31 Ağustos 2008

KOKULARIM



U2 - Hold Me, Thrill Me, Kiss Me, Kill Me. 



Aylar önce ebelemişti beni Gaykedi, 2007 nin enlerini yazdığım yazımda, kokuya saplantılı olduğumu okuduğunda..
Konu unutulmaz kokularım dı..
Çok uzun zaman erteledim yazmayı bu konuda..
Çünkü benim için konu koku ise tutkulu kelimeleri dizginlemek de, saklamak da (hani şu örtünün altına) pek mümkün değil gibi..
Birkaç defa başladım yazmaya ama hepsinde pes ettim..
Şu anda da yine deniyorum..
Eğer okuyabiliyorsanız bu satırları; tutku sözcüklerini biraz dizginleyebilmiş ve pes etmemişim bu işten demektir :)


Öncelikle; bir koku nun bir insanı hayatıma tam orta yerinden sokacak kadar ve yine aynı şekilde bir kokunun pek çok şeyi ve diğer kokuları bir anda arka plana itebilecek kadar ve tam tersi bir insanı hayatıma almama kararı verdirecek kadar söz sahibi olabilme ihtimalini belirtmeliyim yaşamımın içinde..


Kendimi bildiğimden beri koklarım herşeyi.. heryeri.. herkesi..
Yediğim ve içtiğim şeylerin tadına burnum bakar dilimden önce..
Çayın, sütün şekerli olup olmadığını koklayarak anlayabilirim tatmadan..
Şekeri önce kokusundan duyumsarım yani..
Bu koklama işini dışarıdan kimse farkedemez..
Hatta öyle benleşmiş bir şeydir ki bu, ben bile çoğu zaman farketmem böyle yaptığımı..


Koklamak..
Nasıl desem..
Sanki nefes almak gibi doğal ve farkında olmadan yaptığım bir şey..


Genç kızlığımda parfüm kullanmadım desem yalan olmaz..
Sanırım beni herkes Bepanthol kokusu ile tanır..
O kokuyla özdeşleşmiştir tenim..
Çünkü sadece o losyonu sürerdim..
Hoş hala aynı losyonu kullanıyorum..
Kendini hissettiren bir kokusu vardır kesinlikle..


Ama kokunun bende bir tutku, hatta saplantılı bir tutku haline gelmesi bir parfüm sayesinde olmuştur..
2002 yılının sonları..
Her pazar olduğu gibi gazete okuyorum..
Ve tam bir sayfa büyüklüğünde bir parfüm reklamı..
Dior ADDICT..
İlk önce başlığın dikkatimi çekmesiyle birlikte kendimi o büyülü yazının (reklamın) içinde buluyorum..
Ve hemen akabinde kendimi mağazada kokuyu bileğime sürerken..
O başdöndürücü koku ile birlikte adım atıyorum kokuların büyülü dünyasına..
Addict ben de adı gibi bir tutkuya dönüşüyor..
Narsizmin bu kadarı olmaz, kendimi kokladıkça başım dönüyor.. Kokladıkça heyecanlanıyorum.. Kokladıkça kanımın akışı hızlanıyor..
Resmen tanıtımında dediği gibi, hafif bir baygınlık hissine kadar gidebilecek denli güçlü bir koku..


Ve ben artık sadece gece kraliçesi çiçeği kokuyorum..


Herkesin teninde farklı durur, farklı yerleşir kokular..
Bir parfüm birinde muhteşem iken, başka birinde iğrenç hale de dönüşebilir..


Gel zaman git zaman bir gün yine gazete okuyorum..
Kim olduğunu unuttum ama koku dünyasının ünlü adlarından biri.. Bir kadın .. diyor ki:
"Teniniz için doğru kokuyu bulmanın tek bir yolu vardır: Parfümü Dilinize Sıkmak.."
Evet yanlış okumadınız..
Kadın uzunca anlatmıştı bu konuyu..
Parfümü dilinize sıktığınızda bikaç saniye içinde yanma hissi geçiyorsa, o sizin teniniz için doğru kokudur.. Ama yanma hissi uzun sürüyorsa, hatta midenizi bulandırdıysa yanlış kokudur..


