklerin ortaya çıkmasını sağlıyor..
(Zaten yönetmenin bütün filmlerindeki kahramanları “kendi sınıflarına hapsolmuş karakterler”)



Ve zamanla, geçen yılların ardından.. Yoğun cinsel tutkuya ve yaşadıkları kuvvetli hazlara rağmen farkında olmadan ilk uzaklaşan kişi Emma oluyor.. Çünkü Adele ile konuşacak pek de fazla bir şeyleri yok. Oysa Emma sanattan konuşmak istiyor, resimlerden ressamlardan konuşmak istiyor.. Ve bunları konuşabileceği insanlarla, arkadaşlarıyla gittikçe daha çok vakit geçirir oluyor.. Aslında tüm arkadaşlarını Adele ile de tanıştırdı ama Adele onların yanında kendisini rahat hissetmiyor, eksik hissediyor, bilgisiz hissediyor ve bunu da Emma’ya söylüyor.. Böylece Emma eve gittikçe daha geç gelmeye başlıyor. Adele gittikçe yalnızlaşmaya.. Emma’nın başka bir kadınla birlikte olduğundan şüpheleniyor.. Sonunda da yalnızlığın ve kıskançlığın getirisiyle birlikte bir gece bir erkek öğretmen arkadaşıyla birlikte olmaya başlıyor.



Bir zaman sonra Emma bunu öğreniyor. Ve inanılmaz sert bir tartışma sahnesinin ardından Adele i evden kovuyor. Yüzlerce film izledim, bu sahne izlediğim en iyi ayrılık sahnesiydi diyebilirim! Emma’nın kandırılmış ve aldatılmış olmanın ardından öfke dolu, tavizsiz, semsert duruşu ve bağrışları insanı koltuğunda yerine mıhlıyor izlerken.. Ardından Adele’in sümükleriyle gözyaşlarının birbirine karıştığı o karanlık caddedeki bağıra bağıra ağlayarak yürüyüşü..


Emma, güçlü, karakteri oturmuş, hayattan ne istediğini bilen ve tavizleri olmayan bir kadın.. Adele ise henüz büyüyememiş, hareketlerinin sonuçlarını ve hatta neden yaptığını düşünmeyen bir çocuk.. İşte sonunda da bu büyüyememişliğin getirisi olarak, öğretmen arkadaşıyla yaşadığı aptalca ilişki ona çok pahalıya patlıyor.. Emma’yı kaybediyor..


 
 


Ve ayrılığın ardından gelen boşluk hissi.. artık sevilmediğini hissettiğinde yaşanan yalnızlık hissi.. acı çekme dönemleri .. Ve bir şekilde hayatta kalış, hayata devam ediş..



3 ayrı geçen yılın ardından bir gün kafede buluşan iki eski sevgili.. Adele’in yeniden birleşme isteği.. Emma’nın hayatında başka bir kadın olması sebebiyle kabul etmeyişi.. Yine her sahnesini hayranlıkla izlediğim filmin en iyi sahnelerinden biri daha.. İkisinin de bakışlarından dokunuşlarına, susuşlarından konuşmalarına, ağlamalarına kadar her anıyla anlıyorsunuz ki; ikisinin arasındaki aşk aslında hiç bitmemiş.. Anlıyorsunuz ki birbirlerinde buldukları o hazzı, o cinsel tutkuyu ve o büyülü birleşmeleri ikisi de bir başkasında bulamamış.. Anlıyorsunuz ki birbirlerini hala o tutkulu hisle seviyorlar.. Ve anlıyorsunuz ki Emma Adele i affetmiş üstelik.. Ve bir an ikisini de kendini ortamdan kopmuş ve yine çılgınca o aşklarının içinde hissederken görüyorsunuz.. Ama sonra Emma’nın sayesinde anlıyorsunuz ki; evet cinsel tutku, hazsal doyum, birbirinde kaybolunan birleşme kolay bulunan bir şey değil ve çok önemli ama.. ama yeterli değil.. hayatı birlikte yaşamak için aynı dili de konuşabilmek gerekiyor.. Çünkü paylaşılan koca bir hayat..


Ve finalde Emma’nın resim sergisinden çıkan Adele’in yalnız başına yürüyüşü.. Ve fonda çalan müzik.. Adele’in Emma ile ilk karşılaştıkları sahnede sokakta çalan müziğin aynısı.. Sanki diyor ki film.. Adele’in hayatındaki Emma dönemi artık bitti..


