28 Mayıs 2010

Yedinci Oda

.


THURISAZ - ENDLESS..


Bazen duyguları tarif edecek yeterli kelime yoktur..

Susarsınız..
Yüzünüze engel olunması imkansız bir gülüş yerleşir..
Yüreğinizi saran mutluluk gözlerinizi de ele geçirir..
Ve siz o kelimeyi bulamazsınız..
Bu muhteşem duyguyu ifade edecek kelimeyi bulamazsınız..




Teşekkür edebilmek için telefon açarsınız, bu mutluluğa sebep olan kişiye..
Ama hiçbir şey söyleyemezsiniz..
Susarsınız..
Gülümsersiniz..
İç çekersiniz..
Neyse ki O anlar sizi..
Ve der ki: “Anladım ki gerçek mutluluk, karşındakini mutlu edebilmekmiş.”
Ve siz, sizi mutlu ederek mutlu olan bu insan karşısında yine susarsınız..




Susmak yeterli bir teşekkür olabilir mi ??
Susmak yeterince anlatabilir mi yaşadığınız mutluluğu..
Bazen öyledir..
Bazen bir anda, aniden, hıphızla öyle bir mutluluk sebebi gelir ki elinize.. avuçlarınızın içine..
Öylece kalakalıverirsiniz..




Şimdi siz söyleyin bana..
4 yıldır "7.oda" da yazdığım tüm yazıları, aylarca uğraşarak kitaplaştıran birine nasıl teşekkür edebilirim ?
Siz olsaydınız kapak tasarımından, sayfaların kalitesine, sunumundan en ince detaylarına kadar itinayla hazırlanmış, size sizin kitabınızı gönderen birine nasıl teşekkür ederdiniz ?
Etrafındaki herkese el yazısı ile “Yedinci Oda”, “yedinci oda” “7.oda” yazdırıp, bunu siyah bir zeminde muhteşem bir kapak tasarımı haline dönüştüren birine nasıl teşekkür edersiniz ?
İçinde bana yazdığı notu bile "7" rakamı şeklinde dizayn edecek kadar özenle düşünülmüş bir armağan karşısında söyleyin siz ne yapardınız ?




Evet..
İçimi büyük bir coşku ve mutlulukla dolduran bir kitabım var artık elimde..
342 sayfa..
Yazı karakteri 7 punto, fotoğrafları küçücük, ve her yazı yeni sayfada başlamamasına rağmen 342 sayfa..
Normal kitap puntolarında basılsa demek ki neredeyse 1000 sayfadan fazla tutabilecek kadar çok yazmışım :)




Üstteki fotoğraf, işyerimde paketi ilk açtığım andan bir hatıra..
Ağzım neredeyse kulaklarıma yaklaştığından ve ben bir türlü ağzımı kapatıp normal bir poz veremediğimden yüzümü posterimin arkasına gizledim :)
"Poster de ne" demeyin :)
Paketten çıkan sürpriz tek kitabımla bitmiyordu aslında..
Tasarımına ve görünümüne hayran olduğum kapak, bir de poster şeklinde gönderilmişti.
Ve yine kendisinin manipüle ettiği “hoşçakal” fotoğrafımın baskıları..




Benimle birlikte herkes şaşkın aslında geçen hafta gelen bu sürpriz armağanımdan beri..
Kitabımı gören herkes, arkadaşlarım, ailem “neden” diye sorsa da.. “Neden senin için bunca emek sarfedip, bunca masraflı bir işe girişmiş, kim ki bu erkek” deseler de..
Ben biliyorum.. O erkeğin tek bir amacı vardı gerçekten..
Sadece ve sadece beni mutlu etmek..

Ve bunu öyle güzel başardı ki..
Artık yanımdan ayırmadığım, baktıkça bana heyecan ve mutluluk veren kara bir kitabım var :)
Yedinci Oda ..




