29 Temmuz 2008




Yıllar önce bir yerden duymuştum, tuhaf ve inanılmaz gelmişti..
hala daha öyle geliyor ya neyse..
Elif Şafak ın yazdığı Siyah Sütü okudum..
bir süredir onun sayesinde kadınların belki de yaşamlarının en zor dönemine başka bir kadının gözünden baktım..
-ki bu ayrı bikaç blog yazısı konusu..-
toplumun kadına ve anneye bakış açısı, anneliğe yüklenen kutsallık sıfatının ağırlığı, bu ağırlığın altında ezilmek, çocuklarına kurabiyeler pişiremeyen anneler olmak, çalışan anne olmak ve zorlukları, hormonlar başımızın belaları.. depresyon yakıştırılmayan bir dönemde -taze anneyken- girilen ve girildiği için utanılan bunalımlar.. ve daha bir sürü kadınsal ve annesel sorunlar..
Tüm bunlardan şu anda bahsetmeyeceğim..
Şu an bahsetmek istediğim başka bir konu var..
bu yıllar önce duyduğum şeyi birden kitapta karşımda bulunca ..
bir otobüs yolculuğu sırasında..
uzun uzun düşünmeme vesile oldu..
böyle olduğuna çok inanamasam da diyor ki elif şafak daha hamileyken kızına yazdığı bir mektupta:
Bebeklerin annelerini seçtiklerine dair bir yazı okumuştum vaktiyle bir dergide. Gülüp geçmiştim o zamanlar. Ama artık pekala mümkün geliyor bu fikir. Gökyüzünden meleklerle yan yana oturup kainatın koca katalogundan anneni seçerken düşlüyorum seni. Önünde kocaman bir kitap açık duruyor. İçinde renk renk fotoğraflar. Her bir fotoğrafın altında kısa tanıtım bilgileri. Melekler sabırla çeviriyor sayfaları. Sen alıcı gözle bakıyorsun tek tek tüm adaylara.
“bu değil…” diyorsun. “yok bu da değil..”
Ne doktorlar ne mühendisler ne ev hanımları ne iş kadınları geçiyor gözünün önünden. Geçit töreni gibi. Hiçbirine alaka duymuyorsun. Oysa oldukça iddialı anne adayları var içlerinde. İşini iyi yapan, sevgi dolu ve hayli maharetli kadınlar bunlar. Sen gene de oralı olmuyorsun.
….
Mektup epey uzun hepsini yazmayayım.. ama elif şafak düşünüyor devamında.. 'neden onca mükemmel!?! Anne adayı dururken içlerinden beni seçti' diye..



Kitabı kapatıyorum..
otobüsteyim..
2 gün önce erdekte kızımın 8.yaşgününü bol kahkahalı bol hediyeli ve çok eğlenceli bir partiyle kutlamış, onu anneanne ve dedeyle tüm yazını geçirdiği denizde bırakmış bursaya evime dönerken..
kulağımda rammstein çalıyor.. mutter diye bağırıyor sevdiğim ses..



İnanmasam da bu olaya ben de düşünüyorum Öykünün beni neden seçmiş olabileceğini..
8 yıl önceki halimi görüyorum otobüsün penceresinde..
24 yaşındaydım ben anneliğe adım attığımda..
şimdiki halimden nasıl da farklı..
öykü planlanan bir çocuktu.
bütün hayatım gibi..
Yıllar öncesinden planlanmıştı hatta..
20 yaşında evlenip üniversiteye başladığımızda kimsenin bizi desteklememesine ve okuyamazsınız demesine inat biz o çocuk yaşımızla o çocuk halimizle önümüze kuvvetli ve büyük hedefler koymuştuk:
-Ne olursa olsun 4 yılda okullar bitecek
-Çocuğumuz olacak
-Askerlik
-İş
-Ev araba vs..
Öyle de oldu..

okulun 4.yılını hamile geçirerek okulun bitiminden bikaç hafta sonra kucağımda bebeğim vardı.
Bu geçen 4 yıl içerisinde gözüm de, aklım da sadece kilitlenilen hedeflerdeydi..
ve ben uzun bir uykuya yatmıştım..
uyuyor olduğumu yıllar sonra uyandığımda anlayacaktım üstelik..
ve beni uyandıran kişi kızım olacaktı..



Öykü gökyüzünden kendine anne olarak beni seçerken şunları düşünmüş olmalı öyleyse:
Bu kadın çok yalnız..

etrafı kalabalık oysa ama o yalnız..

üstelik uyuyor..

ve üstelik uyuduğunun bile farkında değil..

kocasının istediği gibi bir kadın rolüne girmiş.

Paraları olmadığı için okula gidemiyor sadece sınavlara gidiyor.

Evde kocasının da derslerini çalışıp (başka bölüm olmasına rağmen) ona özetler çıkarıp işini kolaylaştırıyor.

Temizlik yapıyor.

Yemek yapıyor.

Ders çalışıyor.

Hiçbir şey istemiyor !!!

hiçbir şey istemeden ve kendine bir çift bile ayakkabı almadan yıllarını geçiriyor.

En güzel yaşlarını bir kafeye gidip bir kahve bile içemeden geçiriyor..

kocası böyle mutlu çünkü kocası onu bu haliyle seviyor..Ve o kocasını çok seviyor. Onun istediği gibi bir kadın olmak sanki amacı sadece.

Oysa o öyle biri değil.

Önüne koyduğu hedeflere öyle kilitlenmiş ki bu yüzden hayatındaki eksikliklerin hiç birini fark etmiyor.

Hedeflerine ulaşınca ve ulaşılacak hedefleri kalmadığında anlayacak her şeyi..

geride hiç bir şeyinin olmadığını..

oysa bu kadın ne kadar kıpır kıpır canlı bir kızmış eskiden..

şimdi sessizce geçiriyor günlerini..

sevdiği tüm şeylerden usulca vazgeçmiş üstelik..

aman allahım bu kadın tam 4 yıldır müzik dinlemiyor..

olabilir mi böyle bişey.

Zamanının sağlam rock dinleyicisiymiş üstelik.

Ama tam 4 yıldır hiç müzik dinlemiyor.

Ders kitabı dışında kitap okumaz olmuş..

sevdiği çakıl taşı koleksiyonunu bırakmış..

en son sinemaya ne zaman gittiği bile hatırlanmıyor..

son zamanlarda yazmayı da bıraktı..

eskisi kadar da gülmüyor üstelik..

evet evet bu kadın kimliğini yitirmiş uyuyan bir güzel.

Ve ben onu uyandırmalıyım.

Kimliğini bulmasına yardımcı olmalıyım.

Anneliğe bu kadını seçiyorum !



:)
Benim kızım benden cesur..

ve ben pek çok konuda cesareti ondan öğrendim..




anne olduktan bikaç ay sonra uyandım..
uyanıp önce yabancılaştım..
yıllardır uyuduğumu kabul etmek istemedim..
yitirdiğim özgüvenimle öyle apaçık ortadaydım..



Bir sabah uyandım ve yanımda küçücük bir beden vardı kocaman kocaman açtığı gözleriyle beni inceleyen..
Ve ben anneydim artık..
Aslında gerçekten yalnız olduğumu o gün anladım..
öykümün kocaman kara gözlerine bakarken..
Ve etrafımdaki herkesi bir sis perdesinin ardına attım..



Uzun zaman aldı öykünün beni uyandırmasıyla girdiğim kimlik mücadelem, kendimi tanıma, isteklerime karar verme ve savaşma ..
kendim için.. kızım için savaşma..



Ben öyküye kurabiyeler pişiren maharetli ev kadını anne olmak istemedim.
Çünkü onun gözlerine baktığımda böyle bir anne istemediğini gördüm..
"kendine gel" diyen kara gözleri bana her zaman yolumu gösteren ışık oldu..
o dağınık bir evin ortasında deli deli kulakları küpeli diye gülme krizlerine tutularak bağıra çağıra birlikte şarkı söyleyebileceği bir anne istiyordu..
işten eve geldiğinde kendini temizliğe ve mutfağa kapatan bir anne yerine.. o kitap okuyan bir anne istiyordu ..
ki 1.oda yı takip edenler biliyor öykünün kitap okumada ilköğretim birincisi olup sertifika aldığını bu yıl..
o kendi deyimiyle “crazy mom” istiyordu..
o özgüveni yerinde, kendini tanıyan, ne istediğini bilen ve bu uğurda savaşabilen bir anne istiyordu.
O tutkulu bir anne istiyordu.. ki yaşama tutkusunu öğrenebilsin annesinden..





Ve ben de bu yüzden bir gün bile pişman olmadım girdiğim savaşlardan..



Evet öykünün 8.yaşgününü kutladık..
kocaman neredeyse boyu boyumda bir kızım var benim..
en çok yineledeği söz: iyi ki senin gibi bir annem var..
Bana daha büyük bir ödül var mı ki şu hayatta??
Yaşgünü hediyelerimden biri de buzdolobına yapıştırılan şeylerden biri (adı aklıma gelmedi) idi. Şöyle yazıyordu:
“insanın kızından daha iyi bir arkadaşı yoktur. Ve hiç kimsenin de senin gibi bir kızı”


Beni hayata döndüren içimin en güzel varlığı canım kızım..
crazy mom ın yol arkadaşı..
hayalgücü sınır tanımayan ve beni de o büyülü dünyaya çeken, bana kendimi armağan eden içimin gülen cesur yönü seni çok seviyorum.
İyi ki Doğmuşsun..
ve iyi ki anneliğine beni layık görmüşsün..
her ne koşulda olursa olsun, bir gün bana doğru gelmeyen şeyleri yaptığında bile ben bu yolda senin daima yanında olacağım..

Sana arada bir 7.oda dan da seslenen Annen..


(RAMMSTEIN - MUTTER)

21 Temmuz 2008


Önce tavsiye etti, sonra bende olmadığını öğrenince sağolsun çekip gönderdi Levent, bu değişik ve eğlenceli bir kara mizah anlayışına sahip 2006 yılının ödüllü bağımsız filmini :)
Wristcutters: A Love Story

Pasaklı ve dağınık bir erkek öğrenci evi görünümündeki bir evde gözlerini açıyor kahramanımız Zia filmin başında..
önce evi bir güzel pırıl pırıl yapıyor sonra kendisini ve ardından banyoya gidip bileklerini kesiyor..

Sevgilisi yüzünden mi yoksa yaşamın monotonluğu yüzünden –bu daha kuvvetli bir ihtimal- mi intihar ettiğini çözemediğim Zia ölüp kurtulacağını sanıyordu belki ama onu gerçek yaşamdan çok daha sıkıcı, hiç kimsenin gülmediği, espri yapmadığı, yıldızları olmayan bir gökyüzüne sahip ve sadece intihar edenlerin yaşadığı(?) yepyeni bir dünya bekliyordu..
sanki hayatın daha da sıkıcı bir versiyonu gibi..
öyle ya sonuçta sadece intihar eden insanlar var burada..
yaşamdan bir şekilde vazgeçmiş insanlar..
düşünün nasıl gülümseyen bir yüz olabilir ki ortalıkta..
Zia bir daha intihar etmeyi düşünüyor ama daha da kötü bir çukura düşeceğinden korktuğu için yapamıyor..

Ve bir süre sonra sevgilisi Desiree nin de ondan bir ay sonra intihar ettiğini öğrenince başlıyor onu aramaya..
yanında sahnede gitarına bira dökerek intihar eden bir rock şarkıcısı düşüyorlar yollara..


sonra onlara bir otostopçu kız Mikal ekleniyor..
o ne güzel bir kız yaf :)
bu güzel kız da buraya yanlışlıkla geldiğini, intihar etmediğini aşırı dozdan öldüğünü ve hatta keş olmayıp hayatında ilk kez eroin kullandığını iddia ediyor ve bu krallığın yöneticilerini arıyor yanlışlığın düzeltilmesi için..

devamını detaylı anlatmayayım..
herkes sonunda istediğini buluyor..
Zia, Desiree yi buluyor..

Mikal yöneticileri..
rock yıldızı istediği gibi bir aşkı..


Amma velakin sevimli yol arkadaşlarının arasında gelişen o tatlı insanı gülümseten yakınlık her şeyin rengini değiştiriyor ..

olması gerektiği gibi..
ve filmin sonunda sürpriz bir gelişmeyle sanki bambaşka bir masal başlıyor..
siz de öyle yüzünüzde gülümseme bakıp kalıyorsunuz ekrana film bittikten sonra bile..
hatta bir süre kendi hayatınıza dönmek istemeyip o yeni başlayan masalı da izlemek istiyorsunuz..
müzik hala devam ediyor..

Müzik deyince..

soundtrack albümü da müthiş Bilek Kesenler: Bir Aşk Hikayesinin..
Joy Division dan Gogol Bordelloya uzanan keyifli şarkılar var..
ve bu arada filmin oyuncuları arasında Tom Waits de var unutmamak gerek :)

Mikal in film boyunca harf ve kelime oyunlarıyla yaptığı küçük hınzırlıklara ve en çok da “save us messiah” yazan tabelaya bir H harfi ekleyerek “shave us messiah” a çevirmesine bayıldım..

Ve filmden bikaç replik:

Kneller rolündeki Tom Waits anlatır:
Bir zamanlar eğri bir ağaç ile dik bir ağaç varmış. Yan yana büyümüşler. Dik ağaç eğri ağaca her gün şöyle dermiş: “Eğrisin sen! Hep eğriydin ve eğri kalmaya devam edeceksin. Bana bak, bana. Ben uzunum ve dik duruyorum.” Sonra bir gün oduncular ormana gelmiş ve etraflarına bakınmışlar. Ve ekibin şefi şöyle demiş: “Dik ağaçların hepsini kesin!” Ve eğri ağaç orada kalmaya devam etmiş. Güçlenmiş ve daha da acayipleşmiş.

Rus Rock şarkıcısı bizim Zia ya kadınlar konusunda akıl verir:
Ne zaman ki bir hatundan “Hemen dönerim” duydun, o hatuınu sil adamım. Hep dangalağın birinin peşinden giderler.

Ve filmden bana kalan replik:
Sen ne kadar çok istersen o kadar gerçekleşmez. Öte yandan, şayet bir önemi yoksa gerçekleşir. Uğraşmazsan çabalamazsan bi bakmışsın olmuş bile..

(GOGOL BORDELLO - THROUGH THE ROOF 'N' UNDERGROUND)

6 Temmuz 2008

Mutluluk ve Anlam


bari gitmeden önce bir yazı yazsaydın diyor bekriya..
yaşamaktan yazmaya hiç fırsat bulamadığım zamanlardayım..
oradan oraya plandan plana koşturuyorum resmen..
ve eve neredeyse sadece uyumaya zor geliyorum, değil yazmak için pc nin başına oturmak..

yarım saat sonra evden çıkmış olmalıyım..
19 erdek otobüsüne yetişmek üzere..
14 üne kadar huzurlu ve eğlenceli bir tatilim olacak :)
hem
kardeşim de geliyor..
okumak için 4 kitap götürüyorum yanımda, oysa kardeşim varken kitap okumaya zaman bulamayacağımı biliyorum sohbet etmekten..

gitmeden önce ufacık bişi yazayım hakkaten diyorum..
hemen aklıma altı çizili cümlelerimi yazmaya karar verişim geliyor okuduğum kitaplardan..
ve alıyorum elime
bir kitabı..
bir cinayetin psikanalizi..

fotoğrafı ve şarkısını da hıphızlı seçiyorum walla..

ve işte bu müthiş kitaptan altını kalın kalın çizdiğim kelimeler..
tümceler..

mutluluğun esrarlı bir yanı yoktur.
mutsuz insanlar birbirine benzer.
uzun zaman önce açılmış bazı yaralar, gerçekleşmemiş bazı dilekler, ayaklar altına alınmış gururlar, redle -daha da kötüsü ilgisizlikle- karşılanan aşk kıvılcımları, onlara yapışıp kalır; ya da kendileri onlara yapışır.
dolayısıyla her günlerini dünün bulutları arasında yaşarlar.
mutlu insan ise arkasına dönüp bakmaz.
ileriye de bakmaz.
böyle bir kişi an da yaşar.

ama bunun da bir kusuru var.
"an" asla bir şeyi veremez: Anlamı.
mutluluğun ve anlamın yolları aynı değildir.
mutluluğu bulmak için, kişinin sadece anda yaşaması gerekir; sadece an için yaşamaya ihtiyaç duyar.
ama eğer anlam istiyorsa -hayallerinin, sırlarının, hayatının anlamı- kişi ne kadar karanlık olursa olsun geçmişte, ne kadar belirsiz olursa olsun gelecek için yaşamalıdır.
böylece doğa mutluluk ve anlamı bizim için karıştırır ve bizden aralarında bir seçim yapmamızı bekler.

sanırım ben zaman zaman anlamı zaman zaman mutlu olmayı seçiyorum..
ama en çok anlamı..
peki ya siz..
siz neyi seçiyorsunuz en çok ?