Evet çünkü filmin her ne kadar adı “Mavi En Sıcak Renktir / Blue is the Warmest Color” olarak bilinse de filmin orijinal adı aslında: “La Vie d’Adele”.. Yani biz Adele’in hayatını izliyoruz.. Ve zaten kamera hep Adele'le birlikte. Onun olmadığı mekanlara götürmüyor bizi. Onun ilgisini çekmeyen şeyleri pek göstermiyor bize. Yönetmen Adele'in hayatıyla ve olayların Adele'de yarattıklarıyla ilgileniyor.


Adele.. Ergenliğin ardından kaybolmuş, sonrasında merakla ve iştahla her şeyi deneyen ve yaşayarak öğrenen, sevişerek büyüyen, acı çekerek olgunlaşan bir genç kadının hikayesi.. Kırılgan ve çoğu zaman salya sümük ağlayan Adele..


2013 yılında izlediğim en iyi filmdi diyebilirim bu film için.. Ve tadı içimde gün geçtikçe daha da güzelleşen..

Filmin Künye Bilgilerini de yazalım hemen:
 
Orijinal Adı: La Vie d'Adele
İngilizce Adı: Blue Is The Warmest Color
Yönetmen: Abdellatif Kechiche
Oyuncular: Léa Seydoux, Adèle Exarchopoulos
2013, Fransa, 179 dakika.
Ödüller:
2013 Cannes Altın Palmiye
2013 Fipresci Yılın En İyi Filmi
Altın Palmiye’nin yönetmen Abdellatif Kechiche ve iki başrol oyuncusu Léa Seydoux ile Adèle Exarchopoulos olmak üzere 3 kişi tarafından paylaşılması yönüyle bir ilke imza attı.
Şimdiye kadar 36 tane ödül aldı. 


Eşcinsel bir ilişkinin filmi diye bakılmamalı Mavi En Sıcak Renktir’e. Bu çok büyük bir haksızlık olur. Büyümek, Haz, Aşk, İlişkiler, mutluluk, mutsuzluk, ayrılık, acı, tutku, yalnızlık ve sınıfsal kültürel farklar üzerine 180 dakikalık bir şölen izliyor insan.. Derin bir karakter incelemesi hakim filme.. Oyunculuklara zaten bir şey diyemiyorum kusursuzdu iki kız da kendi karakterlerini anlatmada..


Film çok fazla yakın plan ve hareketli kamera kullanılarak çekilmiş. Dolayısıyla bir yandan yorucu bir durum bu. Ama yakın plan, başka hiçbir şekilde yakalayamayacağımız ayrıntıları görmemizi sağlıyor. Bir yüz ifadesi, bir bakıştaki duygu, bir durum.. Yakın plan, gördüğümüzün gerisine de bakabilme şansı veriyor.. Mesela iki kızın ilk görüştükleri anlarda, biri diğerine bakmazken, yüzünü detaylı inceleyişi o meraklı bakışları.. sonra bakarken yakalanınca gözlerini kaçırışı.. Gülerken bir yanı daha çok kıvrılan dudaklar..


Filmdeki uzun sevişme sahnesi, filmin ardından en çok konuşulan konulardan biriydi.. Kendi açımdan bakarsam benim için izlemesi kolay olmadı aslında bu uzun sevişme sahnesini.. Hatta ara ara gözümü kapattığım bile oldu itiraf etmek gerekirse.. Ama bu sahnenin kötülüğünden ya da başarısızlığından değil, sadece iki kadının sevişmesini bu derece uzun izlemeye alışık olmadığımdan oldu.. Film açısından düşündüğümde kesinlikle çok doğru buluyorum uzun sevişme sahnesini.. Çünkü filmin tamamı çok gerçekçi iken ve neredeyse bir belgesel çıplaklığında çekilmişken film, iki kadının arasındaki en kuvvetli bağın eşsiz bir cinsel tutku ve haz olduğu birkaç dakikalık klasik sevişme sahneleri ile anlatılamazdı..


Yönetmen diyor ki: "Cinsel eylem, ruh dilinin bir ifadesi. İki insan âşık olduğunda seks onların birleşme arayışı oluyor." Ve Aşkın içinde yer alan hazzın, aşkla birlikte yaşanan o tutkunun, önemini yeniden hatırlatıyor insana film.. Ama her boşluğu dolduran tutku yok olduğunda sınıf farklarının ve hayat görüşlerinin nasıl önem kazanmaya başladığını da gösteriyor..
Aşk bizi büyütüyor.. Ama her zaman olduğu gibi Hayat Daima Aşktan Büyük kalıyor..


Fragman:

 

21 yorum:

siyah dedi ki...

çok merak ediyorum bu filmi ya. postu da ekstra bi heyecanla okudum,merakımı katladı.Teşekkürler...

