5 Eylül 2006

kaybetme korkusu..


Ayfer Tunç’un “Kaybetme Korkusu” isimli öyküsü; öykünün başkişisi Süsen’in kimliğinde aslında hepimizin içinde olan ve her an değişik biçimlerde yaşadığımız ya da duyumsadığımız bir korkuyu, “yitirme korkusu”nu nasıl da duyarlı bir biçimde işliyor..
Süsen’in bağımlılık boyutuna gelmiş olan yitirme ya da ayrılma korkusu, biraz abartılı kaleme alınmış.. ancak, trajıkomik bir boyut kazanan Süsen’in “yitirme korkusu” ya da “birlikte, yapışık yaşama bağımlılığı” aslında günlük yaşamda pek çoğumuzda itiraf edilemeyen, dillendirilmeyen derin ve dehlizi bir yarasal gerçek değil mi..

pek çoğumuz yaşam treninin yolcuları olarak arzu edilmeyen birlikteliklere sırf “durdurun treni inecek var” cesaretini gösteremediğimiz için katlanıp durmuyor muyuz.. o birlikteliklerin bağımlısı olarak yaşamıyor muyuz..
bu yaşantı içinde mutsuzluklarımızı, sevgisizliklerimizi, duygusuzluklarımızı ve kayıtsızlıklarımızı; sırf bu bağımlısı olduğumuz birlikteliklerin sürmesi adına gizlemiyor muyuz..
daha sonra da bu gizin girdabında ve dünyanın en kötü kokularını barındıran birlikte yalnızlıkların dehlizlerinde debelenip durmuyor muyuz..

işte Süsen, Süsen’in babası, Süsen’in kocası bizlerden birileri ve yaşadıkları bizim çoğu zaman fısıldayarak bile itiraf edemediğimiz gerçeklerimizden..
Ayfer Tunç, bu gerçeğin tam göbeğinden dalıyor konuya..

“bu avlu bastırılmış, ortak bir deliliğin açığa çıktığı bir iç âlemdir. Kışın daha sessiz ama daha kötücül olur. Pencereler sımsıkı kapalı olduğundan, yürekten kulak vermek gerekir acı çığlıklara, şehvetin iniltisine, şiddet, ihanet taşıyan fısıltılara. Ben de avlunun diğer insanları gibi hiçbir müdahale arzusu taşımadan, hatta fikir bile yürütmeden öylece izledim olup bitenleri.”
Ayfer Tunç’un bu ifadeleri bir şehirli için sürekli bir yaşam biçimi aslında..
öykü bir avlu çerçevesinde geçiyor..
mekan bu..
şehir yaşamında ise öykümüz (ömrümüz) küçük ya da büyük apartmanlarda geçiyor.. karşımızdaki dairede, altımızdaki, üstümüzdeki dairede insanlar ölse hiçbirimiz aldırmıyoruz..
sadece izliyoruz..
ne acı..
giderek beyinlerimiz de, yüreklerimiz de “avlu”ya dönecek gibi..
o avluda yere çakılırken yankılanan Süsen’in acı ve ölümcül çığlıklarına yalnızlığımız karışacak..

(UGO FARELL - PRECES MEAE)

6 yorum:

Adsız dedi ki...

KAYBEDECEKLERİMİZDEN KORKUYORUZ BELKİ AMA EN ÇOKDA KENDİMİZ İÇİN ENDİŞELENİYORUZ FARKINA VARMADAN.ASLINDA YALNIZLIK KORKUSU BU BENCE.

aydark dedi ki...

Benliğin en büyük düşmanı korkudur.Hayatlarımızı korkularla yaşar korkularla sonlarız.Hergün yeni korkular ekleriz benliğimize,tek hücreli yalnızlığımızın süresini uzatır müebbete doğru kayan hayatlarımızda,yapay kaçış yollarında arıyoruz korkusuzluğu.Sanal dünyalarda yaşarken kendimizi, çizdiğimiz dünyamızda güvende hissediyoruz.Bunun alışkanlığında, süregelen yaşamın anlamını bulmaya çalışıyoruz.Herşeyin yalan olduğunu görmeden.Oysa yapılması gereken sevebilme cesaretine erebilmek korkmadan ve davranabilmek hissederek.Denizleri seviyorsan,dalgaları sevmiyorum diyebilme ihtimaline sahip olamassın..Yalnız kalacaksan da boş yaşama bari,kendine saygın olsun... :) slm d.k sevgiler saygılar..

7.oda dedi ki...

sevgili anonymous.. ben katılmıyorum yalnızlık korkusu olduğuna.. çünkü yalnızlığı çok seven ve isteyen isteyen insanlar bile "durdurun treni inecek var" cesareti gösteremiyorlar..

sevgili aydark.. yoktun uzun zamandır.. umarım iyisindir.. çözümün "sevebilme cesaretine erebilmek" olduğunu da düşünmüyorum ben.. sevgi hiç bişeyi çözümlemeye yetmez..

Adsız dedi ki...

her şeye rağmen
kaybetmeye
devam ediyoruz.
peki
kaybetmek
alışılanın dışında
bir kimlik sahibi olabılır mı..

7.oda dedi ki...

ilginç bir bakış açısı bu Alp, peki alışılanın dışında anlat bize öyleyse..

Adsız dedi ki...

ilginc bilgiler icin tesekkurler