30 Nisan 2008

Harflerim


Uzun zamandır ebelendiğim hiçbişeye sobe diyememiştim..
sıradan başlayayım dedim..
önce Bekriyanın harf ebesine, sonra Gaykedinin koku ebesine, sonra da Aslının kitap ebesine sobe diyeceğim :)

Bekriya ilk ebelediğinde düşünmüştüm..
alfabemizdeki harflerin sırayla bende ilk aklıma getirdiği kelimeleri yazacaktım..
ama geçenlerde Biyonun şifreli blogunda o değişik bir şekilde cevap vermişti ebelere :)
onun yazısını okuyunca aklıma gelen fikir sayesinde alfabedeki harflerden sırayla ve araya başka hiçbir kelime almadan bişeyler karaladım..

İşte benim alfabemin anlatıma dönüştüğü kelimeleri..

Aşk Bir Can Çatlağı Değil Elbette Fatoş,
Gece Hala Işık İçinde, Jokerse Karanlıkta.
Limon Masum Nasıl Olsa,
Öykünün Parlayışını Raksederek Sevdiğin Şarkılarla Tamamla.
Uzak Ülkeye Var.
Yar Zehirindir.

Ben de elimi sevgili Abi ye, Aslı’ya ve Vladimir’e uzatıyorum..

(MIDLAKE - ROSCOE)

28 Nisan 2008

Persepolis


2007 yılının en çok tartışılan filmlerinden biri.. bir animasyon.. ama çok farklı bir animasyon..
Aslında bütün animasyonlar gibi çizgilerden oluşuyor.. ama renk cümbüşü yok, konuşan sevimli hayvanlar yok, yaratıklar yok, çocuklara sunulmuş barış dolu bir dünya ise hiç yok..
Bunların yerine bolca politika, mizah, çalkantılı bir hayat ve epey tarafsız bir gerçeklik var..

İranlı yetkililer beklenildiği gibi epey tepki gösterdiler filmin yayınlanmasına ve özellikle ödül almasına.. filmin İslam devrimini eleştiren tavrından epey rahatsız olmuşlar ve batıdaki İslam fobisini körüklediğini düşünüyorlarmış..
Oysaki her şeyden önce bu film bir otobiyografi..
ve aslında film esas olarak Aidiyet sorununa dokunuyor..
Marjane'nin Viyana’da da kendi ülkesinde de yaşadığı topluma uyum sağlayamaması ve yabancılaşma filmin asıl dramatik yapısını oluşturuyor.
Ama öte yandan filmin İslam devrimi sonrasında İranda yaşanan özel hayata müdahaleye ve özellikle kadınların karşı karşıya kaldıkları ayrımcılığa getirdiği eleştirilerde haksız olduğunu söylemek de imkansız..

Küçük bir kızın gözünden İran devrimini ve toplumda yarattığı etkilerini anlatan ve özünde Aidiyet kavramını delik deşik eden bu yaratıcı animasyonun kendine has samimi bir yapısı var.. özellikle büyükanne karakteri aracılığı ile öne çıkan mizah duygusu, amca ile yapılan diyaloglar.. ve Tanrı hatta Marx ile bile hayalindeki konuşmaları hep samimiyet duygusuna hizmet ediyor..

Persepolis, batı ile doğunun arasına büyük uçurumların girdiği İslamın neredeyse terörizmle eşleştirildiği bir dönemde aslında baştan sona dikkatle izlenmesi gereken bir film..
Ben ilk kez Orhan ile birlikte izlemiştim.. bir yandan gülerken bir yandan da içimiz burkularak.. ve kızımı ileride nasıl bir ülkenin beklediği endişesini iliklerimde hissederek.. sonra evde bir daha izlerken sonlarına doğru Öykü de eşlik etmişti filme.. sonra da bir kez daha Öyküyle birlikte izledik.. –bu arada küçük hanım artık anladığınız üzre altyazı okumayı yetiştiriyor, çünkü filmi orijinal diliyle yani Fransızca izledik-.
Şimdi bunu yazarken fark ediyorum .. hatırlarsınız 1.Odadan.. İngilizce tiyatro gösterimizde köylü kızı rolündeki küçük hanım başına tülbent takmaya sertçe tepki gösterip “kimse benim başımı örttüremez, ben türban takmam” diye tavrını koymuştu.. sanırım bu film Öykünün üzerinde epey etkili oldu.. çünkü ara ara filmi tekrar tekrar açmam için taleplerde bulunuyor.

Marjane, lafını hiç esirgemiyor, mollara da, İslam rejimine de, batı kültürünün vurdumduymazlığına ve savrukluğuna da giydiriyor.. ama bunu yaparken ne kendisini ne de ailesini kahraman konumuna sokmuyor..
Satrapi’nin bakış açısı insanları şeytan ya da melek yapacak kadar yüzeysel değil..

1969 İran doğumlu Marjane Satrapi, 14 yaşına kadar İranda yaşamış, 14 yaşında Viyanaya okumaya gönderilmiş, lise eğitimini tamamladıktan sonra İran’a geri dönmüş. Üniversitede güzel sanatları bitirmiş. Bu süre içerisinde evlenmiş ve boşanmış ve karşılaştığı baskılara dayanmayarak bir daha geri dönememek üzere Fransa’ya göç etmiş.

2000 yılında da grafik roman serisi olarak 4 cilt halinde Persepolisi üretmiş.




İran şahının nasıl ülkenin başına geçtiğinden, küçük Marji’nin Tanrı ile diyaloglarına, baskıcı İslam rejiminin zorlaştırdığı hayatlardan, aşk ve evlilik üzerine altı çizilecek cümlelerle dolu bir eser..