Ve ben hala bilemiyorum ona gerçekten nasıl teşekkür edebileceğimi !!
7 yıl önce tanımıştım Onu..
ve 7 yıldır birbirimize her ihtiyacımız olduğunda bir şekilde birbirimize ulaştık ve birbirimize destek olduk..
Bazen sustuk, bazen sohbetin dibine vurduk..
Onun gibi bir dostum olduğu için ben ne kadar şanslı olduğumu biliyorum..
Bunu kelimelerle yeteri kadar ifade edemesem de..

Endless…


23 Mayıs 2010

.


SCORPIONS - LONELY NIGHTS


Elbette bende var bir sorun..
Elbette ben inemiyorum derinliğine bu kelimelerin..
Belki de uzun zamandır bu kadar basit bir anlatım hiç denk gelmediğinden okuduğum kitaplarda.. Belki de ilk defa okuyacağım bu yazardan, haddinden fazla beklentiye girdiğimden.. Ne bileyim işte.. Şu an bulamadığım sebeplerden belki de.. Ama elbette bende var bir problem..
Klasiklere ve dünyayı kasıp kavuran Rus yazarlara çok uzak geçti senelerim hep.. Çernişevski'nin Nasıl Yapmalı adlı eserlerinden başka hiç bir eski dönem kitaplarına elini sürmemiştim.. Sevemiyordum eski anlatımları.. Bu düşüncemi geçen yıl okuduğum Anna Karenina ile Tolstoy yıkıp geçmişti.. Vurulmuştum o esere.. evet tam olarak vurulmuştum. Ki hala daha okuduğum en iyi roman olarak Anna Karenina'yı söylerim hiç tereddüt etmeden..


Arka arkaya olmasa da ara ara klasikleri okumaya karar vermiştim.. Şeytan Ağacı'nın ve hemen ardından Güncenin sert üslubundan ve beni fazlasıyla etkileyen o değişik anlatım gücünden sonra, hafif, beni yormayacak bir kitap okuyup dinleneyim diye düşünmüştüm.

Dostoyevskiyi hiç okumamış bir cahil olan ben, bir arkadaşıma sordum hangisini okumalıyım bu durumda diye.. O da bana en hafif eserinin Beyaz Geceler olduğunu ve beni hiç yormayacağını söyledi.. Evet söylediği gibi de oldu.. Hiç yormadı beni bu kitap.. Ama bu kadar sade bu kadar basit bir anlatım da beklemiyordum herhalde..
Sanki bunalımlı, yalnızlık kokan bir çocuk masalı gibiydi..

Evet adamın ne kadar derin bir yalnızlık içinde olduğunu hissediyorsunuz.. Tüm hayatının sadece Hayaller ile dolu olduğunu, gerçek tek bir ilişki yaşamadığını, onu gerçeklikten koparacak denli güçlü hayalgücünü ve bu sebeple onunla konuşan her kıza aşık olabilme ruh halini de anlıyorsunuz..
Ama o kadar işte.. O kadar..
Ben daha derinine inmeyi başaramadım bu kitap ile Dostoyevskinin kelimelerinin..
Çeviri probleminin etkili olabileceğini düşünüp 2 farklı yayınevinden okudum arka arkaya.. Kesinlikle İletişim Yayınevinin çevirisi çok daha akıcı.. Kumsaati yayınlarından okuduğum kitapta pek çok cümle anlaşılmaz derecede karmaşıktı. "Klasiklerde İletişim Yayınlarından başka bir yayınevini tercih etme asla", diyen arkadaşıma böylece hak vermiş de oldum.

Sanırım hiç bir zaman böyle platonik, saf bir aşk hissi yaşamadığımdan, -aşk dediğin hep karşılıklı yakıp yıkan dokunan bir şey oldu benim için- romandaki gibi katıksız bir yalnızlığı hiç yaşamadığımdan, sahip olduğum ruhumu karartmayan yalnızlığımı da çok sevdiğimden olsa gerek, roman karakterlerinde kendimden hiç bir şey bulamadım..

