31 Aralık 2013

7.oda'nın 2013 Enleri



John Legend - Who Did That to You



En Kitap:
İlk kez okuduğum kitaplardan: Dehşetler ve Uzmanlar.. Son iki yıldır psikolojiye ve psikanalize feci merak sardım. Her zaman sevmiştim psikoterapi öykülerini okumayı ama bu yıl biraz daha bilimsel anlatımlara da yöneldim. Özellikle cinsellik konusu, üzerine en çok okuma yaptığım alan oldu.. Ama şunu da gördüm ki, burası engin bir derya.. Asla yeterli olmayacak ve okunacak kitaplar asla bitmeyecek! Almak ve okumak istediğim pek çok kitap var sırada..
Yeni okuduğum kitaplardan En kitabım Dehşetler ve Uzmanlar ama bir de daha önce okuduğum kitaplardan birini bu yıl yeniden okudum ki bu kitap yıllar önce okuduğumda da kelimeleriyle başımı döndürmüştü. Ve en sevdiğim kitaplarım arasına girmişti. Nü Peride.. Yıllar sonra cesaretle “IsırganOtu kitaplarım” rafımdan alarak yeniden okuduğum bu müthiş kitap beni yine büyüledi. Dehlizlerin rutubet kokusunu burnumda hissetim yeniden.. İnsan 115 sayfalık bu incecik kitaptan nasıl bunca yoğun, kalabalık ve dolu bir roman çıktığına inanamıyor.. Hakan Akdoğan’ın diğer kitapları da okunacaklar listeme yerleşiyor.


En Yazar: Adam Phillips


En Yabancı Film: Son yılların en çok film izlediğim yılı 2013 oldu! O kadar da çok iyi film izledim ki.. Beasts of the Southern Wild / Düşler Diyarı'ndan tutun da Circles / Kesişen Hayatlar’a kadar en filmlerim listeme girecek pek çok başarılı etkileyici film izledim. Ama EN Filmim kesinlikle: Blue is the Warmest Color / Mavi En Sıcak Renktir !


En Türk Filmi: Belçim Bilgin'in berbat oyunculuğunu görmezden gelmemi sağlayacak kadar iyi bir filmdi.. Kıvanç Tatlıtuğ'a karşı bütün önyargılarımı da kırdı film ayrıca: Kelebeğin Rüyası !


En Dizi: Breaking Bad! Hayranlıkla bir daha izleyebilirim!


En Şarkı: Burada epey zorlanıyorum. O kadar farklı gruplar ve o kadar güzel şarkılarla tanıştım ki bu yıl! Elbette Rammstein albüm çıkarsaydı, burada kesin bir Rammstein şarkısı olurdu. 3 şarkı arasında kıyasıya bir rekabet var içimde.. Şu listemden son 12 aya baktığımda da zaten belli.. Evet en fazla The Black Keys’ten Too Afraid To Love You şarkısını dinlemişim, neredeyse bütün bir yaz her akşam bu şarkıyı dinledim.. Plak dinlemek istediğimde Tim Buckley’den Sweet Surrender, plak dinlemediğim kalan her zamanda da Too Afraid To Love You.. İkinci sıradaki şarkım ise tüm ilkbahar dinlediğim John Legend’ten Who did that to You idi.. Ve son olarak iki aydır aralıksız dinlediğim şarkı ise Beach House’tan Take Care.. Ne yapacağız şimdi? Bu 3 şarkıdan hangisi benim için EN? Gözlerimi kapatıyorum ve üç şarkıyı da bir kez daha dinliyorum.. Ve evet seçtim, bu şarkı beni tuhaf bir şekilde aşk özlemine sürüklüyor içimde.. En şarkım : TAKE CARE..


En Grup: En şarkıyı Take Care e versem de, en grubum kesinlikle The Black Keys 2013 için..


En Fotoğraf: Siyah beyaz fotoğraf tutkum hiç geçmeyecek.. Eğik plan da öyle : My Daughter


En İçecek/Yiyecek : İlk kez denediğim Laphroaig marka isli viskiyi çok sevdim.. İçtikten sonra genzimde bıraktığı is tadı öyle böyle değil, müthiş! Yiyecekte yeni bir şey keşfetmedim sanırım bu yıl..


En Koku: Yine Addict! Bu kokudan asla vazgeçemeyeceğim.