Tahran 1978
Ortamın 1979 da gerçekleşecek devrim için çoktan kızıştığı bir dönem.. ama tüm bunlar 9 yaşındaki çok bilmiş ve afacan Marjane nin umrunda değil.. Komünizm yanlısı, politik açıdan aktif ve gayet modern Orta-üst sınıf bir ailenin tek çocuğu olan Marji Batı kültürüyle iç içe büyümüş..
Kendi ağzından:
"o zamanlar güzel ve sakin bir hayatım vardı..
küçük bir kızın masum hayatı..
patatesimi ketçapla yemeyi ve Bruce Lee yi severdim. Adidas marka ayakkabılarım ve 2 adet takıntım vardı: bacaklarımı traş etmek ve gezegendeki son kadın peygamber olmak.. "

filmin özellikle bu çocukluk bölümleri çok etkiledi beni.. akşam ailesinin konuşmalarını duyarak bunları hayal etmesi ve ertesi gün bunu oyuna dönüştürmesi.. müthiş seslendirme ile küçücük bir ağızdan Komüniş :) kelimesinin dökülüşü..

Tahran 1979
İslam devrimi sonrasında baskıcı düzenin hakim olmasıyla özgürlükçü düşünce yanlısı insanların nasıl bocaladıklarına şahit oluyoruz..
Olayı hafife alıp zamanla her şeyin düzeleceğini düşünen saf iyiniyetlier..
Olayın karanlığını görüp ülkelerini terk edenler..
Olayın karanlığını görüp, batıya gidip taksi şoförü ve temizlikçi olmayı istemeyip ülkesini terk edemeyenler..

ve bir sabah pencereden bakan annenin ağzından dökülüveriyor o cümle işte: Bu Ülke Neresi??

Boş bir süpermarkette iki kadın birkaç parça yiyecek uğruna birbiriyle kavga ediyor, annesi başörtüsü yüzünden taciz ediliyor, Marji eroin satın alır gibi sokaktan Iron Maiden kaseti satın alıyor..


Anuşe amcanın idam edilmesinin ardından küçük Marji ateist oluyor..



Değişim ve uyum süreci usulca ilerliyor.. ve 2 yıl içinde değişim tamamlanmış rejim oturmuş oluyor..

Tahran 1982
Bir ilkokul öğretmeni: "Peçe ile özgürlük eş anlamlıdır. Saygıdeğer kadın kendini sakınmalıdır erkeklerin bakışlarından. Kendini açan günahkardır. Cehennemde yanar. "

Ve ailesi Marjiyi lise eğitimini tamamlaması için Viyana ya gönderiyor..
Marji giderken büyükannenin yaptığı öğütlere ise bayıldım ben:
“Ahlak dersi vermeyi sevmem, ama hep işine yarayacak bir nasihatim var: Hayatta önüne pek çok puşt çıkacak. Seni incitecek olurlarsa, onları kötü olmaya iten aptallıklarıdır, unutma. İğrençliklerini sebeplendirmekle uğraşmamış olursun böylece. Çünkü acı ve intikamdan daha kötüsü yoktur bu dünyada. Her zaman ağırbaşlı ve kendine karşı dürüst ol.”
Ve baba nın da öğüdü:
“Kim olduğunu ve nereden geldiğini asla unutma!”

İslam devrimi sonrası gençliğini başında örtüyle karşılamak zorunda kalan Marji, hem okulunda hem de sosyal hayatında hazmedilmesi zor kurallardan çıkıp, kendi güvenliği için gittiği Avrupa’da “öteki” durumuna düşüyor.. ve uzun dönem kimlik karmaşasıyla savaşıyor.. İranın baskıcı hayatından kaçmak isterken, kendini insanların kafasındaki “aşırı gerici İran ve İranlı” imajını yıkmaya çalışırken buluyor..

“Onların arasındayken, doğru yerde olduğuma kendimi inandırmak istiyordum. Ama onlardan farklıydım.”


İç burkan bir dram..
Aidiyetsizlik ve düzensizlik hissi Marji ye fazla gelmeye başlıyor..

Ve aşık oluyor..
Aldatılıyor..
(Yakışıklı genç, tipsiz herif oluyor.. eskiden içinde yüksek konumlarda olan genç, şimdi ağzı leş gibi kokan boktan karakterli bir adi oluyor.. bu bölümlere çok gülüyorum işte)
Sokakta kalıyor.. hasta oluyor.. ve İrana geri dönüyor..
8 yıl süren savaş sonrası mezarlığa dönmüş ülkesine..
Uçakta içinden geçirdiği cümle aslında Aşkın nasıl da yıkıcı bir duygu olduğunu öyle güzel özetliyor ki:
“Devrim sırasında akrabalarımın bir çoğunu kaybetmiştim. Bir savaştan sağ çıkmıştım. Ve basmakalıp bir aşk hikayesi beni savurmuştu.”

Ülkesine döndükten sonra yaşadığı Aidiyetsizlik ve yabancılaşma daha da doruğa çıkıyor..
“Avusturya’da bir yabancıydım ve kendi ülkeme geldim. Yine yabancıyım.”

Ve İranın ünlü ev partileri.. ahlak polisleri.. kandırmacalarla dolu bir hayat..
Evlenme.. boşanma..
Yabancılaşma.. bunalım.. bunalım..

Büyükannenin, Marjiye yaptığı son konuşmalardan biri:
“Korkudur kendimizi bilmemizi engelleyen.. yine aynı kahpe korkudur bizi ödlek insanlar yapan..”
“Yanıldığın için ağlıyorsun.. Hatalarımızı kabul etmek zorumuza gider değil mi ?”

Bir daha geri dönmemek üzere Fransa’ya gidiş..


Bana filmin müthiş soundtrackini yollayan sevgili Mehmete teşekkür ederek, filmin ünlü şarkısını da ekleyelim hemen..

Kesinlikle izlenmesi gereken müthiş politik animasyon..

(THE EYE OF THE TIGER)

26 Nisan 2008

sahte..