Son dönemlerde okuduğum sert yazarlar Kosinski ve Palahniuk'un da etkileri ile yalnızlık, acı, yara gibi kavramları dibe vurarak anlatabilen Aslı Erdoğan'ın da etkisi büyük tabi..
Onlardan sonra birden böyle basit sade sarsmayan yormayan bir anlatım bana uymadı :)


Dostoyevski'yi kötü eleştirmek ne haddime, problem bende..

Ama işte bu Beyaz Geceler de kötü bir melodram bence:)
Daha fazla tepkileri üzerime çekmeden susayım en iyisi.. ve kitaptan yine de altını çizdiğim yerlerden bir karışım yapayım..

"Sevinç ve mutluluk insanı ne kadar güzelleştirir, insan yüreği sevinçten nasıl da coşarmış! Yüreğin bu coşkunluğu; içindekini başkasının yüreğine de dökmek, herşeyin neşeye boğulduğunu, gülüp oynadığını görmek içindir sanki! Bana karşı gösterdiği şefkat, özen ve sevginin, bir başkasıyla görüşeceği için duyduğu sevinçten, mutluluğu benimle paylaşmak isteğinden ileri geldiğini nasıl da anlamamışım? Oysa mutsuz olduğumuz zamanlarda başkalarının mutsuzluğunu daha bir derinden duyarız. O zamanlar duygular incelip güçleniyor.

Bir sevginin birinin yüreğini buz gibi yapacağı, ruhunu karartacağı aklına gelir miydi? Senin elin buz gibi, oysa benimki ateşten yanıyor... Ah, mutlu bir insan bazen ne çekilmez oluyor!"

"Niçin insanlar birbirlerine karşı açık yürekli davranmıyorlar? Neden en iyi insan bile karşısındakinden bir şeyler gizliyor, bütün düşündüklerini açıklamıyor? Sözlerimizin yabana atılmadığını bildiğimiz zamanlar bile neden içimizden geçenleri olduğu gibi söyleyemiyoruz? Nedense herkes olduğundan sert görünmek istiyor? Duygularını hemen açığa vurursa altta kalacakmış, küçük düşürülecekmiş gibi bir korkuya kapılıyor?.."

4 Mayıs 2010

Bu yazı El Secreto de Sus Ojos filmi hakkında detay bilgi içerir.

Fragman
.


YANN TIERSEN - A SECRET PLACE


21 Haziran 1974.. Ricardo Morales'in Liliana Colotto ile kahvaltı yaptıkları son gündü. O sabahı kalan ömrü boyunca bütün ayrıntılarıyla hatırlayacaktı. İlk tatilleri için yaptıkları planı.. Öksürüğünü kesmesi için içtiği limonlu çayı.. İçine her zamanki gibi yarım küp şeker atışını.. İlk ve son kez tattığı o nefis üzüm reçelini.. Geceliğindeki çiçek desenlerini.. Ve özellikle de gülüşünü..
Gündoğumu kadar güzel bir gülüştü.. Gün ışığı sol yanağıyla harman oluyordu...




Juan Jose Campanella'nın büyük bir ustalıkla yönettiği The Secret in Their Eyes, yeni emekli olmuş bir sorgu müfettişinin roman yazmaya karar vermesi sonucunda telli çizgili defterine yukarıdaki satırları dökülmesi ile başlıyor. Yazdıklarını karalıyor, yeniden yazıyor, onları da karalıyor.. Ne anlatacağını bildiği ama nereden başlayacağını bilemediği bir hikaye var çünkü aklında.. Kendi hikayesi.. Ve onu 25 yıl önce derinden etkileyen, etkisinden kurtulamadığı ve hayatının büyük ölçüde şekillenmesine yol açan bir tecavüz-cinayet vakası.. Yıllardır sevmekten vazgeçmediği kadına soruyor: "Ama nereden başlamalı?" diye.. "En iyi hatırladığın yerden" diyor kadın.. "En iyi hangi kısım hatırındaysa.. başlaman gereken yer orası olmalı."