En Kötü Olay: 26 yıllık arkadaşım Nurcanımın aniden hayata veda edişi.. 


En Güzel Olay: Kardeşimin ve Gizmonun nişanı ve kapakbak’ın açılması ve “7.oda Sinema Kulübü”nü kurmam ve sürekli filmler analizler ve etkinliklerle birlikte sayıca da her geçen gün büyümemiz gibi pek çok güzel olay olsa da en güzel en heyecanlı olay: “Cafe 7.oda” yı açmaya karar verişimiz! (Detayları bir başka yazıda, mekanın tadilati başladığı gün anlatacağım.)


Gezdiğim Yerler: Ankara, Ayvalık ve Cunda, Erdek, Ocaklar, Turanlar, Trilye, Eskişehir ve yine yeniden hep İstanbul..


Gittiğim Konserler: Roger Waters The Wall, Tanita Tikaram, Riff Cohen.


2013'ün En Cümlesi: "En iyisi savaşmaktan vazgeçmektir, bırak gitsin. Sürekli bir şeyleri düzeltmeye çalışmaktan vazgeç. Bir şeyden ne kadar çok kaçarsan o kadar uzun süre ona katlanmak zorunda kalırsın. Bir şeyle savaştığında, onu sadece daha da güçlendirirsin. Yapmak istediğin şeyi yapma. Yapmak istemediğin şeyleri yap. Sana istememen gerektiği öğretilmiş olan şeyleri yap. Seni en çok korkutan şeyleri yap." - Chuck Palahniuk –


Gelelim yazımda kullandığım fotoğraf ve şarkının sebebine..

Bu fotoğrafı kullandım çünkü kızımla son aylarda artık gerçekten çok iyi iki dost olduk.. Oysa 2013’ün başlarında ergenlikteki anne-kız çatışmasını birisi çok güzel kullanarak ve bir sürü şey anlatarak kızımın benden resmen nefret etmesini sağlamıştı. Ciddi anlamda çok zor bir kış geçirdik ikimiz de.. Ama kızım büyüyor.. Ve büyüdükçe her şey değişiyor, düşünüyor, gözlemliyor, anlıyor. Ve işte artık yaz itibariyle 360 derece döndürdük aramızdaki ilişkiyi. Şimdi ikimiz; sırdaş, etkinlik arkadaşı, dertdaş, dost, anne-kız ve deliyiz. Öyle bir dostuz ki hem de; geçenlerde beni fazlasıyla üzen bir olay olmuştu, bütün gün ağlamıştım, okuldan gelince gözlerimden anlayan kızım ne olduğunu sorduğunda ikimiz oturduk dertleştik, anlattım ona. Sonra ben derse gitmek zorundaydım, gittim. Gece eve döndüğümde beni bir sürpriz bekliyordu: Kızım, youtube’dan şarap açmasını öğrenmiş, evdeki şarabı açmış, ikimize (kendisine küçük bana büyük) kadehlere koymuş, bir video hazırlamış, videoda kendisi pankartlar eşliğinde doğaçlama bir konuşma yapıyor bana 10 dakika kadar, inanılmaz bir konuşmaydı!! Ve sehpada kadehlerin arasında bir not: “Videoyu izledikten sonra, kadehlerimizi alıp odama gel” O an videoyu izlerken, yaşadığım hisleri anlatmama imkan yok.. Evet 2013 yılı bana çok iyi bir dost kazandırdı.. O benim kızım!

Bu şarkıyı kullandım çünkü kararsız kaldığım 3 şarkıdan 2sini zaten bu yıl yazılarımda kullanmıştım:
Take Care: Mavi En Sıcak Renktir
Too Afraid To Love You: Haydi Öpüşelim
Bu yüzden tüm ilkbahar dinlediğim John Legend'in şarkısını da bu yazıma koyuyorum.


Evet sizin 2013 enleriniz neler?
En kitabınızdan başlayın bakalım dökülmeye..


Hepinize bol filmli, bol kitaplı, bol şarkılı, bol fotoğraflı, güzel kokulu, tutkulu, mutlu ve umutlu bir 2014 yılı diliyorum..