“bernadan ilhana, şuleden sabinama, serdardan orhana, hepsinin adını sayamayacağım tüm arkadaşlarıma destekleri ve bana sundukları farklı bakış açıları için... ama en çok aslıya beni kendime getirdiği için... ağladığımı anlayınca gecenin bi vakti koşup gelen erola anneliğimi en yakın göz olarak gözlemleyip ortadaki başarıyı tarafsızca anlattığı için... canımdan çok sevdiğim kardeşime o insanlarla aynı birikim, kültür ve bakışaçısında olmadığımı iyice bellettiği için... bir çıktı halinde hepsini okuttuğum canım anneme ve babama, benim anneliğimi kendi gözlerinden anlattıkları ve annelikten de önce aslında saygının ve terbiyenin ve seviyenin ne demek olduğunu bir kez daha anlattıkları için.. ve canımda öte kızıma her daim gülen ve ışıldayan gözleriyle, yüzünden akan mutluluğuyla en güzel cevabı verdiği için..
hepiniz iyi ki varsınız..
ve ben sizleri çok seviyorum..”


dün gece tek cümle günlüğüme bunları yazmıştım.. evet gerçekten de öyle..

bu ve buna benzer ileride de oluşabilecek olayları tek bir yazı ile açıklayıp kapatacağım. Çünkü aslında sitemde bu tür şeyleri sürekli yazmak pek de hoşuma gitmiyor.. yazılacak bir sürü kitap film anlatılacak bir sürü güzel yerler varken..
bu konuya değinmişken sürekli bana sorulan bir takım soruların da cevaplarını da vermiş olacağım..
Yorum kısmını da bu yazı için kapalı tutacağım. Zaten tüm arkadaşlarım 2 gündür yazdılar konuyla ilgili..

bir kadının sanırım en hassas olduğu noktalardan biri anneliği..
yani o kadın benim her şeyime saldırabilir, istediği şeyleri söyler hatta dilerse orospu bile diyebilir.. umrumda bile olmazdı.. ama konu annelik olunca bi de üstüne öyle bi kadından bunları okuyunca elim ayağım birbirine dolanmıştı..
ben onun anlattığı gibi bir anne olmadığımı zaten biliyorum..
ne diyor benim güzel arkadaşım Aslı: “Annelere, evli kadınlara, bekar kadınlara, dul kadınlara dayatılan rollere girmediğin için, salt insan olduğun için, özgür bir insan olarak varolabildiğin için ve salt varlığınla kızına da özgürlüğü aşıladığın için seni yürekten kutlarım. Çocuğuna vereceğin hiçbir şey, çocuğunun kişiliğine katacağın özgüven, özgürlük bilinci ve sevgiden daha değerli değildir.
evet gerçekten Aslının dediği gibi, boşanmış kadına dayatılan bir hayatı sürmüyorum ben..
büyük bir savaşım var her şeyden önce bu konuda.. ve içimde taşıdığım coşku dolu kocaman bir yürek.. ve beni destekleyen harika bir ailem ve harika arkadaşlarım var..

öncelikle kısacık suçlamaları özetleyeyim.. diyor ki o kadın; 1.oda ya baktığınızda mükemmel bir anne portresi çiziyormuşum, ama bunlar sahnedeki tek kişilik gösterilermiş ve sahtelermiş.. çünkü 7.oda ya baktığınızda Yoğun Sosyal hayatım çerçevesinde konserler sinemalar fotoğraf ve şehirdışı gezileri arasında kızımla HİÇ yalnız zaman geçirmiyormuşum.. ve bu yoğun sosyalleşmemin nedeni de yalnız kalıp aynaya bakmaktan korktuğum içinmiş.. güzel yazılar yazmamın nedeni alkış toplama merakımdanmış.. ve bugüne kadar hiç gerçek sevgiyi tatmadığım için bunca sosyalmişim.. çocuğumu anneanne ve dedeye bırakıp bencilce kendi hayatımı yaşıyormuşum.. oysa annelik bu değilmiş.. annelik onu sabah balkondan el sallayarak okula göndermek, annelik ona kurabiyeler pişirmek, masal okumak vs.. uzayıp gidiyor.. bu henüz anne olmamış 34 yaşındaki kadın kendi çerçevesinde anneliğin ne olduğunu uzunca anlatmış ve benim de sadece biyolojik anne olduğuma karar vermiş..

evet o kadının 2 sayfa boyunca yazdığı yazının temel özeti bu şekilde..
kadınla ne yüzyüze gelmişliğim ne de 5 dakika konuşmuşluğum var.. birilerinden duyduğu şekilde beni kafasında şekillendirip bi de üstüne yazı yazabilecek kadar akıllı, evli bir adamla bir ilişki yaşayabilecek kadar cesur bir kadın ama kendileri.. üstelik de yaşına uygun bir olgunluk, terbiye ve seviyede..!! ya da biz bu durumdan onun hayata ve ilişkilere ve her şeyden önce hemcinslerine olan bakış açısını her şeyi çözebiliyoruz.. herşeyden önce bir başkasına saldırmadan önce insan kendine bakmalı..

herkes onları adam yerine koyup cevap vermeme kızsa da, onlarla hayata aynı pencereden aynı birikimden aynı düzeyden bakmadığımı söyleseler de, sevgili Erdem in deyişiyle; bu yazıyı sitesinde yazan kadın ile bu yazıyı onaylayan ve yazdıran erkeğin Tencere-Kapak olduğunu bilsem de.. insan cevap vermeden duramıyor işte..

bu yazının üstüne.. ilk önce 1.oda yı artık şifreli yayına geçirdim.. zaten bizi okumak isteyen ve içinde kötü niyet taşımayan herkes bu şekilde de okuyabiliyor.. henüz davetiyesini göndermediğim arkadaşlar da maille bana ulaşabilirler.. Flickr daki fotoğraf sitemizi yok ettim.. Öykünün bulunduğu fotoğrafları yine yeni bir şifreli blogda toplayacağım..
bu bir süredir düşündüğüm bir değişiklikti.. o yazı ve yazının ardında yatanlar kararımı kesinleştirmeme neden oldu..