7.oda dedi ki...

illy, imkanın varsa ilk fırsatta ve hatta sinemada izle derim :) filmi izledikten sonra da yorumunu beklerim, bakalım sen sevecek misin..

siyah dedi ki...

o zaman hafta sonu mutlaka izliyorum:)orum gelecek:)

erdal dedi ki...

mavi gri özgür saçlar :) ..cinsellik sadece ara araç / mühim olan aşk :) ama sevismeden aşıkta olunmuyor : ) sevisincede gecistirmeler basliyor.. guzel film..

Mia Wallace dedi ki...

harika anlamtışsın ve bayıldımmm!

7.oda dedi ki...

Erdal, bunların sevişince geçiştirme değil de bizzat başka şeylerde hayatı paylaşamama yüzünden bitti ilişkileri.. Hakkaten çok güzel film bence de :)

7.oda dedi ki...

Mia; aslında inan daha söyleyeceğim çok şey vardı ama baktım sayfalar sürdü yazı, kestim :) izlemediysen tavsiye :)

banu dedi ki...

çok merak ettim,çok güzel yazmışsın bu arada iyi ki yazmışsın :))

dark... dedi ki...

Etkileyici...

7.oda dedi ki...

Banucum, zor ama fırsatın olursa mutlaka git Koruparkta :)

7.oda dedi ki...

dark.. gerçekten öyle.. fazlasıyla etkileyici!

Profösör dedi ki...

Filik güzel kritik edilmiş. Aynı zamanda da analitik bir anlatımınız var. Tebrik ederim. Ben de merak ettim doğrusu filmi. Dha çok kurgusunu. Teşekkür ederim bu çalışmanız için.

rimedzo dedi ki...

Filmi, bu çok başarılı yazıyı okuyarak öğrenen herkesin bir de filmi izleyerek anlaması gerek...

Unknown dedi ki...

Film hakkında çok yorum okudum en samimi olani buydu :) öyle güzel ifade etmissin ki filmin tüm sahneleri gözümde tek tek canlandı... Emma nin Adele ile tartistigi sahne muthis basariliydi... Hayatımda bir tartışma sahnesinden bu kadar çok rahatsız olduğumu hatirlamiyorum.

7.oda dedi ki...

profösör; kurgu yapısı düz lineer bir kurguydu.. kurgudan ziyade doğru anlatım şekli ve müthiş oyunculuklar ve yakın plan çekimler filme damgasını vuran..

7.oda dedi ki...

Rimedzo; bence de valla.. böyle müthiş bir filmi izlemeden geçmemeli insan.. imkan varsa sinemada hatta..

7.oda dedi ki...

Lev, değil mi! ben nefes almadım resmen o sahnede, böyle koltuğuma çivilendim sanki! bu arada tam tartışmanın sonunda, Adele i kapı dışarı ettikten sonra Emma, pencere kullanımı da müthişti.. Artık dünyaları ayrılmıştı!!!!

Mia Wallace dedi ki...

mimledim seni :)

Adsız dedi ki...

İran,
Başlangıç olarak doğrusunu söylemek gerekirse senin kritiğin filmin kendisinden öne geçmiş ve filmden çok daha güzel.
Film eleştirisi, aslında filmden çok filmi izleyen gözün ve yüreğin penceresini içerir çoğu zaman. Sonuçta bir özet değil anlatı. Bu nedenle senin içinden geçenler ve gördüğün göz filmi güzel kılmış.
Ben açıkçası senin kadar etkilenmedim. Oyuncu seçimlerine diyecek yok, Adele çok güzel, nadiren bu kadar güzel gülen ve ağlayan kadın gördüm. İsminin anlamı "adalet"miş. Bir anlamı olmalı filmde kullanılmasının, salt oyuncunun kendi ismi olduğundan değil herhalde ama bilemedim.
Film çok uzun, haddinden fazla uzun bence. Ulis'in Bakışı ya da Pulp Fiction gibi keyif veren bir uzunluk değil hem de. Gerçekten de insanı yoran, yıpratan bir uzunluk. Elbette bu karakter tahlillerinin çok daha net anlaşılmasını sağlıyor. Yönetmen kendisine oynayacak geniş bir alan yaratmış, tepe tepe de kullanmış ama daha kestirmeden de anlatılabilirdi bence.
Adele'deki keskin geçişler müthiş. Ayrılıktan sonraki ruh halinde olan değişiklikler, neşeli anaokul öğretmeninin asabi ilkokul öğretmenine dönüşüne bayıldım. Büyümek gerçekten de sancılı ve ürün her zaman çok lezzetli olmuyor. Yeşil eriğin haşarı hali ile kırmızı olmuş can eriğin gereksiz sululuğu gibi.
Ben en fazla son sahneyi beğendim. Adele'nin heyecan ile hazırlanması.. Siyah çorap giyeceği halde hevesle sürdüğü kırmızı ojeler; belli ki farklı bir hayali var. Çoraplarını çıkartmayı hayal etmiş besbelli. O ne güzel bir mavi elbise. Yönetmen imzasını atmak istemiş besbelli. Kaçımız aynı nehirde bir kez daha yıkanmayı hayal etmedik ki? Kaçımız Adele'nin hayal kırıklığını yaşamadık. Joachim sergiye koyduğu eserleri değerlendirirken "maviden kırmızıya geçişini" vurguluyor ve sert bir tokat atıyor bilmeden duygusal öğretmene. Son darbe ise Emma'dan geliyor, Lise ile çılgınca öpüşerek. Adele'nin gidişi, elinde bir sigara ile, bir şiir gibi. Uzunluğundan şikayet etmediğim tek sahne herhalde o gidişiydi.
Sinemanın kendine ait bir dili var muhakkak. Her saniyesi roman yazarının harfleri gibidir ve o ne kadar dikkatli kullanıyorsa yönetmen de bence o denli dikkatli kullanmalıdır o harfleri. Eğer sahnelerin uzunluğu mesaja hizmet etmiyorsa gereksiz bir hal alıyor. Sevişme sahnelerinin içeriğinden çok yine gereksiz uzunluğu beni yordu. O bölümlerde sıkıldım açıkçası. Avrupa sinemasında da Türk Sinemasının hastalığı var gibi: uzun sahneler daha sanatsalmış gibi görünüyor.
Evet güzel bir film, ama senin kritiğinde betimlediğin kadar değil :)
Nasır Ali