26 Aralık 2013



Mehmet Erdem - Gülmek İçin Yaratılmış


“Yarayla alay eder, yaralanmamış olan” filme adını da veren Shakespeare’in sonesinden bu mısra filmi de ne kadar güzel anlatıyordu aslında.. Herkes kendi derdindeydi.. Herkesin en büyük derdi kendiydi.. Bir başkasının yaralarını göremiyordu hiç kimse.. Öyle ya kendi yaraları o kadar şiddetli kanıyordu ki, kendi yaralarına tuz aramakla o kadar meşgullerdi ki, gözlerinin başka bir yarayı idrak etmesi çok zordu.. Ya hiç görmüyorlardı.. Ya da geç kalıyorlardı..

Cemal de geç kalmıştı.. Çok sevdiği karısının aslında ne kadar yaralı olduğunu, onu kaybettikten sonra anlamıştı..

Sen Aydınlatırsın Geceyi.. Varoluş Sıkıntısı üzerine çarpıcı bir film.. Varoluşun ne denli karanlık, çetrefilli ve gerçeküstü olduğunu ne de güzel anlattı Onur Ünlü bize; gökten yağan taşlar eşliğinde,  intiharlı açılışıyla ve umutların havada asılı kaldığı finaliyle..

Çaresizdi insanlar.. Çaresizdik hepimiz.. Endişe içinde çırpınıyordu aslında herkes.. Sahip oldukları süper güçler bile yetmiyordu hayatlarını düzeltmeye, sorunlarından kurtulmaya.. Aksine bu süper güçleri işleri ve dolayısıyla hayatlarını daha da karmaşık hale getiriyordu.. Kişiliklerini paramparça ediyordu..

Evet gerçekten de süper güçlere sahiptiler ama bu hiçbir işlerine yaramıyordu.

Başkarakterimiz Cemal örneğin.. Duvarların ardını görebiliyordu, önünde hiçbir duvar yoktu.. Ama duvarların ardını görebilmesi onu şüpheye ve endişeye itti. Ve parçaları yanlış birleştirdi. Karısını kaybetmesine sebep oldu..

Cemalin karısı Yasemin.. Dokunmadan eşyaların yerlerini değiştirebiliyordu mesela.. Ama yetmemişti onu kuzeninin kötülüklerinden korumaya..

Kitapçı kız.. Zamanı durdurabiliyordu.. Ama yetmemişti hayatını düzene sokmaya, sevdiği adamın sevgisini kazanmaya bu müthiş güç..

Ölmeyen adam.. Belki de herkesin sahip olmak istediği bir özellikti ölmemek.. Ama o müthiş sahnede, Cemal onu vurduktan sonra birlikte sigara içerken bir hayat dersi veriyordu bizlere.. Ölmemek öyle sandığımız gibi güzel bir lütuf değildi.. Cezaydı.. Çünkü diyordu ölemeyen adam, çünkü hiçbir şeyden korkun kalmıyor Cemal diyordu.. Bu da insanın kişiliğini bitiriyor, ar damarını çatlatıyor, namussuzun teki olup çıkıyorsun. Çünkü yok kimseden korkun Cemal diyordu..

Kalıyorduk öylece koltuklarımızda bizler de.. Düşünüyorduk.. 

Kan ağlayan doktor, silahsız avcı, görünmez öğretmen, dev..
İki güneşli, üç aylı bir gökyüzüne sahip kasaba..


Yönetmen: Onur Ünlü
Oyuncular: Ali Atay, Demet Evgar, Damla Sönmez, Ezgi Mola, Derya Alabora, Ercan Kesal, Ahmet Mümtaz Taylan, Ayşenil Şamlıoğlu, Nadir Sarıbacak, Cengiz Bozkurt, Serkan Keskin, Tansu Biçer, Kaan Yılmaz

Ödülleri:
32. İstanbul Film Festivali : Altın Lale En İyi Film, En İyi Senaryo, En İyi Kurgu, Fipresci Ödülleri



Zeki, komik, olabildiğince hüzünlü! Dram ve komedinin içiçe geçtiği bir kara komedi Sen Aydınlatırsın Geceyi. Ama aslında Cemal’in hikayesi. Film odağına Cemal karakterini alıyor ve film süresince Cemalin olmadığı hiçbir sahneyi izletmiyor bizlere. Biz de Cemalle birlikte duvarların ardını görüyor, biz de Cemalle birlikte şüpheye düşüyor ve yine onunla birlikte pişman oluyorduk. Biz de onunla birlikte bitmeyen endişelerin içine düşüyorduk.. Varoluşumuzun sebebini sorguluyorduk.. Onunla birlikte sone ezberliyorduk.. Evet bu film aslında tek karakter filmi. Diğer herkes Cemalin hayatında olduğu için var filmde.. Cemal bu dünyada niye bulunduğunu bir türlü anlayamıyor.. Sıkıntısı bu.. Ve bundan bahsediyor film de.. Varoluş sancısından..

