31 Ağustos 2006

ya öyleyse..


Yaşadıklarımın yalnızca bir kısmını hatırlayıp,
sonra da hatırladığım kadarı tüm yaşadıklarım sanıyor olabileceğimi düşün (düm).. !! ??


(BLACK SABBATH - SOLITUDE)

28 Ağustos 2006

en güzel hikayem



Teoman & Şebnem Ferah - En Güzel Hikayem

kulaklarım patlıyor sessizliğinden
yorgunluğundan ölüyorum
sinekler yapışıyor vücuduma gitmiyorlar
yayılıyor kanları vurduğumda
denizi araladım geçtim bir aşktan
attım kum torbalarımı
döktüm yaprakları
ama sanki uzandın tenime
hissettim
terim aktı parmak aralarından
bazen , ne yaparsan yap olmuyor bazen
bazen , ne yaparsan yap olmuyor bazen

kanım hızlanıyor bazen damarlarımda
kan çanakları aynada
levham boynumda
bir yapbozu tamamlarken bakıyorum
büyük parçan eksik
kalbin olduğu
bazen bir vücudu sarıyorum
banıp parmağımı tadına bakıp
gözümü sevmeye karartıp
yapamıyorum
bazen , ne yaparsan yap olmuyor bazen
bazen , ne yaparsan yap olmuyor bazen


acı bir tat kalıyor ağzımda
bazen yutup
unutup
bazen tükürüyorum
bazen ayılıp
uyanıp bir nefesle yanımda
adı yok
sırtı var bana dönük
bükük
soğuğa çeviriyorum suyu
ağlıyorum
bakıp içine ayılamayıp anlayamıyorum
bazen , ne yaparsan yap olmuyor bazen
bazen , ne yaparsan yap olmuyor bazen

derimin altında
başarılı ayrılık notları
yazılmış, çöpe atılmış intihar mektupları
vuruyorum sokaklara bedenimi
hayallere
hayatımı yine omuzlarıma
acımı alsınlar diye sığınıp
kurtaracak kadınlara
15 dakkamı
bazen , ne yaparsan yap olmuyor bazen
bazen , ne yaparsan yap olmuyor bazen

bitti
zor oldu ama bitti
yapamadım benim… başka bir kalbi
bedenin zayıftı, kalbin güçlüydü belki
haritası ama çok silikti
sert bir şeydi iliklerimde aşk
dayandım , ittim
sığmadı , kanırmadı girmedi
ama
sıktım pis kanı
akıttım yaramdan
iyileştirmeye yaladım
geçmişti sanki
soktum neşteri göğsüme
inanmaya halim kalmadı
diye
bitti
zor oldu ama bitti
bazen , ne yaparsan yap olmuyor bazen
bazen , ne yaparsan yap olmuyor bazen

korkma
bilirim acıyı
tedaviyi
imkansızlığın kekremsi tadını
dün insanlara baktım
kendi kirli camımdan
terkedilmişler çoktan
yaradan tarafından

ben kesilene kadar yüzdüm ama
görünmeyince karan
bıraktım kendimi

battım bir taş gibi
yanmıştı , çizilmişti ama
seyrettim ağlayarak
sabredip
çok sevdiğim bir filmi
artık yalnız senin için
üzülüyorum
bitti bitti
zor oldu ama
bitti

benim de zaten hiç gücüm yok
yüzüm yok hiç
umudum yok
ama bil ki
farklı bir hayaldi
işkenceydi bazen
bazen çok güzeldi
ama anlıyorum sesinden
kurtulmuşsun sen
nokta konmuş

bitmiş en güzel hikayem

(TEOMAN - EN GÜZEL HİKAYEM)

27 Ağustos 2006

Collateral


Bugün günü geçirmek adına yaptığım en iyi şeylerden biri Collateral ı izlemek oldu. Tam bir Michael Mann filmi.. HEAT kadar olmasa da çok iyiydi film.
Son derece sıradan bir konu aslında.. bir kiralık katil (tom cruise) Los Angeles a gelir, 5 kişi vardır öldürülmesi gerekenler listesinde. Gece için taxi kiralar ve şoförü (jamie foxx) sırayla öldürmesi gereken 5 kişiye götürmesi için zorlar. Ama bu basit konu Mann in imzasıyla fevkalade bi hale geliyor. Collateral bir suç filmi, bir karakter filmi olduğu kadar; aynı zamanda "Los Angeles'ta Gece" üzerine de bir sunu..

Mann asıl önemli dramatik çelişkiyi iki karakter arasındaki farklılıkla yaratıyor ve favori temasına yöneliyor:
Hayatları nedeniyle çok net bir şekilde ayrılan iyi ve kötü karakterin aslında birbirinden pek farkı olmadığı gerçeği..
Michael Mann bu temanın unutulmaz destanını “HEAT” te yazmıştı ..
Filmin büyük bir kısmı taxide geçmesine rağmen yine de tempo hiçbir zaman düşmüyor.. hatta filmin sonlarına doğru 10 dakikalık bir gece klubü sahnesi var ki.. defalarca izlenecek müthiş bir sahne..

Bir de sessiz ama vuran bir sahne var.. konuşma yok.. ama görselliğin hiç konuşmasız çok şey anlattığı anlardan biri işte.. bir sürü kişinin ölümünden sonra, gecenin ıssızlığında taxi otoyolda ilerlerken birden durur.. ve müzik devreye girer (aşağıda indirebileceğiniz linki var).. iki tane kurt!! yolda karşıdan karşıya geçer.. şoför onların geçmesini bekler, katil boğazına yumruk yemiş gibi bir yüz ifadesiyle o an yaşadıkları gerçekliği kavrar.. kurtlar geçer.. taxi hareket eder..
Bunun dışında filmde yoğun ve harika bir müzik kullanımı da var ki.. soundtrackine hemen sahip olmak lazım.. :)

Bir çok diyalog var beni etkileyen..

Los Angelis ı tarif ederken katilin kurduğu cümle büyük şehrin ezen vurdumduymazlığını ve insanların bencilliğini, sadece kendi hayatlarıyla ilgilendiklerini ve en önemlisi insanların aslında ne kadar yalnız olduklarını açıkça özetliyordu: “L.A… çok yayılmış, herkes bağlantısız, kimse birbirini tanımıyor. Bir adamın haberini okudum, metroya biniyor ve ölüyor. L.A.ın etrafında tur atan cesedini birisinin fark etmesi 6 saat sürmüş, insanlar yanına oturup kalkmış, kimse fark etmiyor..”
ki zaten filmin sonunda.. katil metroda bir koltuğa oturarak ölür ve şoföre söylediği son sözler: “bir adam metroya binmiş ve ölmüş, sence birileri fark eder mi….”

Yine başka bir diyalog.. balangıçta şoför, adamın katil olduğunu bilmemektedir, emlakçı olduğunu ve dostlarını ziyaret ettiğini sanır. İlk kurban öldürüldükten ve şoförün olayı anlamasından ve cesedi bagaja koymalarından sonra şoför şoka girer. Katil gayet soğukkanlı ve ağırbaşlıdır:
- Onu neden öldürdün? Sana ne yaptı?
- Bana ne mi yaptı? Bana hiçbirşey yapmadı. Onu tanımıyorum bile.
- Tanımadığın birini neden öldürdün?
- Önce tanıyıp sonra mı öldürmem gerekiyor?........

Şoförün şoku devam etmekte, olaylara anlam verememekte..
- Rwanda yı biliyor musun?
- Evet?
- Onbinlerce kişi güneş batmadan öldürülüyor. Kimse Nagasaki ve Hiroshimadan beri o kadar insanı bu hızla öldürmedi, o zaman da böyle zırlandın mı Maxx??
- Hayır.
- Peki neden şimdi ben şişko bir herifi öldürüyorum ve sen de tepinmeye başlıyorsun?
- Rwandalı tanımam hiç.
- Bagajdaki adamı da tanımıyordun….!!!!!!!!

Şoför 12 yıldır taxi şoförlüğü yapmakta. Ama bunu “geçici iş” diye tanımlıyor. Çünkü hayalleri var.. Mercedes limuzin şirketi kurmak. Hatta hastanede yatan hasta annesi gerçeği bilmemekte, oğlunun Mercedes limuzin şirketi olduğunu sanmakta. Ve mecburen yapılan hastane ziyareti sırasında katil bunu öğrenmekte. Hastaneden çıktıktan sonra yola devam edilirken katil şoföre neden annesine yalan söylediğini sorar, şoför utandığı için aslında annesine yalan söylemediğini, annesini her şeyi duymak istediği gibi algıladığını anlatmaya çaışırcasına :
- O duymak istediği şeyi duyuyor. Ben de onu hayal kırıklığına uğratmıyorum.
- Yaa tabii. Belki de ona söylediklerini duyuyordur.
- Ona dediklerim hiç yeteri kadar iyi olmadı, hep böyleydi.
- Kendi eksikliklerini sana yansıtırlar. Kendileri ve hayatları hakkında sevmedikleri şeyleri falan. Onların yerine sana yüklenirler..
..............................................................
Filmin başında şoförümüz bir kızla tanışır. Kız bölge savcısıdır. Kızdan çok etkilenir. Kız kartını verir.
Katil şoföre kızı arayıp aramayacağını sorar, bilmiyorum belki der şoför.. katil aramasını söyler ve şöyle der:
- HAYAT KISA… BİRGÜN BAKIYORSUN Kİ BİTMİŞ……
(ki filmin sonunda şoför bu kızı kurtarabilmek için kişiliğini kırar. Evet resmen kırar. Dönüm noktası. Çünkü 5. kurban o kızdır ve şoför bunu anlar)

Veee, gelelim son diyaloga.. 4 kurban da öldürülmüştür.. ve daha bir sürü polis de öldürülmüştür.. yolda giderler.. şoför hala anlamamaktadır katilin psikolojisini, onları neden öldürdüğünü vs.. Katil:
- Yaşamak ve ölmek için ne iyi bir sebep vardır, ne de kötü bir sebep.. yüzmilyonlarca yıldızın milyonlarca galaksilerinden birinde ufak bir lekenin üzerindeki toz tanesinden bile küçüğüz. Biz buyuz uzayda kaybolmuşuz. Sen.. ben.. kim farkedecek ki??
- Sen tam bi pisliksin.. olması gereken insani değerlerin hiçbirisi yok sende..
- Aynaya bak!!!! İleride bir günmü.? “bir gün rüyalarım gerçekleşecek mi?” ..bir gece uyanacaksın ve bunların hiçbirinin olmadığını fark edeceksin. Planların mahvolmuş. Asla olmayacak planların. Birden yaşlanacaksın. Gerçekleşmemiş ve asla gerçekleşmeyecek. Bunu hiçbir zaman yapamayacaksın, hafızanın derinlerine iteceksin. Sonra rahat koltuğuna yaslanıp, hayatının sonuna kadar tv programlarıyla hipnoz olacaksın. Bana cinayetten bahsetme. Veya o kız. O kızı arayamıyorsun bile. Hala taxi kullanarak ne yaptığını sanıyorsun sen??

Şoför dayak yemiş gibi sözlerin etkisinde donup kalırbir süre.. sonra birden normal hızla seyirdiği yolda hızını artırmaya başlar.. artırır.. artırır.. artırır..
- Çünkü hiç kendime gelip olayları incelemedim, anladın mı? Kendimi. Bunu yapmalıydım. Kumar oynayarak başarmaya çalıştım ama ben en baştan kaybetmiştim. Mükemmel olmalıydı.. her şey mükemmelce hazır olmalıydı. Riskler incelenmiş ve bitirilmiş olmalıydı. Ama biliyor musun yeni haberlerim var: Hiçbirşey fark etmez artık.. Ne fark eder ki?? Bu kocaman boşlukta hepimiz önemsiziz zaten. Alacakaranlık kuşağı gibi.. arka koltuktaki şeytani sosyopat öyle diyor. Ama biliyor musun, sana teşekkür etmem gerekli bu yüzden dostum. Çünkü şu ana kadar hiç o şekilde görmemiştim olayları.
Ne fark eder ki??
Fark etmez!!
O yüzden siktir et!!
Kaybedecek neyimiz var ki??

Der ve son hızla giderken bilerek kaza yapar şoför..

İşte böyle.. uzun oldu biraz ama.. film böyle güzel diyaloglarla dolu..
Ne fark eder ki bazen dimi gerçekten de..
Fark etmez..


(AUDIOSLAVE - SHADOW ON THE SUN)

23 Ağustos 2006

..

müzik yok.. fotoğraf da yok.. hatta kelimeler de..
bazen herşey anlamını yitiriyor..

18 Ağustos 2006

yüzümdeki gölge..


bir kuş çiz yüzüme gözlerinin yaşıyla..
tel tel kirpiklerin kanat olsun..

(ENYA - ONLY TIME)

14 Ağustos 2006

30. yaşgünü


Dün benim yaşgünümdü.. 30. yılı da devirdik.. ama nasıl devirdik, bu sorunun cevabı korkunç işte.. ileriki yılları bilemem.. ama bu otuz yılın içinde en zor ve en berbat geçen yılım otuzuncuydu diyebilirim.. şu geçen bir yıl içinde kaç kez pes ettiğimi hatırlamıyorum bile.. bir çok şey için “buraya kadarmış” dedim evet yalan değil.. hep yılbaşında geçmiş bir yılın hesabı yapılır ya.. bende bu farklı bir tarihte yapılıyor işte.. her yaşgünümde sorarım bazı soruları kendime.. nerdeyim, ne yapıyorum, ne yaptım.. hesabı görülen defterler, mezarlığa gönderilen kişiler.. bazen bir temizlik operasyonuna dönüyor benim için ağustosun 13 ü.. neden bilmiyorum ben hiç mutlu olmuyorum yaşgünlerimde.. ve sanki o gün mutlu olmak gibi bir zorunluluğum varmışçasına kendimi zorluyorum mutlu olmak için.. yoksa görünmek için mi bilinmez.. çünkü çevrenizdeki herkes yaşgünü çocuğunu mutlu görmek ister.. hem neden mutlu olmak zorundayım ki? İnsan yaşlanıyor diye mutlu mu olmalı ki:) 30 bitmiş.. herkes 20 gösterdiğimde hemfikir olsa da.. 30 bitmiş.. :)
Her yıl olduğu gibi bu yıl da, daha sabahın köründe ilk mesajlar türkcell ve bonus dan geldi:) türkcell 50 sms bedava hediyesi göndermiş bana.. iyi de ben kendi yaşgünümde kime niye mesaj yollayayım ki dimi:) bonus dan bir hediye yok tabi:)
Gerçi yaşgünümü günü gelmeden önce kutlayanlar da vardı.. nam-ı diğer avukat.. daha cuma gününden arayıp kutladı, pazar günü sana ulaşamam diyerek, flickr arkadaşım banu da aynı şekilde.. bugün denizde olmam sebebiyle tüm gün telefonum kapalı olmasına rağmen bana ulaşmayı başaran arkadaşlarıma da buradan bir kez daha teşekkür edeyim..
Eee.. yaşgünü bu hediyesiz olmaz dimi :) ilk hediye
benim minik cadımdan geldi.. cumartesi akşamı beni görür görmez dayanamayıp verdi hediyelerimi.. çok zor onun için bir gün daha beklemek. Benim gibi sabırsız ne de olsa:) 2 tane kolye almış bana.. hem de aslan burcunun taşlarıymış:) ve bir de resim çizmiş; ay a giden bir uzay gemisi çizmiş, merdivenleri de var. Ve ben uzay gemisindeyim:) öyküm başlatmışken hediye verme olayını herkes devam etti:) yani ben hediyelerimi bir gece önceden aldım:) Atilla İlhan ın şiir kitapları seti.. tam 7 taneeeee:), kırmızı bir çanta ve 3 adet rengarenk bikini :)
Evet.. 31. yılımın ilk gününde kararlıyım bu yılı geçen yıl gibi geçirmemeye.. ve evet.. zor ve korkunç geçen bir yıl olabilir 30 ve ben defalarca pes etmiş olabilirim ama içimde öyle büyük bir güç var ki benim kendi kendimi iyileştirebiliyorum işte.. bu yıl farklı olacak biliyorum.
Ve o yüzden kelimelerimi, son bir aydır sürekli dinlediğim ve her dinlediğimde içimde müthiş bir dans etme isteği yaratan harika şarkıyla bitiriyorum..

(QUEEN ADREENA - JOLENE)

8 Ağustos 2006

sevilesi kentler..


Kitapları seven, kitapçıları da sever..
Alırsın eline, ön ve arka kapağını okşarsın, göz gezdirirsin şöyle bir, karıştırırsın sayfalarını..
Daha önce almayı kafana koyduğun kitapları görünce çocuk sevinci..
Ama bir de yeni bir kitap keşfetmişsen rafta, sevincin gülümsemesi..

Devasa kitapçı dükkanlarına girdiğimde küçülürüm hep..
Aman Allahım, ne kadar çok kitap çıkıyor!!
Bunların ne kadarını satın alabilirsin ki??
Ne kadarını okuyabilirsin ki??
Borges gibi bir belediye kütüphanesine memur mu olayım yoksa??
Sabah akşam kitap okunur mu peki??

“Merak kediyi öldürür” demişler..
Sıkıntıya girmemek, hayıflanmamak için bir yöntem geliştirdim son yıllarda..
İstanbulda bu dev kitapçılara girdiğimde, öyle genel geziler yapmıyorum..
Sadece ilgilendiğim türdeki kitapların bölümlerini tarıyorum..
Tabii dükkana girerken, karşına nal gibi “Yeni Çıkanlar” tezgahını dayıyorlar, ona da bakmadan edemiyorsun..

Kitapsevenlerin refleksi midir ne, aynı tür kitapların olduğu reyonların önünde kitap karıştıranlar, birbirlerinin karıştırdıkları kitaplara da bakarlar..
Özellikle internet öncesi yıllarda; yeni çıkan kitaplar hakkında fikir alışverişinde bulunulurdu böyle fırsatlarda..
Ya da yeni çıkacak kitapların haberini alırdın rafların önünde..

Bir kentte tanıyıp sevdiğim insanlardan sonra en çok kitapçıları severim ben..
Kitapçısı güzel, büyük ve zengin olan kentler de daha çok sevilir haliyle..

(Françoise Hardy - Tous Les Garçons Et Les Filles)