31 Mart 2009

Tarçınlı Ninni



AMEL MATHLOUTHI - NACI EN PALESTINA


Girdabın en güvenli ve durgun merkezine derken..
Döne döne meğer doruğuna varmışım bir dağın..
Vurgun yemiş gibiyim işte...
Felçliyim ve her yanım rüzgara açık..
Eşiğindeyim savruluşların..
Ufalanıp geliyor taşlar elimi atsam
Yıkılıyor Dağ !
Ve deyim yerindeyse küsüyor dağa ne kadar tavşan varsa içimde..
Yüzlercesi soluk soluğa eteklerde..

Zorla boşaltılmış bir Yunan köyü gibi şimdi içim..
Aşk değildiysen sen, kimdi içimde akan ırmak ?
Kör gibi esiyor içimde rüzgarlar, kumlar doluyor gözlerime..

Bu savruluşun eşiğinde ve bakarken penceresinden unutu(lu)şun,
Yalnız benim tarçınlı ninnimi söyleyeceğim..

24 Mart 2009

Seks ve Şehir



(DARKSEED - LIFE)

Evet 11 yıl geç de olsa başladım Sex and The City i izlemeye..
98 yılında yani dizinin ilk senesinde Cine5 vardı bizde.. gazeteden kuponla almıştık bir yıllık cine5 aboneliği :)
sahi yaa bir zamanlar gazetelerden kupon biriktirirdik günlerce :)
o yıl izlemiştim diziyi, ilk yılıydı..
sonra bizim abonelik bitince kaldı öylece..
yıllar geçti..
geçen yıl da kaç sezon sonrası final filmi çekilmişti. O gün karar vermiştim. En baştan bütün sezonları bulup izleyeceğim diye. Sağolsun Orhan 1. sezonu buldu getirdi.. ve ben de başladım bakalım uzun zamandır özlemle beklediğim dizinin ilk bölümünden izlemeye..
yıl 98 unutmamak gerek..
ama 98 yılının NewYorkundaki hayat ve ilişkiler günümüz Türkiyesindekiler gibi..
o zamanlar bu dizi uçuk bir şey gibi gelmişti bana, yaa işte demiştim gavurlarda böyle demek ki hayat:) e bi de ben de o zamanlar, evliyim ve hayata cam bir fanusun içinden bakıyorum güvenle..
şimdi geçen gece 1.bölümü izleyince, bir zamanlar “vay beee” diyerek izlediğim şeylerin şu anda bana nasıl da normal geldiğini görüp hayrete de düşmedim değil..
Böyleydi hayat şimdilerde.. aynen bu dizideki gibiydi ilişkiler de..
11 yılda nasıl değişmiştim ben, değişmişti hayat, değişmişti ilişkiler..

aslında bu ilk bölümün diyaloglarının tamamını yazmak istiyor canım.. hepsine söylemek istediğim şeyler birikiyor içimde izlerken.. e tamamını tek bir yazıda yazamasam da baştan bir başlayayım istiyorum..


Günün birinde, Ingiliz bir gazeteci New York'a gelir. Elizabeth.. çekici ve ışıltılıdır. Vakit kaybetmeden şehrin tipik, seçkin bekarlarından birisiyle çıkmaya başlar.
Tim.. 42 yaşında, beğenilen ve saygı duyulan bir yatırımcı... Yılda 2 iki milyon dolar kazanan...
Bir gece, bilindik New York modasına uygun bir şekilde... bir galeri açılışında karşılaştılar.
İlk görüşte aşk işte buydu.
Bilirsin...
İki hafta boyunca takıldılar... romantik restoranlara gittiler... harika seks yaptılar... en derin sırlarını paylaştılar.
Ilık bir bahar günü... adam onu New York Times gazetesinde gördüğü bir eve götürdü.
O gün, Tim soruyu patlattı.
- Salı gecesi bizimkilerle bir akşam yemeğine ne dersin?
- Çok isterim.
Salı gecesi, kötü haberlerle onu aradı.
- Annem kendini pek iyi hissetmiyor.
- Peki, Tanrım, Üzüldüm.
- Kısa bir süre erteleyebilir miyiz?
- Tabii ki. Annene söyle, umarım en kısa sürede kendisini daha iyi hisseder
Adamdan iki hafta haber alamayınca, kendisi aradı.
- Tim, ben Elizabeth. Kısa dediğin süre korkunç bir şekilde uzadı.
Adam boğazına kadar işe boğulduğunu ve ertesi gün onu arayacağını söyledi..
Ve asla aramadı, tabii ki.
PİÇ.