Film siyah beyaz.. Akhisarda geçiyor. Ama aslında film hem zamansız hem de mekansız.. Herhangi bir zaman diliminde, herhangi bir kasabada geçiyor sanki..

Bir durum aynı anda nasıl hem acıklı olup hem de komik olabilir. İşte bu trajediyi aktarmayı öyle iyi başarmış ki Onur Ünlü, saygı duymamak imkansız. Ciddi bir meseleyi komik bir şekilde anlatmak kolay değildir. Üstelik de bayağıya kaçmadan. Bir yandan bizi güldürürken film bir yandan da boğazımıza tıkıyor pek çok gerçeği. Bir yandan da oldukça karamsar bir film Sen Aydınlatırsın Geceyi aslında.. Ve zaman zaman çok şiddetli sahneler barındıran.. Cemalin karısını dövdüğü sahnede resmen soluğum kesildi benim izlerken..


Sonra Cemal karısından af dilemek için Shakespeare’in sonelerinden birini  ezberlerken.. Ve bahçede karısına okurken.. Ağlamayla karışık gülüyorduk resmen koltuklarımızda.. Ne kadar acıklı iç burkan bir sahneydi ve bizi nasıl da güldürüyordu..
“yarayla alay eder yaralanmamış olan.
bak nasıl da sararıp soluvermiş tanrıça kederlerden.
sen çok daha parlaksın çünkü...
sen tüm göklerdeki yıldızların ilki,
sen aydınlatırsın geceyi.”

Hatıralarımızdaki gerçekler ile dilimizin karşımızdakine söylediği yalanların aynı anda gösterildiği öznel sahneler muhteşemdi. Cemal annesinin ve kardeşinin nasıl yandıklarını anlatıyordu .. Ama söyledikleri ile arkada öznel olarak gösterilen anı görüntüleri uyuşmuyordu.. Zamanı durduran kız kendi hikayesini anlatıyordu ama arkadaki anı görüntülerinden anlıyorduk ki o da yalan söylüyordu. O kadar iyi bir görüntü dili vardı ki filmin, bütün hikayeyi görüneni ve görünmeyeni, doğrusunu ve yalanı görüntüyle aktarıyordu bize. Büyük bir keyifle izledim şahsen.


Ve Cemalin intiharıyla başlayan müthiş açılış sahnesi, filmin sonunda kendini müthiş final sahnesine bırakıyordu.. Bazen.. ne yaparsan yap olmuyordu işte.. Zamanı durduruyordun, dünya dönmüyordu  ama olmuyordu.. Umutların havada asılı kalıyordu.. Aslında.. Yoktu kimsesi kimsenin..


Fragman:

 

11 Aralık 2013

Mavi En Sıcak Renktir


Beach House - Take Care


Büyümek ne kadar zorlu bir süreçti.. Özellikle de hayatı kenardan seyredenler değil de bizzat içine dalanlar için.. Bir hayatı birlikte yaşayabilmek ne kadar zordu.. Özellikle de farklı kültürel sınıflarda yetişen iki insan için.. Aşk ne kadar zorlu bir süreçti.. Özellikle de iliklerine kadar sarstığında aşıkları..



Adele.. Henüz 16 yaşında filmin başında.. Hayata karşı iştahlı ve meraklı, daima koşturan bir genç kız.. Yemek yemeyi çok seviyor.. Emma’nın dediği bir yerde, oburluğundan değil de aslında iştahından.. Makarnayı çok seviyor, krep yerine döneri tercih ediyor, tavuğu derisiyle yiyor, mutsuz olduğunda yemek üzere yatağının altında çikolata kutusu saklıyor. Edebiyatı çok seviyor. Öğretmen olmak ve çocuklara güzel şeyler öğretmek istiyor. Orta sınıf bir ailenin tek çocuğu. Her orta sınıf ailenin çocuğu gibi geleceğini planlarken, para kazanmak zorunda olduğu gerçeğiyle birlikte düşünüyor. Adele güzel, doğal, sıradan bir genç kız. Gözlemlemeyi seviyor her yeni şeyi.. Sonra da denemeyi.. O öğrenerek yaşamıyor, yaşayarak öğreniyor.