Filmin daha şimdiden IMDB'nin en iyi 250 filmi arasına girmesi, 9 a yaklaşan puanı ve En İyi Yabancı Film Oscarı dahil aldığı pek çok ödülleri düşünürseniz, bu filmi izlemenin nasıl bir sinema şöleni ile karşılaşmak olduğunu tahmin edebilirsiniz.


Uzun süresine ve sakin ilerleyişine rağmen öyle derinden etkiliyor ki film sizi..
Öyle içinizi yakıyor ki Morales'in aşkı, öyle şaşırtıyor ki sizi kararlılığı..
Film süresince asla tahmin edemediğiniz öyle şok edici bir final bekliyor ki sonunda sizi, yerinize mıhlanıp kalıyorsunuz..
İzlediğim en iyi intikam filmleri sıralamamda kesinlikle ilk 3 e girer.
Neredeyse yok yok filmde..
Arjantinin o dönemdeki adalet sistemini de apaçık ederken bir yandan film, diğer yandan odağına Aşk, cinayet, dram, geç kalınmışlık, acı, sabır, yitiriş, intikam ve en çok da tutkuyu alıyor..
Ve üstüne basa basa söylüyor filmin her karesi: Bir gün bize kalan tek şey sadece hatıralar olacak !! 
Ben aylar önce bilgisayardan izlememe rağmen bu haftasonu Ankarada sinemada yeniden izledim, yeniden keyif aldım, daha çok sevdim.
Gözlerindeki Sır anlatılamayacak kadar çok detaylarla, sorularla, cevaplarla dolu ama bizim sinemadan çıktığımızda arkadaşımla ilk yorumlarımız 4 soru etrafında toplanmıştı..



Soru-1: Adamın ..olay kapandıktan sonra.. onca yıl sonra yani.. geriye dönüşü.. kadın için miydi? yaşlılığın getirdiği son bir anlamlı iş yapma çabası mı?
Cevap-1S:
Adam, kadının özlemiyle doluydu.. içinde eksik kalmış bir hikayeyle birlikte.. içinde burukluk bırakmış bu hikaye kadınla birleşen bir hikayeydi.. yaşlıydı.. son kozunu iyi oynamalıydı.. ama adamın tecavüz-cinayeti bu kadar düşünmüş olduğunu zannetmiyorum.. yoksa aradan bunca yılın geçmesini beklemezdi..
Cevap-1F:
Bomboş yaşanmış bir hayatın ve yalnızlığın sorgulamasındayken.. hayatına geç de olsa bir doluluk katma, boşluğa bir taş atma düşüncesiyle yazmaya karar veriyor adam..
kadını hiç unutmamış, hep sevmiş olsa da, çoktan vazgeçmişti çünkü.. istemek başka bir şey.. insan bazen çok istediği şeylerden nasıl da vazgçeiyor değil mi şartları düşünerek !
fakat adamın eskiden kadına hiç açılamadığını düşünürsek, bence asıl tetikleyici sebep bu.. belki de adamın asıl amacı.. ölmeden önce, yani çok geç olmadan kadına bir kez bile olsa "sevdiğini anlatabilmekti". yıllar önce sevdiğini söyleyemeyip tutamadığı ellerini bir kez tutup, "ben de seni çok sevmiştim" demek !
neden o vakayı kitabına konu seçti.. çünkü o vakanın gerçekleştiği sıralarda adam platonik olarak tutulmaya başlamıştı kadına.. dava sürecinde gelişti sevdası.. ve bu dava yüzünden o şehri de kadını da terketme zorunda kaldı.. en sevdiği arkadaşını da yitirdi..
bu davayı adam yıllarca düşünmemiş evet.. aksine hep düşünmekten bile kaçtığını düşünüyorum ben. arkadaşının mezarına bir kez bile gitmemesi bunu gösteriyordu..
adam yıllarca kaçtı.. ve bomboş bir hayat yaşadığını ne yazık ki geç anladı.. 


Soru-2: Kadın ..yargıç.. adamı neden sevdi anlayamıyoruz.. adam için kadın.. bir üst statüde.. daha güzel, daha genç.. saygın.. ama ya kadın için adam ? ..
Cevap-2S:
Kadın.. adamın tutkusunu sevdi.. kimse onu öyle sevmezdi.. kadınlar eninde sonunda.. sadece kendilerini en çok seven.. en tutkuyla bekleyen ya da arayanı seçer sonucunu da çıkartabiliriz buradan..!
Cevap 2F: Evet bence de durum böyle.. ama kadın erkek olarak ayrım yapmayı gereksiz buluyorum.. Kim kendisini umursamayan ama gerçekten umursamayan birine tutkuyla sarılabilir ki ? kadın erkekte kendini gördüğü sürece devam eder.. erkeğin kadına olan tutkusunun söndüğünü gördüğü anda gözlerinde, kelimelerinde... kendini erkekte nasıl tamamlamaya devam edebilir ki ??
ya da erkek?? kadının gözlerinde o tutkuyu görmediği gün, kadından artık ne alabilecek ? kendini nasıl bütünleyebilecek ki ??
bu yüzden herkes eninde sonunda kendini en çok seveni ..en çok sever..


Soru-3: Karısı öldürülen koca.. neden hiç otobüs terminaline gitmedi ? birinde bulamadıysa.. diğerinde.. diğerinde.. sürekli sürüklenmeli değil miydi? aklına otobüsün gelmemesinin özel bir nedeni olabilir mi? adamı ne kadar tanıyordu ki.. sadece trenle seyahat ettiği fikrine kapıldı ?
Cevap-3S:
Adam bir sabite girmişti.. herkesin yolunun eninde sonunda hep otobüs terminallerinden geçmeyeceğini.. bir kez bile olsa.. tren garına uğrayacağını düşünüyordu.. yani oradan oraya sürüklenmedeki orantısı güç.. denk gelme oranındansa.. binde bir oranı sabırla bekledi.. bu da ne kadar kararlı olduğunun bir ifadesi.. hayatımın sonuna kadar mutlaka ona bir şekilde rastlıycam..
Cevap-3F:
Belki o şehirdeki ulaşım güzergahında trenin payı çok çok daha büyük otobüse göre.. şimdi bizim ülkemize göre otobüs daha yaygın bir toplu taşıma aracı olabilir ama belki de Arjantin de durum farklı? belki de ana araçlar trenler ?? otobüsler az kullanılan şeyler..
ama evet ne kadar kararlı olduğunun bir ifadesiydi orada verilen dediğin gibi ! ve böyle bir adamın, katil serbest bırakıldıktan sonra vazgeçip geçmeyeceğini daha o noktada sorgulatıyordu seyirciye.. bunları yapan bu kararlı koca nasıl olur da adam serbest kalınca yapacak bir şey yok deyip kenara çekilebilir??


Soru-4:
Sandoval.. neden "Espsoito benim" dedi.. neden ? tutkusu arkadaşlığımıydı ki kendini feda etti.. hayatının anlamsız olduğunu mu düşünüyordu.. ben değilim dese kurtulabilir miydi? tek tutkusu olan sarhoş olmaktan mahrumiyeti neden seçti?
Cevap-4S:
Çünkü.. Esposito onun için çok şeyden vazgeçti.. onun hataları yüzünden en değer verdiklerini kaybetmeyle (işini.. aşkını belki de böylece) karşı karşıya kaldı.. Sandoval bir bedel ödedi.. Bazen en sağlam tutkular bile.. bu tip fedakarlıklardan dolayı.. vazgeçilebilir olabilir mi..? yani soru.. tutku mu.. arkadaşlık mı? ise.. cevap ne olurdu!?
Cevap 4F:
Tutku, arkadaşlık duygsundan daha güçlü bence !
sanırım "Esposito ben değilim" deseydi de öldürülecekti ve bunu biliyordu.. adamlar "ha iyi madem sen değilsin eyvallah" deyip çıkıp gitmeyeceklerdi.. o sarhoş kafayla çok derin düşünerek bir seçim yaptığını sanmıyorum.. bence o anda tek düşündüğü.. nasıl olsa ölecek, bari arkadaşını da kurtarsın ölürken ve ilk defa o da arkadaşı için bir şey yapmış olsun !


Filmde beni fazlasıyla etkileyen sahneler öyle çok ki.. Hepsini yazmaya kalksam filmin tamamını yazmam gerekecek..Ama şu son zamanlarda üzerinde sürekli düşündüğüm konu vardı ya hani: Hafızanın Oyunları.. Yine onunla bağlantılı bir sahneyi anlatayım..



Karısının öldürülmesinin üzerinden bir yıl geçmiştir, katil bilinmesine rağmen bulunamamıştır. Ricardo her akşam işten çıktıktan sonra bütün akşamını bir istasyonda geçirmektedir. Ve eninde sonunda katilin o istasyondan geçeceğine inanmaktadır. Başkahramanımız Müfettiş Esposito bir akşam oradan geçerken görür Ricardoyu ve yanına oturup sohbet eder, onun bir yıldır her akşamını istasyonda geçirdiğini öğrenir. Karısının öldüğü gün, adam için zaman sonsuza dek durmuş gibidir. Konuşmanın sonuna doğru Ricardo:"En kötü kısmı ise onu unutmaya başladım. Her gün onu hatırlamak için kendimi zorlamam gerekiyor. Öldürüldüğü gün Liliana bana limonlu çay yapmıştı. Gece boyu öksürmüştüm ve çayın iyi geleceğini söylemişti. Bak işte, böyle aptalca şeyleri hatırlıyorum. Sonra içime bir şüphe düşüyor: Çaya kattığı limon muydu yoksa bal mıydı diye. Bunun bir hatıra mı.. yoksa hatıranın hatırası mı olduğunu bilmiyorum."


Hiç bir gücün aşındırıp eskitemediği bir aşkı izliyorsunuz kare kare..
Sabrı.. İnanışı.. Vazgeçmeyişi ..


Evet.. Bir gün elimizde sadece hatıralarımız kalacak.. Dikkatli seçmeli..
Bize kalan gerçekten sadece hatıralar olacak.. Bari iyilerinden seçmeli..


Filmde birbirine örtüşmeyen şey yoktu..
Verilen her kuşkuya bir cevap.. her kareye bir dikdörtgen vardı..
Merakın ritmini aynen devam ettirmesi çok başarılı..
Ve tempoyu en üste vurduğunda.. filmin asıl anlatmak istediğini.. "tutkuyu takip et sonuca ulaşırsınmesajını çok açık verdiğini görebiliriz..


"Tutku tutkudur. Bir erkek her şeyini değiştirebilir. Yüzünü, evini, ailesini, sevgilisini, karısını, dinini, tanrısını.. Değiştiremeyeceği tek şey var.. Tutkularını değiştiremez."


Ve son olarak.. şunu söylemek istiyorum..
Bazen hayatımızdaki tek eksik, bir harftir.!
Yıllar önce kaybettiğimiz bir harf..
O harfi yeniden bulabilirseniz.. Hayatınızdaki bütün boşluklar dolar..
O harf gelir ve bütün boşluklarınızı bir bir doldurur..
Ve tüm Korkuları yener Sevmek..
te mo (korkuyorum)
teAmo (seviyorum)