Bana bir gün kahve içerken anlattı Elizabeth bunları..
- Anlayamıyorum. İngiltere'de birlikte ev bakmak bir anlam ifade eder.
Kimsenin ona Manhattan'da aşklar nasıl biter anlatmadığını fark ettim o an.
Masumiyetin varolmadığı, çağa hoşgeldiniz.
Kimsenin Tiffanys'de kahvaltısı yoktur ve de asla unutamadığı aşkları.
Aslında, biz 7:00'de kahvaltı ederiz...
ve aşkları elimizden geldiğince çabuk unutmak isteriz..
Kendini korumak ve hesabı kapatmak, işte bu en iyisidir.

Aşk tanrısı uçarak kaçtı.
Nasıl bu karmaşanın içine sürüklendik?
Bu şehirde aynı durumda olan binlerce belki onbinlerce kadın vardır.
Hepsini tanıyoruz, ve harika insanlar olduklarını biliyoruz.
Seyahat ederler. Vergilerini öderler. Manolo Blahnik'ten bir çift bantlı terliğe 400$ öderler.
Ve hepsi yalnız.
Sanki Sfenks'te bir bilmece gibi.
Neden ortalıkta bu kadar çok mükemmel bekar kadın var...
ama hiç adam gibi bekar erkek yok?

Evet dizinin başlangıcı aynen böyle..
Süreleri değişmekle birlikte bütün ilişkiler hayranlıkla ve tutkuyla başlar, yaşadıkça tükenir ve biter..
burda anormal bir durum yok..
anormal olan durum BİTİRİŞ şekli.

Neden adam gibi başladığımız ilişkileri adam gibi bitiremiyoruz??
Neden bitişe geldiğimizde kaçak oynuyoruz ??
Bittiyse bitmiştir, neden bu bitişi karşı tarafın yüzüne söyleyemiyoruz ??
En klasik bahaneye sarılıp: “işlerim yoğun, zaman bulamıyorum” dediğimizde karşı tarafı kandırdığımıza inanıyor muyuz gerçekten..??
Gerçekten kaçak bir bitirişin sebebi, karşı tarafı incitmemek olabilir mi ??

Eskiden böyle düşünürdüm..
karşımızdaki henüz duyguları bitmemiş kişiyi kırmamak, üzmemek, incitmemek için “bitti” demek yerine, ona eskisi gibi ilgi göstermeyişimizin sebebini yoğunlaşan işlere bağlamak daha iyi, daha az kırıcı diye düşünürdüm..
Artık öyle düşünmüyorum uzun zamandır..
Adam gibi başladığımız şeyi adam gibi bitirmemiz gerektiğini düşünüyorum.. onu oyalayarak, kırmamak adına bulduğumuz bahanelerin, söylediğimiz yalanların ona saygısızlık yapmak olduğunu düşünüyorum..

Hem zaten biliyor musunuz, artık kimse bu aldatmacaları da, yalanları da, oyalamaları da yemiyor..
herkes durumun farkında..
eskiden de işleri yoğunken, sevgiliyi 5 dakika görebilmek için bile akla hayale gelmeyecek sebepler yaratabilirken, şimdi işlerin yoğunluğundan telefon etmeye zaman bulamaz mı insan??
Kim kimi kandırıyor aslında belli değil..
Biri yalanı söyleyerek karşı tarafı kandırdığını sanıyor..
Diğeri de yalanı yemiş gibi berikini kandırdığını sanıyor..

Oysa büyütmemek lazım bazen ilişkileri de hayatı..
Olduğu gibi yaşamak lazım..
Bugün birisi için yanıyor olabilir yüreğimiz.. bu hep böyle olacağı anlamına gelmez değil mi..
Herkes sadece bugünkü hislerinin arkasında durabilsin yeter aslında..
Yarın.. öbür hafta.. bir sonraki ay.. değişince duygular.. bitince hisler.. yine arkasında dur hislerinin.. "bitti" de .. kıvırma.. oyalama..

Çok mu zor gerçekten bu kadar dürüst olabilmek??
Kolayca sıyrılabilmek için olaylardan, hep küçücük yalanlara başvurmak zorunda mıyız??
Neden karşımızdakini sürekli aptal yerine koyuyoruz??
Neden sahip çıkamıyoruz duygularımıza hislerimize, arkasında duramıyoruz kendimizin??
Yaşarken de.. Bittiğinde de..

14 Mart 2009

Çıkış Yok

Dikkat bu yazı Stuck filmi hakkında spoiler içerir :)




(BAT FOR LASHES - WHAT'S A GIRL TO DO)

2001 yılında Texas'ta Chante Jawan Mallard adlı kadın arabasıyla Gregory Biggs adlı bir evsiz adama çarpar. Adam çarpmanın şiddetiyle vücudunun yarısı arabanın ön camından içeriye girmek suretiyle oraya sıkışır. Kadın, adamı hastaneye götürmek yerine o halde evine döner, arabasını garaja kilitleyerek, adamı orada ölüme terkeder. Daha sonra cinayetten suçlu bulunan Mallard, 2003'te 50 yıl hapis cezasına çarptırılır.