Ve karşı cinsle ilk tecrübesi.. Thomas.. Ne arkadaşlık anlamında ne de cinsellik anlamında hayal ettiklerini, umduklarını bulamıyor Adele.. Kitap okumayı sevmiyor oğlan, hayatında tek sevdiği kitap edebiyat öğretmeninin onlar için çözümlediği bir kitap.. Oysa Adele, öğretmenlerinin kitapları onun için çözümlemelerini dahi istemiyor. Kendi kaybolmayı seviyor kitabın içinde.. Kendi yaşamayı seviyor, ona birinin öğretmesini değil.. Ve olmuyor.. İlişkileri daha ilk yaşanan cinselliğin ardından bitiyor.. Çünkü o hani en başta kişiler daha birbirini tam tanımazken oluşan cinsel tutku oluşmuyor.. Öyle ya “haz” olmadan da “aşk” başlamıyor..


Ve bir gün caddenin karşı tarafında bir kız görüyor.. Kül mavisi saçları olan bir kız.. Birbirlerinin yanlarından geçerken gözgöze geliyorlar.. Ve Adele sersemliyor adeta.. Karşı koyması imkansız bir aşkın içinde, hazla, tutkuyla, iştahla keşfediyor Emma’yı devamında da..


Emma.. Güzel Sanatlar Fakültesi son sınıf öğrencisi.. ressam.. Burjuva bir ailede büyümüş, makarna yerine istiridye yeniyor akşam yemeklerinde şarap eşliğinde.. Ailesi, arkadaşları, tüm çevresi ve tüm hayatı kültürle ve sanatla içiçe geçmiş. Onun için yaşam demek sanat demek.. Ve Emma da Adele ile aralarındaki haz dolu aşka bırakıyor kendini..


Adele ailesinden de arkadaş çevresinden de gizliyor lezbiyen ilişkisini.. Emma rahat çünkü onun çevresi, cinsel tercihlerine göre insanları sınıflandıran bir çevre değil.


Emma, Adele için tam bir kılavuza dönüşüyor ilişkileri sırasında. Adele hemen her şeyi öğreniyor Emma’dan.. Sanatı, resimi, istiridye yemeyi, lezbiyen barlarda içilen içkiyi, sevişmeyi, aşkı ve en sonunda da sadakati.. Adele, Emma’dan pek çok şeyi öğrenirken, diğer tarafta ise durum aynı değil.. Emma Adele’den neredeyse hiçbir şey öğrenmiyor.. Biraz makarna sevmeyi belki..


Birlikte yaşadıkları dönemlerde, Adele öğretmenlik yapıyor, evde yemek yapıyor, bulaşık yıkıyor, kahve yapıyor. Emma resim çiziyor, Adele’in nü tablolarını yapıyor, sanat yapıyor, dergi okuyor.. Emma Adele’i anlayamıyor, ona sürekli istediği şeyi keşfetmesi, içindeki yeteneği keşfetmesi için destek olmaya çalışıyor. Çünkü Emma’ya göre bir insan mutlaka sanatın bir dalında kendini bulmalı ve yaşamalı, kendi istediği şeyleri yapmalı.. Adele henüz ne istediğini bulamadı ve bu yüzden mutsuz sanıyor. Sanatsız bir insanın yaşayabileceğini ve mutlu olabileceğini anlamıyor. Onu yazmaya teşvik etmek için uğraşıyor mesela. Oysa Adele bu kadar. Öğretmen olmak istiyordu ve oldu. O öğretmenlik yapmayı ve evde yemek yapmayı seviyor. Bunlarla mutlu oluyor.