7.oda dedi ki...

Nasır Ali,
Filmin uzunluğu konusundaki eleştirilerine katılmıyorum. Bu tam olarak gerekli. Seni yoran yakın planlar da tam olarak gerekli. Çünkü bu film görüntüyle hikaye anlatıyor, repliklerle değil! ki bu da muhteşem bir şeydir işte. Gerçek sinemadır. Hikayesini görüntüyle anlatan.. Şöyle düşünmeni isterim, Filmde iki karakterimiz de aslında çok çok nadiren duygusal dünyalarına dair bir iki kelam ediyorlar. Hiç bir replik yok onların aşkını anlatan, büyümelerini anlatan, ilişkilerini anlatan. neredeyse hiç! eğer bu hikaye bolca replik ile anlatılsaydı bu kadar uzun da olmazdı! her yerde izlediğimiz filmlerden olurdu.
Sevişme sahnelerinin uzunluğuna gelince.. yazdığım gibi ben kişisel olarak izleyemedim tüm sahneyi, kaçtım görüntülerden gözümü kapatıp. Ama bu kişisel. Başarılı bir sahnenin hakkını vermek lazım. Uzunluğu yine tam da "gerçekçilik" noktasında önemli. Hiç bir sevişme, çoğu filmde izlediğimiz gibi 3 dakikalık güzelleştirilmiş sahne gibi olmuyor. Hele ki iki vücudun birbirini ilk tanıması ise!! Bütün bir filmi belgesel çıplaklığında gerçekçi yap, sonra gel sevişme sahnesini 3 dakikalık bir şölen yap. Olmaz!

Final sahnesindeki tespitlerine bayıldım! Siyah çorap ve kırmızı oje detayı dikkatimi çekmemişti..

Kısacası; film hakkında yaptığın hiçbir kötü eleştiriye katılmıyorum. Diğer tüm tespitlerine bayılıyorum :)

Not: Bazı iyi filmleri ilk izleyişin kesinlikle sinemada olmalı. Evde yazık edilmemeli :)

Bugün Yozbat Blues ile açılışı yapmışsın, harika!

Adsız dedi ki...

Yok İran, yakın planlar beni yormadı, sevdim hatta. Fotoğrafta da severim yakın planı. Onu sen yazında öyle yorucu olarak değerlendirmişsin, doğrudur da ama ben severim. Beni gereksiz biçimde uzun ve sahneler yordu. Tabii bu tamamen benim öznel düşüncem, sinemada seyretsem değişir miydi düşüncem, onu da bilemiyorum.
Replikler olmadan yapılan filmler muhteşemdir, gerçek sinemadır demek de pek doğru değil. 12 Angry Man için ne diyeceğiz o halde? 12 adam durmadan film boyunca konuşuyorlar, sence gerçek sinema değil mi? Replik kullanımı yönetmenin dilidir, ister az konuşur, ister çok konuşur. Sinema yapıyorsa saygı duymak gerek, ona kalmış bir şey.
Genel olarak sezonun kaliteli filmlerinden, senin eleştirin ise çok daha kıymetli. Tekrar teşekkürler paylaşım için.
Nasır Ali