31 Mayıs 2006

bir veda havası..


vakit tamam!.. seni terk ediyorum.
o bütün alışkanlıklardan ve bütün sıradanlıklardan öteye,
yorumsuz bir hayatı seçiyorum.
doyamadım inan, kanamadım sevgiye..

korkulu geceleri sayar gibi,
deprem gecesinde bir yıldız, birdenbire kayar gibi;
ellerim kurtulacak ellerinden,
bir kuru dal, ağacından çatırdayıp kopar gibi..


aşksa, bitti...
gülse, hiç dermedik.
bul kendini kuytularda, hadi dal!
seninle bir bütün olabilirdik...
hoşça kal gözümün nuru,
hoşça kal...

hoşça kal canımın içi,
hoşçakal..

vakit tamam!.. seni terk ediyorum.
bu, kırık ve incecik bir veda havasıdır.
tutuşan ellerimden parmak uçlarına değen sıcaklık,
incinen bir hayatın yarasıdır...

kalacak tüm izlerin hayatımda.
gözümden bir damla yaş, sızlayıp resmine aktığında;
bir yer bulabilsem keşke bir yer, seni hatırlatmayan;
kan tarlası gelincik şafağında...

ölümse, korktun.
savaşsa, hep kaçtın...
vur kendini kuşkularda, hadi al!
sen bir suydun oysa, sen bir ilaçtın...
hoşça kal iki gözüm,
hoşça kal..
hoşça kal canımın içi,
hoşça kal...

bir Yusuf Hayaloğlu şiiri..

(AHMET KAYA - BİR VEDA HAVASI)

23 Mayıs 2006

kırılmayan zincir..


bugün Witnessofbozacı’nın yazdığı güzel kelimeleri okuduğumda, aklıma daha çocukken duyduğum ve dönem dönem kendimi hapis gibi hissettiğim zamanlarda beynimin içinde sürekli yankılanan bir hikaye geldi..

küçük yavru fili daha doğduğu anda bacağından bir direğe zincirlemişler.. yavru fil uzun bir süre o zincirden kurtulmak için çabalamış.. ama henüz yeterli güce ulaşmadığı için zinciri bir türlü koparamamış.. aylar geçmiş yavru fil yavaş yavaş büyürken bir yandan da hep zinciri koparma çalışmalarına devam etmiş.. ama hala zinciri koparabilecek güce ulaşamadığı için sonuçsuz kalmış çabaları.. ve bir gün vazgeçmiş.. zinciri koparamayacağını anlamış!!??!! bir daha hiç denememiş.. yıllar geçmiş.. küçük fil büyümüş, kocaman olmuş.. zinciri tek denemede koparabilecek güce ulaşmış.. ama hiç denememiş.. bir ömür zincire tutsak yaşamış..

işte hepimizin bu küçük fil yavrusundan bir farkı yok!!!

(Sirenia - Voices Within)

yetmeyen tatil..


koşma isteği, uzun yol isteği derken.. güzel bir tatil yaptım:) üstelik de çıktığım en uzun yolculuklardan biriydi.. on saat kadar..
Akdeniz güzelmiş mayıs ayında..
suyun gürültüyle çağlayan sesini dinlemek güzelmiş Manavgat şelalesinin kenarında..
güneşin usulca kayboluşunu izlemek güzelmiş Side nin Kızılağaç kumsalında..
sakinliği de eğlenceyi de bir arada yaşamak güzelmiş yeşillerin içinde..
deredeki kaplumbağalara pizza kenarlarını atmak da güzelmiş..
gizlice böğürtlenleri koparıp yemek de..
güneşlenirken kitap okumak, sevdiğin müzik yankılanmaya başlayınca kitabı ve gözlerini kapatıp kendini müziğe bırakmak..
eve bronzlaşmış bir tenle geri dönmek..
….
tatilin güzellikleri saymakla bitmez de..
ben denizin tuzunu gerçekten öyle özlemişim ki..
denizin kokusunu öyle özlemişim ki..
bi de çakıl taşları varmış kumsalında.. daha ne isteyebilirdim ki:)

bir bütün gece yolculuk..
sekiz!! gün deniz..
bir bütün gece yolculuk..
ve ardından bugün iş!!!!!!!!!!!
tatilden dönmek yaramadı bana:)
bugün işe konsantre olamadım, tatilde çektiğim fotoğraflara bakıp yeniden orda olmayı diledim..

ve şimdi… hastayım!!
ben söylüyorum hep zaten bırakın beni deniz kenarında ben yaşarım kumsalda diye.. ama dinleyen yok!
öksürüyorum, boğazlarım şişmiş yutkunamıyorum, başım kazan gibi, ağır..
hapşıramıyorum gözlerimden yaşlar süzülüyor, sigara içmemem gerekiyor ama içiyorum..
on gün yatarsan malak gibi tatilde.. bugün sandalyede on saat oturduktan sonra belin korkunç ağrır tabi!
hem soyulmaya başladı derim!!
yani ne lazım bana!!!!
deniz..
hadi yine gidelim denize..
hadi ben tuzu yeniden hissetmek istiyorum sıcaktan kavrulmuş tenimde..
hadi üşümek istiyorum ben soğuk suyun içinde..
hadi..
çalışmak ve hasta olmak istemiyorum denize dalmak istiyorum..

tatille ilgili anlatacak ne çok şeyim vardı.. ama şimdi hasta ve halsizim.. canım hiçbişey yapmak istemiyor.. bakalım yarın nasıl olacak.. iyileşir miyim ki acaba bir gecede.. gözlerim sulanmasın artık.. hapşırayım ve kurtulayım hadi..

deniz mevsimim açıldı.. can kurtarıcım Erdek.. bekle beni geleceğim..

(Placebo - Post Blue)

17 Mayıs 2006

taş elbise..


sen uzun soluklu bir öyküsün..
ki ben taş elbiseler giyiyorum yokluğunda..


(The Durutti Column - Tomorrow)

13 Mayıs 2006

hikayesiz hikaye..


bazı hikayeler hikaye anlatmaz..

sürekli bir şey bir yere çarpıp çarpıp geri dönüyor, tam hamle yapacakken başaramayıp olduğu yere çakıldığını hissediyorum..
dolayısıyla hiçbir şey olmuyor; daha doğrusu bir sürü şey oluyor, ama olanları kesif bir duman gibi kaplayan o ağır, derinden hissedilen ama tanımlanamayan şeyin boğuculuğu, olup biten her şeyi önemsizleştiriyor..
hatırlamayı da, yaşamayı da, anlatmayı da imkansız kılan bir ağırlık..
anlatma çabasının da bir çeşit duvarla, bir imkansızlık bilinciyle durdurulduğu bir masal sanki..
bu hikaye işte bu niteliğiyle hem içine çekiyor beni, hem de salgıladığı o tuhaf tedirginlikle itip duruyor..
işte bu yüzden sancılı olmuştu hep bu hikayeye dönüşlerim..
ne “hikayesizliği”, ne buz gibi dili değildi sancılarıma sebep..
ama içime doldurup durduğu o huzursuzluk ve tedirginlik.......

boğuculuğu anlatmıyordu, boğuyordu..
tedirginliği anlatmıyordu, tedirgin ediyordu..
sessizliği kelimelerle ifade etmeye çalışmıyordu -o zaman sessizlik bozulurdu-, sessiz kalıyordu..
mutsuzluğu göstermiyor, onunla yüzyüze bırakıyordu..
sessiz kalıyor ama derinden gelen bir uğultuyu da duyulur kılmaya çalışıyordu..

zar zor dengede duran bir ağırlığın oradan düşeceği anı diken üstünde bekleyişi gibi..
gacırdayıp duran köhne bir binanın ha çöktü ha çökecekmiş gibi..
olan huzursuzluğu..

hikayede; sürekli bir çürüme, dağılma ve parçalanma anlatılıyordu ama kaçınılmaz kader olduğu ima edilip durulan ÇÖKÜŞ bir türlü gerçekleşmiyordu..
hikaye anlatılmıyordu; o tanımsız duvar dikiliveriyor ve çarpıp geri dönen şey bir türlü gürültü olamıyor, hep uğultu olarak kalıyordu..
insanın konuşmak hatta haykırmak isteyip de ağzını bile açamadığı o korkulu rüyalardaki gibi, bir solukta anlatılıp kurtulunmak istenen ama üzerine konuşulamayacağı da çok iyi bilindiği için çaresizce çevresinde dolanılıp durulan bişey vardı..
anlatılamıyor, insanın içinde kalıyor, başarısızlığa uğrayan her anlatma hamlesinden sonra her şey biraz daha suskunluğa gömülüyordu..
bir yere bağlanacakmış gibi görünüp bir anda kesiliveren tek tek olaylar hep kabuğu kırılmak istenen o çekirdeğe, o boğucu “asıl mesele”ye yöneliyor, isimsiz kahraman –isimsizliğiyle dağılan ve kimliksizleşen kahraman- sadece oturup bakıyor, hatırlamaya çalışıyor, çırpınıyor..
bol sıfatlı cümleler birbirini takip ediyor, ilerletiyor ama bir düzen içinde değil..
her şeyin aynı yere döndüğü, aynı duvara çarpıp düştüğü dolambaçlı bi tekrarın içinde hareket ediyor..

bu hiç de kötü bişey gibi gelmiyor bana oysa..
tam aksine o sert ve nüfuz edilemez çekirdeğin kıpırdanıp durduğu yere dair bişeyleri, başka kelimelerle tekrar okuma ihtimaline seviniyorum..
çünkü daha önce buralardan oraya giden pek olmamıştı..
orası oldukça loş ve uğultulu bir yer..
gidip biraz gölgeleri kısmak ve uğultuya kulak kesilmek gerek..

(ENIGMA - THE EYES OF TRUTH)

7 Mayıs 2006

koşma vakti..


bahar gelmişşş..
evimin karşısındaki akasya ağaçları bembeyaz olmuş, mis kokularını bırakıyorlar 24 saat evimin balkonuna.. pencerelerimi açıyorum.. akasyalı bahar kokusu var evimde..
içimdeki kıpırtıların canlanmasını bekliyorum beyaz kokuların orta yerinde..
ama her zamanki gibi içimi kıpırdatan bir şarkı oluyor yine..
öylesine bir gece uzanmışken kanepede.. bir erkek bilmediğim bir dilde Fransızca kelimelerle sanki “kalk ve koşmaya başla” diyor bana..
sesini daha da açıyorum müziğin..
kesmiyor.. daha daha açıyorum..
evet kesinlikle koşma isteği uyandırıyor bende..
koşmalıyım diyorum.. kulağımda bu müzikle koşmalıyım..
ya da belki.. uzun yola çıkmamın vakti gelmiş gibi..
yollar çekiyor beniiiii..
yollar diyorum.. yollar çekiyor beni..
belki koşmalı kulağımda bu melodiyle..
belki camdan kendimi izlemeli uzun bir yolculukta..
şarkı mı??

(Indochine – Alice & June)

1 Mayıs 2006

ad..


bir gece yarısı kelimeleri birleştiremediğim için ağlayıp dururken..
bir erkek çaldı kapımı..
atını çitlerime bağlamıştı..
uzun siyah bir pelerini vardı..
bu kelimeleri o birleştirdi bana..
ben de bir yıl sonra adını unutacak olursam onun olmaya söz verdim..
bir yıl geldi geçti..
nedir ki ad dediğin ??
bir adı akılda tutmaktan kolay ne var ??
kelimeler uçup gidebilir mi ki aklımdan ??
adın… ölsem bile dudaklarımı tutuşturur..
yine de adını unuttum gitti işte..

(THERION - AN ARROW FROM THE SUN)