Çevrelerindeki dünya, eşcinsel olmalarını bir şekilde kabul edebilir belki ama sınıf farkını kabul etmiyor hayat.. Çünkü işte o sınıf farkı ikisinde farklı kişisel isteklerin ortaya çıkmasını sağlıyor..
(Zaten yönetmenin bütün filmlerindeki kahramanları “kendi sınıflarına hapsolmuş karakterler”)



Ve zamanla, geçen yılların ardından.. Yoğun cinsel tutkuya ve yaşadıkları kuvvetli hazlara rağmen farkında olmadan ilk uzaklaşan kişi Emma oluyor.. Çünkü Adele ile konuşacak pek de fazla bir şeyleri yok. Oysa Emma sanattan konuşmak istiyor, resimlerden ressamlardan konuşmak istiyor.. Ve bunları konuşabileceği insanlarla, arkadaşlarıyla gittikçe daha çok vakit geçirir oluyor.. Aslında tüm arkadaşlarını Adele ile de tanıştırdı ama Adele onların yanında kendisini rahat hissetmiyor, eksik hissediyor, bilgisiz hissediyor ve bunu da Emma’ya söylüyor.. Böylece Emma eve gittikçe daha geç gelmeye başlıyor. Adele gittikçe yalnızlaşmaya.. Emma’nın başka bir kadınla birlikte olduğundan şüpheleniyor.. Sonunda da yalnızlığın ve kıskançlığın getirisiyle birlikte bir gece bir erkek öğretmen arkadaşıyla birlikte olmaya başlıyor.



Bir zaman sonra Emma bunu öğreniyor. Ve inanılmaz sert bir tartışma sahnesinin ardından Adele i evden kovuyor. Yüzlerce film izledim, bu sahne izlediğim en iyi ayrılık sahnesiydi diyebilirim! Emma’nın kandırılmış ve aldatılmış olmanın ardından öfke dolu, tavizsiz, semsert duruşu ve bağrışları insanı koltuğunda yerine mıhlıyor izlerken.. Ardından Adele’in sümükleriyle gözyaşlarının birbirine karıştığı o karanlık caddedeki bağıra bağıra ağlayarak yürüyüşü..


Emma, güçlü, karakteri oturmuş, hayattan ne istediğini bilen ve tavizleri olmayan bir kadın.. Adele ise henüz büyüyememiş, hareketlerinin sonuçlarını ve hatta neden yaptığını düşünmeyen bir çocuk.. İşte sonunda da bu büyüyememişliğin getirisi olarak, öğretmen arkadaşıyla yaşadığı aptalca ilişki ona çok pahalıya patlıyor.. Emma’yı kaybediyor..


 
 


Ve ayrılığın ardından gelen boşluk hissi.. artık sevilmediğini hissettiğinde yaşanan yalnızlık hissi.. acı çekme dönemleri .. Ve bir şekilde hayatta kalış, hayata devam ediş..



3 ayrı geçen yılın ardından bir gün kafede buluşan iki eski sevgili.. Adele’in yeniden birleşme isteği.. Emma’nın hayatında başka bir kadın olması sebebiyle kabul etmeyişi.. Yine her sahnesini hayranlıkla izlediğim filmin en iyi sahnelerinden biri daha.. İkisinin de bakışlarından dokunuşlarına, susuşlarından konuşmalarına, ağlamalarına kadar her anıyla anlıyorsunuz ki; ikisinin arasındaki aşk aslında hiç bitmemiş.. Anlıyorsunuz ki birbirlerinde buldukları o hazzı, o cinsel tutkuyu ve o büyülü birleşmeleri ikisi de bir başkasında bulamamış.. Anlıyorsunuz ki birbirlerini hala o tutkulu hisle seviyorlar.. Ve anlıyorsunuz ki Emma Adele i affetmiş üstelik.. Ve bir an ikisini de kendini ortamdan kopmuş ve yine çılgınca o aşklarının içinde hissederken görüyorsunuz.. Ama sonra Emma’nın sayesinde anlıyorsunuz ki; evet cinsel tutku, hazsal doyum, birbirinde kaybolunan birleşme kolay bulunan bir şey değil ve çok önemli ama.. ama yeterli değil.. hayatı birlikte yaşamak için aynı dili de konuşabilmek gerekiyor.. Çünkü paylaşılan koca bir hayat..


Ve finalde Emma’nın resim sergisinden çıkan Adele’in yalnız başına yürüyüşü.. Ve fonda çalan müzik.. Adele’in Emma ile ilk karşılaştıkları sahnede sokakta çalan müziğin aynısı.. Sanki diyor ki film.. Adele’in hayatındaki Emma dönemi artık bitti..