Bu gerçek olaydan yola çıkarak, "Adam, kadının kendisine yardım etmeyeceğini anlasa ve kaçmayı denese neler oldurdu?" sorusunun üzerine John Strysik'in senaryosu, Stuart Gordon'un yönetmenliğinde Stuck filmine dönüşüyor..

Çıkış Yok, birkaç oyuncu ve birkaç mekanla herşeyi halleden, düşük bütçeli, gösterişsiz bir B tipi korku filmi. Gerçeklik hissi ile birlikte oldukça da tedirgin edici..

Adını tam olarak yansıtan bir film.. Sıkışmışlık duygusunu her yönden ve her karakter açısından öyle kuvvetli hissettiriyor ki, kesinlikle bir çıkışı olmadığına inanıyorsunuz..


Özel bir yaşlılar bakım evinde hemşire yardımcısı olan Brandinin tek amacı işinde yükselebilmek.. Daha bu aşamada bile kapitalist sistemin insanı nasıl köşeye sıkıştırdığını hissetmeye başlıyorsunuz.. Müdürün ona nasıl yükselebilme umudu verip de fazladan çalışma yapmasını sağladığını görünce sanırım pek çoğumuz kendimizi hemşire Brandi ile özdeşleştirdik.. Brandi rolü için Mena Suvari çok iyi bir seçim kesinlikle.. melek gibi güzel bir yüzün ardında sanki insanı huzursuz eden bir hainlik varmış hissi veren bir tip çünkü.. ve filmimizde de gündüzleri, kaprisli hasta yaşlı insanlara pek çoğumuzun başaramayacağı kadar müthiş bir sabırla melek gibi davranan Brandi, akşamları bambaşka bir kadına dönüşüyor adete.. uyuşturucu ve sex ve serseri bir sevgiliyle örülü savruk bir hayat süren bir kadın.. iki apayrı kişilik gibi.. sanki içimizdeki iyi ve kötünün, düzgün ve serserinin, uysal ve cadının gözler önüne serilmiş hali gibi.. işte bu iki zıt kadın karakterini de yadırgamıyorsunuz Mena Suvarinin tipinde..

yine melek rolünde bir günü bitirmiş, akşamki rolüne bürünürken, yolda bir evsiz adama çarpar.. her kaza yapan insan gibi şaşkınlık ve korkuyu yaşar.. ve ilk önce hastanenin yolunu tutar, ön camında sıkışmış yaralı adamla.. fakat hastanenin önüne geldiğinde birden ani bir dönüş yapıp evine döner.. çünkü o kaza sonucunda işinde yükselemeyeceğinden ve sahip olduğu hayatı kaybedeceğinden korkar.. ve yaralı adamı evinin garajında ölüme terkeder..

herkes için içinden çıkılamaz bir sıkışma başlar..


adam kurtulmaya çalışır fakat ağır yaralı olduğundan kilitli garajdan bir türlü kurtulamaz.. o arabaya ve garaja sıkışmıştır ve ne kadar çabalarsa çabalasın oradan bir türlü kurtulamayacakmış hissini yaşamak biz izleyenlere düşer.. hatta zaman zaman, yeter artık ölsün de kurtulsun bile dersiniz, çünkü o kadar emin olursunuz kurtulamayacağından.. o kadar sıkışmıştır.. filmin tamamı boyunca yaralı, sıkışmış, fazla hareket edemeyen, fazla konuşamayan evsiz adam rolünü öyle başarıyla oynamış ki Stephen Rea, hiç konuşmasa bile o mimiklerle ve bakışlarla içimizi yine de öyle sıkıştırabilirdi..

diğer yandan hemşire kızımız için de büyük bir sıkışmışlık hissi vardır.. hayatın sıkıştırdığı zavallı bir bireyin çarkların arasında nasıl mücadele ettiğini, ve bu mücadelede her zaman bencilliğin kazandığını, bireyselliğin üstünlüğünü hissedersiniz. işini ve sahip olduklarını kaybetmemek uğruna bir insanı ölüme terkedecek kadar acımasız bir karaktere dönüştürmüştür bu dünya bir meleği ??

herkesin çıkışının olmadığı durumlar..
güçlü olanın kazanacağı bir hayat..
bireyselliğin ve bencilliğin nasıl canavarlar ürettiği..
çaresizlik..
köşeye sıkışmışlık..
kapitalist sistemin altında ezilen insanlar..
çocukluğumuzda çok sevdiğimiz ikinci el bir korku filmi atmosferi..
ve gerçeklik duygusu..
ve herkesi mutlu eden bir son sanırım..
ve böyle bir sona sevinen biz acımasız izleyiciler ..