Bunu okur okumaz yatak odama koşup parfüm şişesini alıp ürkerek, hatta korkarak, tedirgince ağzımın içine Addictten bir fıs sıkarken buluyorum kendimi..
O ne inanılmaz bir histi..
O nasıl bir "acı güzelliği"ydi..
Evet yanma sadece bikaç saniye sürmüş, değil mide bulantısı zevkten dört köşe bile olmuştum..
Sonradan bir kız arkadaşımın parfümünü de denemiştim; bakalım o da az mı yakacak diye.. Neredeyse kusuyordum :)
Bir insanın bir tek kokusu yoktur.. Ama test etmenin sadece yolu budur..


Evet 2002 yılından beri ben asla vazgeçemedim Addictten..
Ve beni tanıyan hiçkimse de vazgeçemedi bendeki addictten :)


Addictin açtığı bu kokular dünyasına girdikten sonra.. O zamandan beri sokakta yanımdan geçen.. Ya da otobüste.. bankada.. sırada.. herhangi bir yerde.. İnsanların kokusunu sürekli irdeliyorum.. Sanki gözlerim körmüş gibi koku almaya çalışıyorum..


İnsanlar gibi.. Gittiğim kentleri de kokularıyla yerleştiriyorum beynime..
Hiç bir kentin kokusu birbirine benzemiyor..
Ankaranın kokusu başkadır, İstanbulun başka.. İzmirin kokusu başkadır, Eskişehirin başka..


Gittiğim mekanları da keza aynı şekilde..
Kötü koktuğu için mekanları terkettiğim vardır..


Ve ev kokuları..
En baskın kokular evlerdedir..
Her evin kendine has kokusu yerleşmiştir duvarlarına..
Odalarına..
Ev odaları.. otel odaları.. yüreğimin odaları :)
Ve yine bir evi sevip sevmeyeceğim kokusuna bağlıdır..
Tıpkı bir insanı sevip sevmeyeceğimi kuvvetle belirlediği gibi..


Hayatımın kitabı dediğim Sakın Kımıldama yı bile bu derece sevmemdeki en temel şey: Timo nun koku olayında bana çok fazla benzemesiydi..
Nitekim sevdiği kadının kokusunu "AyrıkOtu" ile tanımlaması bunu çok güzel bir şekilde ispatlıyor..
Hemen IsırganOtu kokusu geliyor aklıma bunu düşündüğümde..
Yanar bir Suyun içinde düşüp haşlanmış bir IsırganOtu kokusu..


Ve tabiki koku ile ilgili en iyi kitap da, film de şimdilik: Perfüme: The Story of Murderrer..
Film demişken Al Pacinonun oynadığı ve hatta kadın ile harika bir tango yaptığı o sahneyi de hatırlamadan geçmeyelim Kadın Kokusu adlı şahane filmden..


Şu aralar sevgili Mehmet'in hediyesi olan Parfümün Dansı kitabını da okuyor olduğumu belirtip, hayatımın unutulmaz kokularını biraz saymaya çalışıp, ardından yazıyı noktalayayım diyorum.. Hazır dizginlenmiş halde giderken :)


Asla Doymayacağım Koku: Öykümün kokusu..

Çocuksu Kokularım: Salçalı ekmek kokusu, odun kömür sobasının eve sinen kokusu, o sobanın üstünde kızartılan ekmek kokusu, temiz çamaşır kokusu

Hüzünlü Kokularım: Sevdiğim Adamın gözyaşının kokusu, IsırganOtu kokusu,

Umut Kokularım: Deniz ve tuzunun kokusu, yosun kokusu..

Ürpertici Kokularım: Ateşin kokusu, odunun yanarkenki kokusu..

Huzurlu Kokularım: Toprağın yağmuru yediğindeki koku,

Meyve Kokularım: Karpuz kokusu, kavun kokusu, şeftali kokusu,

Baharat Kokularım: Tek vazgeçilmezim Tarçın kokusu,

Sebze Kokularım: Domates ve Biber Kokusu,

Evimin Kokusu: Lavanta

Nefret Kokularım: Parfümle yıkanmış bir erkek kokusu,

Sevdiğim Erkek Parfümleri: 212, Noir, I'mPerfect

Ben: ADDICT
:)


Bu yazım için pek çok fotoğraf karesi geçti gözümün önünden..

Ki çok sevdiğim ve fotoğraflarındaki kayboluşa ve ıssızlığa hayran kaldığım fotoğrafçı arkadaşım Muratla çok uzun zamandır konuşuruz fırsat buldukça..

Kokunun fotoğraf kareleri neler olabilir diye..

En zor temalardan biridir koku görsellikte..

Ama herkesçe kabul edilen ve koku deyince akla ilk gelen yerlerdir boyun ve diz arkaları..
Bu yüzden şimdilik çok marjinal fotoğraflar yerine daha beklenen fotoğrafları seçtim..



Bu yazım için yine pek çok şarkının müzikleri ve sesler yankılandı beynimin içinde..
Öncelikle saplantılı bir tutku dediğimde ilk ruhuma dolan şarkı her zaman Noir Desir'den L'Appartement dir.. Ama onu zaten biri Koku filminde olmak üzere 2 yazımda kullanmıştım. Abartma fatoş dedim kendi kendime.. Ondan sonra sevdiğim sesler Rammstein ve Marilyn Manson ve ardından Enigma içime hücum etse de ben bir sürpriz yapıp, Addict ile ilk tanıştığım zamanlarda duyduğum ve tıpkı koku gibi kanımı hızlandıran eski bir şarkıyı seçtim :)
Adı da çok hoş.. sarıl bana, titret beni, öp beni, öldür beni..


Tutku keskin bir şey..
Her nerede hissedilirse hissedilsin..


Nneredeyse hiç rüya görmüyorum diyecek kadar rüyasız bir kadından bir soru ile bitiriyorum bu kokulu yazımı..

Neden Rüyalarımızda Koku Almayız??

20 Ağustos 2008

Danika



siyah bir ekranla başlıyor filmin ilk sahnesi..
kendini iyileştirmeye çalışan bir kadın sesi duyuluyor..
"iyi olacağım.. iyiyim.. iyi olacağım.."
derken çarşafın altına gömülmüş güzel bir kadın yüzü beliriyor ekranda..

görüntü değişiyor..
hem hüzünlü hem ürkütücü bir müzik başlıyor...
ve aynı kadını bu kez direksiyon başında görüyoruz..
ama öyle bir yüz ifadesi var ki anlatılır gibi değil..
sarsılmış.. dağılmış.. dalgın.. yaşlanmış hatta ölmüş bir ifade..
arabada biri kız 3 tane de çocuk var yaşları birbirine yakın gibi duran..
kaza olacakmış hissine kapıldım daha bu ikinci karede..
sanırım müzik ve kadının yüzündeki ifade yüzünden..
kadının yüzündeki ifade feaket sonrası gibi görünse de, müzik kesinlikle felaket öncesini çağrıştırıyor..

ve kadının dalgın ölü bakışından kare yine birden atlıyor..
kadın yine araba kullanıyor..
yalnız..
yağmur yağıyor..
mutlu bir yüz ifadesi..
gençleşmiş sanki..
acı yok..

ve film başlıyor..

ilginç bir film
Danika..
beni epeyce sarstı.. evet evet epeyce sarstı..


35 yaşında 3 çocuk annesi bir kadının, çocuklarının başına dışarıda sürekli kötü şeyler gelecek endişesini nasıl paronayaya dönüştürdüğünü ve bu yüzden sürekli gördüğü halüsinasyonları ve bu durumun kendi hayatını da, ailesinin hayatını da nasıl etkilediğini anlatan değişik bir film..
haberlerden aşırı etkileniyor anne.. dışarıda hayat korkunç.. çocuk kaçırmalar, öldürmeler, bombalar..
ve iyi bir anne olma takıntısını da çok güzel işlemiş film..

hemen uyarayım bikaç sahne feci anlık korkuya yol açıyor insanda..
çünkü hiç beklemediğiniz bir anda, birden korkunç bir görüntü giriyor devreye..
genelde gerilim ve korku filmlerinde beklersiniz sürekli garip görüntüleri ve hatta müzik de çok etkileyicidir..
ama danika da öyle çok normal süre giderken herşey, bir anda ani korkunç görüntü..
sıkı gerildim ben walla bazı yerlerde..

filmin başındaki hani her an kaza olacakmış hissi veren o kare, ara ara tekrar gösteriliyor..
kadın o sarsıcı görüntüsüyle içinden şunları geçiriyor ve ben çok etkileniyorum bu tek cümleden:
"Herşeyin mutlu ve mükemmel olduğu o anlarda, zamanı durdurabilmek isterdim. Böylece bunlar gerçekleşmiş olmazdı."


kadının psikologuyla arasında geçen bir diyalogu da yazmak istiyorum:

Danika: Hayatını onları acıdan ve kötü etkilerden korumaya çalışarak geçiriyorsun ve onlar anlamıyorlar. çok gençler, hayat nasıl bir anda elinden kayıp gider idrak edemiyorlar.

Psikolog: Acaba sen çocuklarına karşı fazla korumacı olabileceğini düşünüyor musun?
D: Çocuğun var mı?
P: Hayır
D: Öyleyse bilmiyorsun, bilmiyorsun. Bu dünyada kötü şeyler oluyor.
P: Hayat Böyle !!!
D: Bundan hoşlanmıyorum ve bunu kabul etmiyorum. Hayır bunu kabul etmiyorum.
P: Sadece elinden gelenin en iyisini yapabilirsin. Bana öyle geliyor ki sen harika bir annesin Danika.

D: Fakat insanların bana neden yalan söylediğini açıklamak zorundasın. Neden kızım o kitap hakkında hikayeler uyduruyor? Oğlum sürüngenlerle uğraşıyor. Kocam..
P: Yeter !!! Onları herşeyden koruyamazsın. Bu hiç sağlıklı değil.




filmin sonu asla tahmin edilemeyen bir şekilde gelişiyor..
nasıl yani yaaaa diyorsunuz..
meğer onlar değil bunlar mı gerçekmiş..
güzel giden bir hayatı kabusa çeviren halusinasyonlar olarak izlerken tüm filmi, halüsinasyonların gerçek, güzel hayatın hayal olduğunu anlayıverince insan son noktada öyle sarsılıp kalıyorsunuz..
ya da Danikanın dediği gibi hangisinin gerçek hangisinin halusinasyon olduğunu anlayamıyorsunuz..
başınız dönüyor..
oysa herşey beynimizin içinde..
kısaca; şaşırtıcı, etkileyici, korkunç ve sarsıcı bir son..
boğazıma bir yumruk tıkanıp kalakaldım öylece..
ağlamak isteyip ağlayamadım..



sanırım biz kadınlarda daha fazla bu..
anaçlıkla ilgili diye düşünüyorum..
küçükken annem babam hep çalıştığı için biz kardeşimle birlikte hep yalnızdık. kardeşim benden 6 yaş küçük. ona okuldan gelince yemek hazırlamak, soba yakmak vb.. dışında annelik yaptığım söylenemez tabiki de ama daha o yaşlarda hissetmiştim buna benzer endişeleri..
bisiklet sürmeyi yeni öğrendiği zamanlarda, o dışarıda sokaklarda iken ben evde hiç rahat duramaz ikide bir pencereye çıkar onu gözetlerdim.. ona hiç belli etmez bişi demez kısıtlamaz isteklerini yapmasına engel olmazdım ama hep sanki gözetleyerek denetim altında tutardım..
hala bile istanbulda mesela hasta olduğunu falan duyduğumda içimde tarifi zor bir acı duyarım..
bu hissi anneme babama hissetmedim..
tabiki yine endişeleniyorum, onlara bişey olunca üzülüyorum ama bu anlatmaya çalıştığım endişe ve acı farklı bişey..
kardeşimden sonra bu duygunun tavan yaptığı kişi tabiki kızım..
offf .. bazen düşünüyorum da endişelerin bir anda paronayaya dönüşmesi öyle kolay ki..
sürekli kontrol altında tutuyorum endişelerimi ve kendimi..
mesela henüz hiç dışarıya yalnız çıkmadı öykü..

onun ilk dışarıya çıkışını, trafiğe çıkışını, yalnız bir yerlere gidişini falan düşününce bile avuçlarım terliyor.. kalbim sıkışıyor..
okulda üst sınıflardan bir çocuk sevmeye çalışırken öyküyü, öykü da hızla kolunu çekince kolu incinmişti de geçtiğimiz yıl, o çocuğu dövecek kadar öfkelenmiştim içimden.. dışımdan olur böyle şeyler büyütmeye gerek yok desem de..
evet.. bu konu çok derin ve uzun aslında..
endişelerin paronayaya dönüşmesi çok kolay ve çok kolay geçebiliriz bu çizgiyi sanırım..
biçok kadın özellikle anneler benim gibidir diye düşünüyorum..

ama pek de emin değilim??
ben sürekli kafamdan kovmaya çalışırım, bu tür endişeler aklıma hücum ettiği anda..
ama hissedenler bilir o acıyı ve nefes sıkışmasını..



ne tuhaf..
kendimiz ve sevdiklerimizle ilgili müthiş korkular içimizi kemirip durur..
yine de etrafta dolaşır, insanlarla konuşur, yiyip içeriz..
işlemlerimizi sürdürürüz..
duygularımız derin ve gerçektir..
nasıl olup da bizi felç etmezler??
bu duygularla en azından bir süre için nasıl yaşayabiliyoruz??
araba kullanırız, işimizi yaparız, sınıfta dersimizi veririz, gezeriz eğleniriz..
nasıl olur da hiçkimse dün gece, bu sabah ne kadar çok korktuğumuzu anlamaz?
hep birbirimizden bişeyler mi saklıyoruz, karşılıklı rıza göstererek?
yoksa bilmeden aynı sırrı mı saklıyoruz??
üstümüzde aynı tebdili kıyafet??

(BESEECH - EVERYTIME I DIE)

13 Ağustos 2008

Güneş Yolculuğu



evet 32 yılını geride bıraktı benim yolculuğum..
siz bu satırları okuduğunuzda ben 33.yılımın ilk zamanlarını yaşıyor olacağım..
yaz boyu gezginler gibi yaşıyorum ya..

çantaya giyeceklerimi koymak, gitmek, gelmek, çantayı boşaltmak, çamaşırları yıkamak, ütülemek, yeniden çantaya koymak ,gitmek, gelmek..
böyle geçiyor resmen zamanlarım.

tüm yaz aynı kıyafetleri giyiyormuşum gibi başka şehirlerde..
ama böylesi daha kolay..
tüm bu hengamenin arasına düşünsenize bir de 'ne giyeceğimi' düşünüp giysi seçmeye çalıştığımı..
pıff..
zaman kaybı..
böylesi daha kolay :)
nasılsa işyerinde bol bol farklı elbiselerle zaman tüketiyorum :)


eskiden hep mutsuz olduğumu söylemiş miydim yaşgünlerimde..
hep biblo hediye alırdı en yakınım ..
ilk yıllar: ses etmez mutlu olmuş gibi yapardım..
sonraki yıllar: şakayla karışık, "bana bir dahaki yaş günümde kitap alsan daha mutlu olurum" derdim..
sonraki yıllar: "ama geçen sene söylemiştim ya keşke kitap alsaydın"..
sonraki yıllar: "hımm bunu mu aldın güzelmiş" deyip çekmeceye sallanan biblolarla dolup taştı hayatım..
yaşgünlerim hep hayal kırıklıklarıyla dolu geçti..
hep beklediğim hediyeler gelmezdi..
oysaki ben sadece kitap beklerdim :)
son yaşgünümde alınan atilla ilhan setini saymazsak başka hiç bir yaş günümde kitap armağan edilmedi bana..

bunu yakın çevreme ne kadar dile getirmişim ki

geçen yıl..
off kitap armağanının dibine vurdum :))
her defasında yüzümde gülücükler açtı..
sadece yaşgünlerimde de değil üstelik..
bana kitap armağan etmek isteyen ne çok güzel arkadaşım vardı artık hayatımda..


32 yıl uzun bir yolculuk..
umarım önümde bi bu kadar daha yolum olur en azından..
söylemek istediğim anlatmak istediğim çok şey var..
nasıl yaşamdan koptuğum, nasıl geri döndüğüm, bodrumdaki kaptanın teneke bidonu ve yağmurun sesi, tutkuyla sarıldığım yeni hayatım, sahip olduklarım, ve çıkardıklarım..
ama şimdi tüm bunları anlatmaya kalksam saatler sürecek..


yaşgünü yazımı bir gün önceden yazıyorum aslında -çünkü yaşgünümde erdekte olacağım-, ama yayınlanma saatini tam doğum saatime ayarlıyorum..
ve Oğuzun Gölyazıda çektiği harika artistik fotoğrafımı da bu yaşgünü yazıma uygun bulup koyuyorum..
şarkı olarak da tabiki Rammstein dan muhteşem bir parça geliyor..ve pazar gününe kadar yorumlarınızı bile okuyamayacağımı da bildiriyorum :)

söylemek istediğim yolculuk boyunca kucakladığım şeylerdi aslında..
karanlığımı ve kirlerimi nasıl sevdiğimdi..
kendimi ve hayatı nasıl sevdiğimdi..

yaşamı ve yolculuğu nasıl kucakladığımdı..
çünkü bu bir güneş yolculuğu..





sanırım biz, birbirimizden habersiz, birlikte çıktığımız o çetin güneş yolculuğundan tanıyoruz birbirimizi..
güneşe kavuşmak mümkün olmasa da, güneşe kavuşma çabası büyütür bizi..
bunu biliyoruz..
kuşkusuz, yolda olduğunu bilmeyenler de yolda..
ama bizim tanışıklığımız farkındalığımızda..

tümden bir insan olma, kendi bütünlüğüme kavuşma adına çıktığım bu yolculukta, güneşe koşarken birden karanlık bir uzamın içine girdiğimi, bu uzamın tekrar tekrar aydınlanıp, tekrar tekrar karardığını söylersem, inanır mısın bana?
kendimi, o karanlığın içinden bana göz kırpan yıldızların önderliğine bıraktığımı, tıpkı yolumun üzerine benim için konulan çakıl taşlarını teker teker izler gibi yol aldığımı, bilinmeyen sokaklara daldığımı ve ancak böylelikle, başkalarının benim için yazdığı yazgının dışına çıkıp, kendi yazgımı yaşamaya başladığımı söylersem, inanır mısın?

üzerimde kurulmak istenen her türlü egemenliğe baş kaldırarak, güneşin bile bir tür yetke olduğunun ayırdına vararak, bazen korkarak, bazen korkusuzca, karanlığı da kucaklamayı göze aldıktan sonra, içsel ve dışsal bütünlüğüme doğru yol aldığımı söylersem, inanır mısın?


dostum, senin de anladığın gibi bu bir sorgulama öyküsüdür..
vardığım yargılar, onlara başeğmekten çok, başkaldırma isteği yaratsın sende..
ne kadarı doğrudur diye, sorgulama isteği yaratsın..
en çok da, yargılarımı sorgula..
istemeden oluşturduğum bir takım şekiller, kalıplar varsa, onları yık, parçala !





söz söyleme hakkım olsaydı eğer;
"bütün kalıpların ve şekillerin dışına çık! ve yaşama katıl!" demek isterdim sana..
"yaşam, bütün'ü kucaklamaktır." demek isterdim..
ancak, elimden birşey gelmez..
çünkü konuşamam..
çünkü kötürüm oldum ben..
çünkü burada yağmur yasemin kokar..
kime söylesem inanmaz buna..
üstelik hala masumum ben..
yalan söylemeyi bilmem..
susarım..

(RAMMSTEIN - HALLELUJAH)

8 Ağustos 2008

Yabancı



karşımda oturuyor..
konuşuyor..
anlatıyor..
güzel de konuşuyor aslında..
cümleleri düzgün.. yüzü düzgün.. mimikleri abartısız ve sakin..
bakışları da sakin..


birden ona bakıyorum..
ve ne kadar yabancı geliyor bana..
hani sanki bir anda onu duymayı kesiyorum, etraftaki tüm gürültüden kendimi soyutluyorum..
hani sanki sesini kıstım bütün dünyanın, sadece izliyorum..
ses düğmesi bozulduğu için filmin devamını sessizce izlemek zorundaymışım gibi..


konuşuyor.. dudakları sürekli oynuyor..
arada gözleriyle gözlerimi yakalıyor..
yüzü gülümsediğinde ben de gülümsüyorum..
neden gülümsediğimi bile bilmeden..
bir an oradan delice kaçmak istiyorum..
çok kuvvetli bir his bu..
hemen evime gitmeliyim, hemen odama girmeliyim, hemen koltuğuma büzülmeliyim..
sonra bu his geldiği gibi hızla kayboluyor..
o hala anlatıyor sakince kıpırdıyor dudakları..
dudakları hep kıpırdasın istiyorum sonra..
durursa sıra bana gelecek korkusuyla..


başka masalarda bir sürü insan..
herkesin dudakları kıpırdıyor..
herkes ne çok konuşuyor sanki..
başım dönüyor..
ışıklar bile fazla geliyor..


bir yudum içiyorum kahvemden..
birden seslerin hepsi birden geri geliyor..
tanrım ne kadar çok ses var ..
filmi sonuna kadar sessiz izleyebilirdim oysa..
daha az yorucuydu sanki o zaman..


sustun diyor bana..
gülümsüyorum yine usulca..



sonra birden birsürü kişi geliyor aklıma..
bir anda hıphızlıca karşımdaki kişinin yerine teker teker tanıdığım diğer tüm erkekleri koyuyuorum..
hepsi yabancı..
bazen herkes nasıl da yabancı..
hepsinin karşısında kendimi yabancı hissediyorum..
hepsinin karşısında giysilerimle oturuyorum..
elimi uzatsam dokunabileceğim kadar yakınımdalar..
ve elimi tutacak kadar sıcak..
ama bazen herkes nasıl da yabancı..


(SPIRITUAL - NOWHERENESS)