Evet çünkü filmin her ne kadar adı “Mavi En Sıcak Renktir / Blue is the Warmest Color” olarak bilinse de filmin orijinal adı aslında: “La Vie d’Adele”.. Yani biz Adele’in hayatını izliyoruz.. Ve zaten kamera hep Adele'le birlikte. Onun olmadığı mekanlara götürmüyor bizi. Onun ilgisini çekmeyen şeyleri pek göstermiyor bize. Yönetmen Adele'in hayatıyla ve olayların Adele'de yarattıklarıyla ilgileniyor.


Adele.. Ergenliğin ardından kaybolmuş, sonrasında merakla ve iştahla her şeyi deneyen ve yaşayarak öğrenen, sevişerek büyüyen, acı çekerek olgunlaşan bir genç kadının hikayesi.. Kırılgan ve çoğu zaman salya sümük ağlayan Adele..


2013 yılında izlediğim en iyi filmdi diyebilirim bu film için.. Ve tadı içimde gün geçtikçe daha da güzelleşen..

Filmin Künye Bilgilerini de yazalım hemen:
 
Orijinal Adı: La Vie d'Adele
İngilizce Adı: Blue Is The Warmest Color
Yönetmen: Abdellatif Kechiche
Oyuncular: Léa Seydoux, Adèle Exarchopoulos
2013, Fransa, 179 dakika.
Ödüller:
2013 Cannes Altın Palmiye
2013 Fipresci Yılın En İyi Filmi
Altın Palmiye’nin yönetmen Abdellatif Kechiche ve iki başrol oyuncusu Léa Seydoux ile Adèle Exarchopoulos olmak üzere 3 kişi tarafından paylaşılması yönüyle bir ilke imza attı.
Şimdiye kadar 36 tane ödül aldı. 


Eşcinsel bir ilişkinin filmi diye bakılmamalı Mavi En Sıcak Renktir’e. Bu çok büyük bir haksızlık olur. Büyümek, Haz, Aşk, İlişkiler, mutluluk, mutsuzluk, ayrılık, acı, tutku, yalnızlık ve sınıfsal kültürel farklar üzerine 180 dakikalık bir şölen izliyor insan.. Derin bir karakter incelemesi hakim filme.. Oyunculuklara zaten bir şey diyemiyorum kusursuzdu iki kız da kendi karakterlerini anlatmada..


Film çok fazla yakın plan ve hareketli kamera kullanılarak çekilmiş. Dolayısıyla bir yandan yorucu bir durum bu. Ama yakın plan, başka hiçbir şekilde yakalayamayacağımız ayrıntıları görmemizi sağlıyor. Bir yüz ifadesi, bir bakıştaki duygu, bir durum.. Yakın plan, gördüğümüzün gerisine de bakabilme şansı veriyor.. Mesela iki kızın ilk görüştükleri anlarda, biri diğerine bakmazken, yüzünü detaylı inceleyişi o meraklı bakışları.. sonra bakarken yakalanınca gözlerini kaçırışı.. Gülerken bir yanı daha çok kıvrılan dudaklar..


Filmdeki uzun sevişme sahnesi, filmin ardından en çok konuşulan konulardan biriydi.. Kendi açımdan bakarsam benim için izlemesi kolay olmadı aslında bu uzun sevişme sahnesini.. Hatta ara ara gözümü kapattığım bile oldu itiraf etmek gerekirse.. Ama bu sahnenin kötülüğünden ya da başarısızlığından değil, sadece iki kadının sevişmesini bu derece uzun izlemeye alışık olmadığımdan oldu.. Film açısından düşündüğümde kesinlikle çok doğru buluyorum uzun sevişme sahnesini.. Çünkü filmin tamamı çok gerçekçi iken ve neredeyse bir belgesel çıplaklığında çekilmişken film, iki kadının arasındaki en kuvvetli bağın eşsiz bir cinsel tutku ve haz olduğu birkaç dakikalık klasik sevişme sahneleri ile anlatılamazdı..


Yönetmen diyor ki: "Cinsel eylem, ruh dilinin bir ifadesi. İki insan âşık olduğunda seks onların birleşme arayışı oluyor." Ve Aşkın içinde yer alan hazzın, aşkla birlikte yaşanan o tutkunun, önemini yeniden hatırlatıyor insana film.. Ama her boşluğu dolduran tutku yok olduğunda sınıf farklarının ve hayat görüşlerinin nasıl önem kazanmaya başladığını da gösteriyor..
Aşk bizi büyütüyor.. Ama her zaman olduğu gibi Hayat Daima Aşktan Büyük kalıyor..


Fragman: