26 Eylül 2006

dostum için..


Dostluğun oluşması için öyle yıllar geçmesi gerekmezmiş..
Geçenlerde anladım bunu..


Ben hep sanırdım ki.. kolay bişey değil sonuçta dostluk.. evet hep sanırdım ki.. bir arkadaşlık yıllar sonra ancak dostluğa dönüşebilir..

Yanılmışım..

Öğrendim ki.. yıllar geçmesi gerekmiyormuş..
Öğrendim ki.. dostluk her koşulda yanında, arkasında olmakmış..
Öğrendim ki.. dostluk düşeceği zaman düşmemesi için sırtından tutmakmış..
Öğrendim ki.. dostluk her şeye rağmen o düştüyse ona kucağını açabilmekmiş..
Öğrendim ki.. dostluk kucağını açtığın kadar evini de açabilmekmiş..
Öğrendim ki.. dostluk kendini değerli hissettirmekmiş en ihtiyacı olduğunda..
Öğrendim ki.. dostluk ona güvende olduğunu hissettirebilmekmiş..
Öğrendim ki.. dostluk gözyaşlarını silmek değilmiş, gözyaşlarıyla uyuyabileceği sıcak bir kucak verebilmekmiş..
Öğrendim ki.. dostluk için yıllar geçmesi gerekmiyormuş..


Hazır bu kadar çok şeyi öğrenmişken çok özel bir dostuma da buradan teşekkür etmek istiyorum.. adını söylemeyeceğim tabi.. o kendini biliyor :)

Teşekkür Ederim

(TOM WAITS -RAIN DOGS)

18 Eylül 2006

aşağılama

bir oyun oynuyorsan..
oyunu kurallarına göre oynayacaksın..
her oyunun kuralları vardır..
karşındaki oyuncuyu aşağılamayacaksın!!
çünkü aşağılarsan.. oyun bittiğinde geriye kalan tek şey.. akılda kalan tek şey yapılan aşağılama olur..
ister kazan ister kaybet..

13 Eylül 2006

ayak sürçmesi..


iğrenç bir umut var hala içimde..
kendime rağmen, içgüdümün sürekliliğinin tökezlemelerine bel bağlıyorum..
bu da yüreğin yordamında, dalgınlıkla isimleri, kapıları şaşırmakla eşdeğer..
herhangi bir ayak sürçmesi beni vücudumun üzerine düşürebilir..

(BAUHAUS - SHE'S IN PARTIES)

12 Eylül 2006

soru..

kafama takılan bir soru var..
bir kız, evli bir erkeğe bir pazar akşamı "ne yapıyorsun? canım sıkılıyor!" diye bir cep mesajı neden gönderir??
ya da aslında sorum şu: bu kız bu rahatlığı nasıl elde etmiştir??
ve kızla adam bir kez görüşmüşlerse!!..
cevap şıkları:
a- ona bu rahatlığı adam vermiştir
b- ona bu rahatlığı adam vermiştir
c- ona bu rahatlığı adam vermiştir
d- ona bu rahatlığı adam vermiştir
e-bu iki kişi aslında arkadaştır.. biz fesat düşüncedeyiz..

9 Eylül 2006

dizi film devam ediyor..


mutsuzların cesur olduğu bir dünyada yaşıyoruz..
kahramanlığın; kuşların göç yollarını bekleyen kadınlardan çok, insanları öldürmeyi iyi beceren adamlarla ilişkilendirilmesi bundan..

savaş.. bir “dizi film” gibi devam ediyor..
kimlerin arasında olduğu da çok önemli değil aslında..
zira gerçek taraflar hep arka planda..
işin doğrusu; kendilerini mutsuzluğa şartlandırmış bir azınlık, onların pervasızlığından korkan sessiz çoğunluğa karşı müthiş bir mücadele veriyorlar..