ve şimdi gelelim benim söylemek istediklerime:
evet ben bir anneyim..ama ben sadece bir anne değilim.. anneliğin yanında kadınım !
evet geziyorum, evet sinemaya gidiyorum, evet konserlere gidiyorum, evet kitaplar okuyorum, evet filmler izliyorum, evet fotoğraf gezilerine katılıyorum, evet şehirdışına gidiyorum… evet tüm bunların hepsini yapabiliyorum. Ve bunları yapabildiğim için de çok da mutluyum ayrıca..
ama ben bunların hiç birini anneliğimden ödün vererek ve kızımı ihmal ederek yapmıyorum..
ve o kadının söylediği gibi Yoğun bir şekilde değil..
yoğun bir konser hayatım yok.. hayatım boyunca iki konsere gidebildim ben.. biri yıllar önce Manowar, biri de geçen yıl Marilyn Manson.. gitmeyi istediğim pek çok konser oldu ama gidemedim hep kızım sebebiyle..
yoğun bir sinema hayatım yok .. ayda bikaç kez gidebiliyorum maalesef.. o da haftasonu gece en geç matineye.. yani kızımın uyuduğu saatlerde..
ama çok film izliyorum.. evimde.. öykü uyuduktan sonra..
ama kitap okuyorum.. dergi okuyorum.. evimde.. öykü uyuduktan sonra..
ayda bir haftasonu şehirdışına çıkıyorum.. ya bir fotoğraf gezisi oluyor bu.. ya da kardeşime gidiyorum istanbula.. ve istanbuldaki arkadaşlarımla da buluşuyorum..
ve Pazar günleri babası aldığında Öyküyü çıkıp arkadaşlarımla kahve içiyorum..
aha bütün sosyal hayatım bundan ibarettir benim :)

dedim ya.. ben hem bir anneyim hem de bir kadınım..
ne mutlu bana ki, ikisinin de hakkını vererek yaşayabiliyorum..
ve tirajı komik bir hadise var ki asıl ortada.. iki sevgili sürekli benim hayatımı izliyorlar !! bu enterasan bir durum.. fatoş nereye gitmiş, fatoş ne yapmış, fatoş ne yazmış, hımm fatoş gene şuraya gitmiş demek ki kızını ihmal etmiş, fatoş şöyle fatoş böyle..
ikisi de benim hakkımda yorumlar üretiyor, ama sonuç şu: beni takip ediyorlar !!!
çünkü bir blog sahibi herkes bilir ki, biz sitemize giren ziyarteçilerimizi görürüz. statcounter veya buna benzer siteler sayesinde.. ve çalıştığınız yer kurumsal bir firma ise genelde ip numarsı static dir ve ismedir. yani ben bu kadını da ne zamanlar siteme giriyor görüyorum, onlara takipçilik yapan kiel çalışanını da..
benim bildiğim sevgiliyken aşıkken insanın gözü sadece sevdiğini görür, coşkuludur, mutludur, başka bir kadını takip ederek yaşanan bir ilişkiye de böyle bir sevgiye de ben verilecek ad bulamadım, o kadar psikopat filmi izlememe rağmen..

ben evlenmeyeceğim arkadaşlar.. evimde büyüme çağı yaşayan bir kız çocuğum varken evlenme ihtimalim gerçekten neredeyse sıfır.. bu derece bir güven ve bu derece bir sevgi şimdilik zor görünüyor benim için..
ben şu an için sevgili de istemiyorum arkadaşlar.. çünkü gerçekten benim sevgiliye ayıracak bir zamanım yok.. görüyorsunuz, yoğun konser sinema fotoğraf ve şehirdışı gezileri programlarımdan bir sevgiliye zaman kalmıyor ahahahahahah :)
bu arkadaşlarla iki gündür aramızda espri kaynağı oldu, yeni lakabım: yoğun sosyal insan :)
ve ben bu arkadaşları her hafta o kadar çok ekiyorum ki, öyküyle şu var öyküyle bu var diye..
artık o kadının yazısından sonra kimse inanmıyor bana.. sen kızımla planım var deyip bize yalan söylüyormuşsun meğer yoğun sosyal kadın diyorlar :)

şaka bir yana gerçekten bir sevgiliye zamanım yok..
haftaiçi kesinlikle çok önemli olmadığı sürece dışarıya çıkmıyorum.. çünkü bizim her akşam yoğun zorlu ödevlerimiz oluyor.. gerçi kızım erken uyuyor. 21.30 da uyumuş oluyor ve sonrası bana ait zaman ama o saatten sonra dışarı çıkmak, zaten yorgunken ve ertesi sabah işe gideceğimi düşününce zor geliyor.. ben de işte yoğun sosyal ev hayatımı yaşıyorum o saatten sonra.. filmimi izliyorum, kitabımı okuyorum, fotoğraflarımı düzenliyorum, sitelerimle ilgileniyorum vs.. yani yalnız kalmaktan korktuğum falan da yok aksine yalnız kalmayı benim kadar seven bir kadın da zor bulunur. yalnız kalabilmek için neler yaptığımı da zamanında benimle yaşamış kişiler gayet iyi bilirler. ne mutlu ki aynalarla da aram iyi benim.. ne kendimle yüzleşmek gibi bir derdim oldu, ne de başka tanımadığım kadınlara sataşıp, başka kadınları yererek kendi değerimi ispatlamaya..
bütün bir haftayı bu şekilde geçirdikten sonra haftasonu geliyor.. ya Cuma ya da Cumartesi gecesi için yapıyorum kişisel planımı.. ve sanırım haftada bir gece buluşmayla yaşanacak ilişkiye sevgili denmez değil mi..
cumartesi istisnasız tüm gün kızımlayım.. ödevlerimizi yaptıktan sonra hava şartlarına ve öykünün sağlık durumuna göre bişeyler yaparız.. biz evde de dışarıda da çok eğleniriz.. hiç problem değildir cumartesiyi evde geçirmemiz.. her cumartesi akşamı anne kız ikimizin de deli olduğumuza karar vererek uyuruz :)
ve Pazar.. bazı pazarlar babası alır.. işte o zaman ben de çıkıp bir kahve içerim arkadaşlarla..

bu bizim süregiden normal bir haftamızdır..
işte sadece ayda bir haftasonu şehir dışına kaçarım..

evlenmeye niyetimin olmaması yani koca ve sevgili arayışı içinde olmamam beni yeterince özgür kılıyor.. çok fazla arkadaşım var.. ve ben şu an hayatımda bulunan bütün arkadaşlarımı çokk seviyorum.. zaten hayatımda yeri kalmamış bir zamanlar adı arkadaş olan insanları da boşanma döneminde temizlemiştim..
yani bu özgürlüğün de hakkını vererek şartlarım doğrultusunda, kimseye bi kötülük yapmadan, kimseye saldırmadan, kimseyle uğraşmadan yaşayıp gidiyorum..

amaaa
ühühühühühü çok kötü bir anneyim ben, çocuğu anneanne dedeye bırakıp bencilce kendi hayatımı yaşamaya gidiyorum..
neden.. çünkü sadece biyolojik bir anneyim ben.. bunu da en iyi o kadın bilir..
ben aslında hayatım boyunca gerçek sevgi tatmadığım için böyleyim arkadaşlar.. nolur sevin beni !!! nolur gerçekten sevin beni !! sevin ki kurtulayım şu sosyal hayattan yahu !! bıktım artık sinema konser fotoğraf gezmek falan.. aaa yok mu içinizde beni gerçekten sevecek biri ühühühühühü..
yalnız kalmaktan da korkuyorum hem ben.. hiç sevmem yalnızlığı.. ondan böyle her akşam evimdeyim tek başıma.. ayna mı .. aaaaaaaaaaaaa… o ne.. uzak tutun benden.. içimdeki karanlıktan içimdeki kötülükten içimdeki adi karıdan korkuyorum yüzleşmemem lazım.. çok kötü çok ne yapıcam bilemiyorum.. en iyisi ben de tanımadığım kadınlara özellikle anneliklerine saldırayım, bi taraflarımı epey tatmin etmiş olurum böylece.
sahnede tek kişilik sahte mükemmellik gösterileri yapmayı da çok seviyorum bakın…
ben mükemmelimmm ben mükemmelimmm
duyuyor musunuz??
Tüm bunların hepsi sahte.. hele 1.oda da 2 yıldır okuduklarınız gördükleriniz aaaa anlamamış mıydınız sahte olduğumu(zu). Ben sahte mutluluk gösterileri yaparken mükemmelce, Öykü ye de öğrettim bi yandan.. o da sahte.. o da size sahteden mutluymuş gibi yapıyorduuuuu
Tüh tüh demek anlayamamıştınız..
Ama bakın akıllı kadınlar çözüyor işi !!! biraz ondan ders almanızı tavsiye ederim şiddetle !!
biz analı kızlı mükemmel bir sahne göstericileriyiz .. ah ah bi yönetmen keşfetsin diye bekliyoruz yıllardır.. hele siz bir de bizi evde görmelisiniz.. tüm o gülme krizlerimiz birbirimizi ısırma krizlerimiz falan hepsi sahte ayol .. bakın yukarıdaki fotoğraf da sahte gösterilerimizden bir kanıt size !!
Akıllı olun.. artık sahtelikleri görün !!
Ve bilin öykünün sahte olmayan mutlulukları ve okuldaki başarıları falan o kadına ait.. ben sadece biyolojik anneyim..
Ben sadece alkış meraklısı, bugüne kadar hiç gerçek sevgiyi tatmamış, aynalardan korkan, adi düzenbaz bir yalancıyım.. ama merak etmeyin sadece sizi kandırmadım bugüne kadar.. en yakınlarımı da kandırdım yıllardır..
Oh beee itiraf etmek ne güzelmiş..

Evet itirafımı da yaptığıma göre konuyu toparlayıp son noktayı koyup, bir daha buna benzer olacak tüm saldırılara da kapalı olduğumu belirtmek istiyorum..
ve siz de sevgili tencere kapak; beni takip etmek, nereye gittiğimi ne giydiğimi, ne bok yediğimi takip edip sürekli beni çekiştirmektense kendi ilişkinize bakıp, içinde beni yaşamadığınız normal insanlar gibi sevgili olun.. baş başa kaldığınızda beni konuşmak yerine çok daha güzel şeyler yapabilmelisiniz..

Eskişehirden sevgili okurumuzun dediği gibi; en berbat hırsızlar zaman ve neşe hırsızlarıdır..
bu yüzden 2 günüm zaten çalınmışken, yoğun hayatıma kaldığım yerden devam ediyorum !!
Lost da başlamış hem yaw.. :)

Nokta..

(AF BENİM İŞİM DEĞİL)

21 Nisan 2008

32 yaşındayım ben :)


Düşmenin üzerine bir hafta annenizde yatarsanız, o da sizi böyle şahane bi şekilde beslerse durum ne olur :)
yüzüme renk gelmiş bi halde çıktım walla evden..
hani insan arada bir düşmeli mi ne diyesim geldi de..
yok yok sırt ağrılarım hala feci.. kas gevşeticimi içtiğimde normal hareket edebiliyorum :)

Haftasonu istanbula gittim..
daha bir ay önceden planlanmış bir seyahatti.. belki de daha bile önce hatırlayamıyorum..
Cuma akşamı kardeşimin evinden çıktım, Bahariye caddesinde yürürken bir genç erkekle gözgöze geldik.. ama hani toplasanız 5 saniye sürmemiştir.. bana sorsanız 20 li yaşlarında gencecik :) ama ben yaş tahmini konusunda çok da kötüyümdür aslında.. ufak gözgöze gelme anımızın ardından ben gözlerimi kaçırdım her zaman yaptığım gibi.. birbirimizin yanından geçtik gittik ben bir daha dönüp yüzüne bakmadan..
Barlar sokağına gidiyordum ben.. Bahariye her zaman ki gibi cıvıl cıvıldı.. o yolda yürümeyi hep sevmişimdir zaten.. içime hep tarifsiz bir mutluluk doldurur.. sanki tüm sıkıntılardan uzak bir dünya gibi gelir gözüme hep.. yaklaşık olarak 10 dakika kadar yürüdükten sonra Bahariyedan sağa sapıp nerdeyse barlar sokağına dönmek üzereyken hemen ardımdan bir ses duydum..
- bakar mısınız..
döndüm.. baktım.. aynı genç.. yine göz göze geldik.. neden bilmiyorum durmadım.. yürümeye devam ettim..
- biliyorum çok tuhaf olacak ama size bişey söylemek istiyorum..
ben ne yapacağımı bilemediğim hemen hemen tüm durumlarda gülümserim.. hatta belki gülerim .. ama sessizce..
yine döndüm ona doğru ve gülümsedim..
- söyleyin
eli ayağı birbirine dolaşmış gibiydi.. şaşkındı aslında.. sanırım ne yaptığını o da tam olarak bilmiyordu..
- hayır vazgeçtim, dalga geçiyorsunuz belli..
- hayır dalga geçmiyorum söyleyin..
- ne diyeceğimi bilmiyorum aslında..
- o zaman söylemeyin..
yine gülümsedim ve yoluma devam ettim..
- aslında anlamışsınızdır ne demeye çalıştığımı..
aslında anladım mı ki gerçekten?? anladım da denebilir aslında, anlamadım da denebilir.. tanışmak mı istiyor ki acaba..
- hayır anlamadım..
- çok güzelsiniz !
yine gülümsüyorum..
- vaktiniz varsa bir kahve içebilir miyiz?
- Hayır içemeyiz
- Biliyordum zaten..
Dönüp yeniden bakıyorum yüzüne, hiç durmuyorum, o ise hafif ardımdan yürüyor hep..
- 32 yaşındayım ben..
…………………………………
ne kadar aptalım değil mi… söyler söylemez içimden kendime aptal dedim zaten..
ne alaka ise .. sanki yaşımı sordu.. öyle pat diye böyle cevap verilir mi yahu :)
ama ilk kez başıma böyle bişi geliyor.. ne diyeceğimi de bilemedim işte.. fazla da düşünmeden ağzımdan dökülüverdi o cümle.. aslında demeye çalıştığım şey, “hani bak sen çok gençsin, beni de muhtemelen kendin gibi sandın ama işte öyle değil durum, ben 32 yaşındayım, bakma böyle göründüğüme” idi..
- olsun, sorun ne ?
hakkaten sorun ne :) hani düşününce gerçekten sorun ne ? benim onunla kahve içmememin nedeni 32 yaşında olmam mı hakkaten..
aslında bilmiyorum belki de bu.. belki de değil..
- ben de 30 yaşındayım zaten..
ohaaa :) bana sorsanız ben hala 22 falan diyeceğim.. dönüp bi daha bakıyorum yüzüne.. ama hala durmuyorum.. ve birazdan kardeşimin yanında olmak üzereyim..
susuyorum..
- gerçekten bana biraz zaman ayıramaz mısınız ?
- gerçekten ayıramam.. birazdan kardeşimin yanında olacağım, siz de böyle yürümeye devam ederseniz benimle, siz de kardeşimin yanında olacaksınız..
- anladım, gitmem gerekiyor yani..
- evet..
- kardeşiniz nerede
- şurada
elimle hemen 30 metre ilerideki yeri işaret ediyorum..
- size bir daha nasıl ulaşabilirim..
- kısmet..
yüzü asılıyor çokça..
- kısmet..
- hoşçakalın..
- peki..
-umarım bir daha karşılaşırız..
kardeşimin bulunduğu mekana giriyorum yüzümdeki hala o aptal gülümseme ile..
:)

o akşam kardeşimle biraz zaman geçirdikten sonra, o programını yapmaya geçince ben de neredeyse 2 yıldır görmediğim bir arkadaşıma gidiyorum..
arkadaşıma girer girmez ilk sözü:
- ne kadar güzelleşmişsinnnnnn
artık gülümseme değil kahkaha atıyorum :)
- e saçlarım uzadı, kilo aldım (artık yollarda uçmuyorum:) ve boşandım daha ne olsun diyorum ben güzelleşmeyeyim de kim güzelleşsin :)
yakında narsist olup çıkıcam zaten böyle giderse ahahahaah:)
- gel kız buraya fıstık
diyor ve kocaman sarılıyoruz.. çok keyifli bir gece geçiriyorum.. uzuuunnn zamandır içmiyordum hem vodka, hangi elma suyunu kullandı arkadaşa soracaktım bak .. hiç durmadan sohbet falan derken kardeşimin program bitim saatinde gecenin bi vakti eve dönüyorum.. aa Büyüksünabi de istanbulda :) sabaha kadar da kardeşim, sevgilisi ve büyüksünabi ile sohbet derken benim piller bitiyor :)
sabah –ne sabahı öğlen- korkunç bir başağrısı ile uyanıyorum.. kim dedi iç diye hayret bişi içme işte dimi :) sırtım da ağrıyor :) akşamüstü GürayOnok gelecek.. o gelene kadar kahvaltı ve kendine gelme, başağrısını geçirme faslı sürüyor.. Güray ı iskeleden alıyorum, onu da biraz yürütüp dvd alışverişine götürüyorum :) film almadan istanbuldan ayrılınır mı yahu :)
Öykü keser zaten elim boş dönersem.. bahariye de ki Epsilon kapanmış yerine pizzacı açılmış, kitap alamıyorum. Ama neyse ki bisürü çizgifilm ve film buldum yine :)
Güray hiç susmuyor o akşam.. ne kadar çok şey biliyor.. bazen bişey anlatırken bikaç kitaptan örnek vererek anlatıyor, ve anlatırken –hani diyor şu kitaptaki şu kahraman gibi- oysa ben o kitabı okumadım ama yaf.. kendi kendime utanıyorum kızıyorum neden bunca az okudum diye.. evlilikle birlikte vazgeçtiğim kitapları hatırlıyorum.. nasıl kızıyorum kendime.. nasıl kızıyorum .. nasıl içim yanıyor boşa geçen birsürü yılımı yeniden hatırlayınca.. çok okumam lazım diyorum.. kardeşim geliyor aklıma.. o da bana kızıyor hep az okuyorum diye.. Güray devam ediyor anlatmaya.. bana okumam için bisürü şey de hediye etti hem.. çok mutlu oluyorum.. ve o gece karar veriyorum, kardeşimin heryeri kitap olan evinde, Gürayın sözleri arasında.. bundan sonra bahane bulmak yok, kesinlikle her gece yatakta en az 1 saat kitap okunacak.. öyle yolda tuvalette dar zamanlarda kitap okumakla yetinilmeyecek.. kitaba özel zaman ayrılacak.. bu yatağa elinde kitabınla bir saat erken girmek demek sadece o kadar…
Bu kez çok kesin kararlıyım..
Ertesi gün.. bursaya dönerken Büyüksünabi ile de konuşuyoruz bunları.. tembelliğimizden bahsediyoruz.. salak saçma tembelliklerimizi ve boşa harcadığımız zamanları itiraf ediyoruz birbirimize yol boyunca.. o da karar veriyor… :)

Ve eve dönüyorum nihayet.. kapıda üstüme atlıyor benim prensesim.. ne kadar büyümüş geliyor gözüme hemen iki günden sonra.. bu kadar büyük kızım olduğuna hayret ediyorum :)
“32 yaşındayım ben” geliyor aklıma :)
gülümsüyorum..
gece bir ara nete bakıyorum.. sevgili Aslı ebelemiş beni :)
hem de konu kitaplar.. yuh diyorum bu kadar üst üste gelir.. –en kısa zamanda yazacağım kitaplarım üzerine bir yazı-
ve evet gece kararımı uygulayıp 00:30 da giriyorum yatağa elimde kitabımla..
1 saat kitabımı okuyup huzurla uykuya dalıyorum..

(CALLA - RISE)

13 Nisan 2008

yumurta..


Dün gece Yumurta yı izledim..
yatakta geçirdiğim onca zamanın üstüne epey bi izlemesi zor film olsa da, ne izleyeceğimi bile bilmeden oturduğum filmin karşısından sessiz bir etkilenişle kalktım..

Çarşamba akşam işten eve dönerken, altgeçitin ıslak çamurlu merdivenlerinden ayağımda bot olmasına rağmen bir havalanış sonrası düşme neticesinde o akşamı tıp fakültesinin acilinde, ondan sonrasını da annemin yatağında geçiriyorum :)
kırık çıkık falan yok ama ciğerlerimi yerinden oynatacak denli serd bir düşüş gerçekleştirmişim :)
zaten merdivenlerde 10 dakika kadar nefes alma mücadelesi verdim resmen.
Kalça kemiklerim merdivenle serd bir şekilde buluştuğu anda kürek kemiklerimin orta kısmında şiddetli bir yanma hissi ve devamında kilitlenme sonucu bir süre hiç hareket edemedim..
(eyvah omurgam gitti galiba diye düşündüğüm iğrenç anlardı) ve bütün bir gece de nefes alamama problemleri..
ve devamında raporlu bir şekilde evde yatma ile geçiyor günlerim o zamandan beri.
Sanırım hayatım boyunca uyumadığım kadar çok uyudum :)
bu kadar uzun süre evde kaldığım ve üstüne üstlük hiç bi iş yapmadan yattığım bi zaman dilimi hatırlamıyorum kesinlikle..

Neyse lafı fazla uzatmadan; arayan, yazan, gelen tüm arkadaşlarıma buradan da çok teşekkür ediyorum ve Yumurtaya dönüyorum :)

Semih Kaplanoğlu nun izlediğim ilk filmi.
Ve bildiğim kadarıyla “Yusuf” üçlemesinin de ilk filmi. Şu an ikinci filmi olan “Süt” çekiliyor.. ardından “Bal” ile sonlanacak..
Yumurtada; annesinin ölümüyle büyük şehirden kasabasına dönüyor Yusuf, Süt'te gençliğine, Bal'da ise çocukluğuna inilecekmiş. Ve asıl bir çok nokta Bal ı da izledikten sonra yerine oturacakmış.

Birçok ödül alıp birçok da tartışmaya yola açan bu sade ve ağır filmi ben sevdim açıkçası..
hiç müziğin kullanılmadığı, diyaloglardan çok söylenmeyen ama hissedilen kelimelerin ve yüz ifadelerinin götürdüğü filmin görüntüleri muhteşemdi her şeyden önce..
pek çok fotoğraf karesi vardı filmde "offf bu ne yaa harika" dediğim..
oyunculuklara zaten bişey diyemiyor insan.
Nejat İşler filmi tamamen sırtlamış götürüyor, Saadet Işıl Aksoy ise ilk oyunluğu olmasının da verdiği masumlukla karakterini tamamen yaşayarak Nejat a eşlik ediyordu..

Film hakkında söylenecek pek çok şey var gibi aslında..
ama en çok kasabada hissettire hissettire geçen zaman iliklerinize işliyor gibi..
çünkü şehirde hayat hızlı..
yetişememekle geçiyor bizim ömrümüz..
oysa kasabalarda öyle değil..
zaman olduğu gibi olanca ağırlığıyla ilerler..
hiçbir şey acele etmez..
kurbanlık koyun için ertesi sabaha sürünün gelmesini beklemek zorundasınızdır..
bir berber koltuğunda uyuyakalırsanız kimse sizi uyandırmaz, dilediğinizce uyursunuz..
kimse yorgun değil kimse aceleci değildir..
oysa siz yorgunsunuzdur..
zamanın böyle yavaş böyle ağır ve böyle doğal geçmesine alışık değilsinizdir..

Ben 15 yıldır yaz dönemlerini Erdek in Ocaklar Köyünde geçiririm..
eskiden tüm yaz kalırdım şimdilerde malum iş hayatı yüzünden sadece haftasonları giderim..
ama o kasabanın ve yaşamın verdiği dinginliği, yavaş (aslında normal) geçen zamanı, güveni ve aynı zamanda kuşatmasını çok iyi bilirim..
sanki tüm hafta şehrin verdiği yorgunluğu orada iki günde atar sakinleşir dönerim yeniden bursaya..
ve belki de bu yüzdendir Öykü büyüdüğünde Ocaklarda yaşama hayali kurmam..

Evet film şehir ve kasaba hayatı arasındaki farkı çok iyi hissettiriyor insana..
bir yanda gecenin bir vakti bile açık olan sahaf dükkanı ile şair Yusuf (nasıl da yorgun ve sanki yenilmişti değil mi) bir yanda, büyüdüğü eve dönmüş ama annesini kaybetmiş ve henüz tüm bunları idrak edememiş oğul Yusuf..
Kaçtığı kasabaya geri dönüş..
kaçtığı geleneklere geri dönüş (adak kurbanı gibi)..
Karanlık ve tozlu bir sahaf dükkanından, temiz ve aydınlık anne evine dönüş..

Film hakkında söylenecekler hakkaten bitmiyor beynimde.. (ama bu kadar uzun süre sandalyede oturmamam gerek henüz)
filmden bir tek diyalog bile yok sunulabilecek ama filmin bütünü var ortada..
dedim ya söylenenlerden çok söylenmeyen ama hissedilenler var filmde..

öyle değil midir gerçek hayatta da..
bazı anlar vardır..
tuhaf anlar..
çok basit gibi görünen ama aslında tüm seçimlerimizi ve hayatımızı etkileyen anlar..
Sessiz..
Sakin..
İlerler..


(THE DO - ON MY SHOULDERS)

1 Nisan 2008


Birinin saldırılarına uğruyorum bir süredir..
“kan akıtacağım” şeklindeki tehditleri eşliğinde..
ben bu tip insanlardan korkmam, içlerini dışlarını bilirim o zavallıların da..
ağzından salyalarını akıta akıta her şeye sataştıklarında, salyalarını hayatıma akıttıklarında sinirlerim bozuluyor..

Diyor ki: Bloglarında sürekli kendini mağdur gösterip durma !
Bu kadar saçma bir suçlama ile ilk kez karşılaşıyorum..
Ben kendimi biliyorum..
ben mağdur olduğum durumda bile mağduriyetini saklayabilecek salak bir gurura sahibim her şeyden önce..
mağdur olduğumda, o mağdurluğumu taşıyabilecek gücüm şükür ki hiç kaybolmadı..
Hayat her şeyi yaşatıyor insana.. elbet mağdur olduğumuz zamanlar da oluyor..
ama ben öyle zamanlarda bile bunu sergilemedim kimseye..
belki bikaç arkadaşımın omzunda dayamayıp ağlamışımdır..
ötesi hiç olmadı..
kaldı ki blogumda böyle sunacağım kendimi..
çok komik.
Yapacağım en son şey budur herhalde.

Şimdi soruyorum sizlere..
eylül ayında yaşadığımız hırsızlık olayı haricinde, bana bir tane yazı gösterin kendimi size mağdur olarak sunduğum !!
veya size biri beni sorduğunda yapacağınız tanımlamaların içinde “mağdur” kelimesi geçer miydi ??
beni 2 yıldır okuyan, gerek gerçek hayatta da tanıyan, gerek sadece yazılarımdan tanıyan herkese soruyorum bu soruyu..
7.oda mağduru oynayan bir zavallı mı, sizlere böyle mi sunuyorum kendimi ??

bir diğer suçlama da : blogda kendimi iyi anne olarak sunmamla ilgili.. gerçekte iyi bir anne değilim de kendimi öyle sunuyorum..
aslında buna cevap bile vermeye ihtiyacım yok.
Benim çocuğumun gözlerinin içinin gülmesinden belli benim nasıl bir anne olduğum.
Böyle zor dönemleri nasıl atlattığından belli benim nasıl bir anne olduğum,
çocuğumun okuldaki başarılarından belli nasıl bir anne olduğum.
hepsinden önemlisi benim çocuğumun şu an mutlu oluşundan belli nasıl bir anne olduğum.

Ben mükemmel bir insan değilim.
Ben mükemmel bir anne değilim.
Ben mükemmel bir kadın değilim.
Birsürü hatam olmuştur. Bundan sonra da olacaktır.
Çevremdeki insanlara yanlışlar da yapmışımdır..
anneliğimde de hatalar yapmışımdır..
söylemek istediğim hiçbir zaman mükemmeli oynamadığım gibi
HİÇ BİR ZAMAN DA MAĞDURU OYNAMADIM BEN !!

Onun için sevgili saldırgan ve onun takipçi tayfası (özellikle bir kiel çalışanı olan) :
sizlere ihtiyaç duymuyorum, sizsiz, ayakta, başım dik, sorunsuz ve mutlu yaşıyorum diye, blog dünyasında sevilen bir yazarım bi de üstüne ilgi görüyorum diye KISKANIP salyalarınızı üzerime akıtmayın !
ben kendini mağdur gösteren bir şeytan, bok gibi bir karı vee kötü bir anneyim.
Bu yüzden benden uzak durun !


(GAM TOZU VE DÜNYANIN NİNNİSİ)