örnekleri uçlardan seçelim:
islamcı çoğunluğun tasvip etmemesine rağmen islamcı terörün hala devam etmesi..
aşırı sağcıların çoğunluğunun kınamasına rağmen aşırı sağcı mafya örgütlenmelerinin kronikleşmesi..
israil halkının çoğunluğunun taraftar olmamasına rağmen israil ordusunun lübnan’ı yerle bir etmesi de bundan..
bu zorbalık ve cesaret; kitlelerin hayatlarını en doğrudan etkiliyor..

yine çoğunluğun istemi dışında hızla yokolmaya gidiyoruz..
bu işler, ekonomiyi köklerinden koparıp aksak bir bilime çeviren, sözde gelişmiş ülkelerin mutsuz insanları tarafından yapılıyor..
mutsuz ve cesur olduklarından eylemlerinin sonuçlarından da çekinmiyorlar..

kimse biçare yerküreyi yüksek bir misyonu yerine getirmek için ele geçirmek derdinde değil.. sadece bir takım adamlar öğrendikleri usulde mutluluğu yakalamak peşindeler..

(BEIRUT, A WAR ZONE)

7 Eylül 2006

ağaç..


İnsan da ağaca benzer.
Ne denli yükseğe ve ışığa çıkmak isterse, o denli yaman kök salar yere, aşağılara, karanlığa, derinliğe, kötülüğe.


(ORPHANED LAND - THE EVIL URGE)

5 Eylül 2006

kaybetme korkusu..


Ayfer Tunç’un “Kaybetme Korkusu” isimli öyküsü; öykünün başkişisi Süsen’in kimliğinde aslında hepimizin içinde olan ve her an değişik biçimlerde yaşadığımız ya da duyumsadığımız bir korkuyu, “yitirme korkusu”nu nasıl da duyarlı bir biçimde işliyor..
Süsen’in bağımlılık boyutuna gelmiş olan yitirme ya da ayrılma korkusu, biraz abartılı kaleme alınmış.. ancak, trajıkomik bir boyut kazanan Süsen’in “yitirme korkusu” ya da “birlikte, yapışık yaşama bağımlılığı” aslında günlük yaşamda pek çoğumuzda itiraf edilemeyen, dillendirilmeyen derin ve dehlizi bir yarasal gerçek değil mi..

pek çoğumuz yaşam treninin yolcuları olarak arzu edilmeyen birlikteliklere sırf “durdurun treni inecek var” cesaretini gösteremediğimiz için katlanıp durmuyor muyuz.. o birlikteliklerin bağımlısı olarak yaşamıyor muyuz..
bu yaşantı içinde mutsuzluklarımızı, sevgisizliklerimizi, duygusuzluklarımızı ve kayıtsızlıklarımızı; sırf bu bağımlısı olduğumuz birlikteliklerin sürmesi adına gizlemiyor muyuz..
daha sonra da bu gizin girdabında ve dünyanın en kötü kokularını barındıran birlikte yalnızlıkların dehlizlerinde debelenip durmuyor muyuz..

işte Süsen, Süsen’in babası, Süsen’in kocası bizlerden birileri ve yaşadıkları bizim çoğu zaman fısıldayarak bile itiraf edemediğimiz gerçeklerimizden..
Ayfer Tunç, bu gerçeğin tam göbeğinden dalıyor konuya..

“bu avlu bastırılmış, ortak bir deliliğin açığa çıktığı bir iç âlemdir. Kışın daha sessiz ama daha kötücül olur. Pencereler sımsıkı kapalı olduğundan, yürekten kulak vermek gerekir acı çığlıklara, şehvetin iniltisine, şiddet, ihanet taşıyan fısıltılara. Ben de avlunun diğer insanları gibi hiçbir müdahale arzusu taşımadan, hatta fikir bile yürütmeden öylece izledim olup bitenleri.”
Ayfer Tunç’un bu ifadeleri bir şehirli için sürekli bir yaşam biçimi aslında..
öykü bir avlu çerçevesinde geçiyor..
mekan bu..
şehir yaşamında ise öykümüz (ömrümüz) küçük ya da büyük apartmanlarda geçiyor.. karşımızdaki dairede, altımızdaki, üstümüzdeki dairede insanlar ölse hiçbirimiz aldırmıyoruz..
sadece izliyoruz..
ne acı..
giderek beyinlerimiz de, yüreklerimiz de “avlu”ya dönecek gibi..
o avluda yere çakılırken yankılanan Süsen’in acı ve ölümcül çığlıklarına yalnızlığımız karışacak..

(UGO FARELL - PRECES MEAE)