31 Temmuz 2010

Kayıp



TARKAN - KAYIP


Hazin bir siyaha boyandı bulutlar
İkimize ağlar bu nazlı yağmurlar
Umudum azaldı, geçiyor zamanlar
Ayrılık efendi, kulu biz aşıklar

Ellerin avcumda soldu
Yaralı bir ürkek kuştu
Biten bir aşktan çırpınıp uçtu

“Yolun açık olsun” demek isterdim
Boğazım düğümlü, sözlerim kayıp
Bir daha ömrümce kimseyi sevmem
Çünkü bu bedende yüreğim kayıp

Beyaz cennetlerden inecek melekler
Seni korur onlar; dualar, dilekler
Bense bu sevdanın uzak gurbetinde
Savrulurum her gün senin hasretinle

Ellerin avcumda soldu
Yaralı bir ürkek kuştu
Biten bir aşktan çırpınıp uçtu

“Yolun açık olsun” demek isterdim
Boğazım düğümlü, sözlerim kayıp
Bir daha ömrümce kimseyi sevmem
Çünkü bu bedende yüreğim kayıp



Yarım kalan bir hikayeyiz artık seninle
Ayrı yollara yürüyoruz
Hayat bu...

Serseri bir rüzgar gibi estin sen şimdi uzaklara
Ben göğsümde solgun bir gülle yaşarım yıllarca
Yaşamaksa bu!
Ayrı akşamlara yatıp
Ayrı sabahlara uyanırız bundan sonra
Hataları aşk sanıp
Başka tenlerde avunuruz boşuna
Ve gizli gizli yaralanırız
Şunu bil ki daima
Ben, en güzel yeri hatırana saklarım
Talan olmuş gönül bahçemde
Saçlarımda tel tel hüzünlerle
Gözlerimde azalan güneşlerle
Ben hep seni beklerim bu şehirde
Bir gün dönersin diye
Kendine iyi bak ey sevgili!
Kendine iyi bak en sevgili! 

26 Temmuz 2010

Yıllar Sonra Öp Beni

.


Jason Donavan - Sealed With A Kiss


Hayat bazen yanağa kondurulan sıcacık bir öpüşün huzuruna gizlenmek istiyor..
Biz de bazen o hayatın içine..

Nice zorluklara birlikte katlanmış, hayatın birlikte yorduğu insanlar, yıllar geçse de sarılıyor sımsıkı birbirine..
Nedir onca kavga dövüşten onca tartışmadan onca kızmadan küsmeden kırılmadan sonra hala onları bir arada böylece tutan şey..
Elbette sevgi..

Sevginin aşktan belki de en büyük farkı bu ??
Sevgi affeder, sevgi sakinleştirir..
Oysa aşk, hep keskin bir bıçak gibi.. Aşk affetmez.. Unutmuş gibi yapsa da unutmaz..
Sevgi onarır, sevgi iyileştirir..
Bir gün yorulan bedenler de o sevgi yüreklerinde varsa birbirlerine usulca sarılır..

Tren garında belki çocuklarını bekliyorlar, belki de torunlarını..
Ama adamın eğilip kadının yanağına kondurduğu öpüşün içinde gizli işte hayat..
Bize düşen tek şey yaşamak..



BURFOT - Bursa Fotoğraf İmece Topluluğu'nun "Griye Veda Renklere Merhaba" Projesinin 12. etap sergisi; Bursa Sağlık Meslek Lisesi'nde 27 Mayıs 2010 Perşembe günü yapılan törende açılış konuşmaları ve düzenlenen kokteyl eşliğinde açılmıştı. Ve ben de bu öğretim yılının son sergisine bu huzur kokan fotoğrafımla katılmıştım..




Yıllar sonra bir gün, bu çektiğim fotoğrafın modeli olmak dileğiyle..
:)

8 Temmuz 2010

.


SKIN - NOTHING BUT


Bazen insana hiçbir şey hatırlamak kadar acı veremez, özellikle de mutluluğu hatırlamak kadar. Unutamamak. Belleğin kaçınılmaz intikamı. Herhangi bir iz taşınıyorsa eğer, bu bir zamanlar yara açıldığındandır.


Böyle başlıyordu kitap..
Daha ilk cümlelerinde vuruyordu yani..
Daha ilk cümlelerinde nefesini kesiyordu insanın..
Öylece kalıp devam edemiyordunuz hemen..
Gözlerinizi kapatıp derin nefesler alarak düşünüyordunuz..
Unuttuğunuzu sandığınız her şey bu birkaç cümleyi okuduktan sonra hücum ediyordu beyninize..
Aslında unutmadığınızı o anda, hemen size belletmek istercesine..
Gerçekten de unutmuyordunuz..
Gerçekten de aslında bazen sanılanın tam aksine “mutlu anılar” daha çok canını acıtıyordu insanın..
Belki de içinde yaşarken acıyı barındıran anıları hatırlamak insana yeniden acı vermiyordu da öfkeyi doğruyordu.. mutlu anları hatırlamak da artık olmayacaklarını, yeni anılar üretilemeyeceğini insana bellettiğinden acıtıyordu..

Aslında izlerle dolu insanlardık ve evet bu izlerin her biri bir yaranın kalıntısıydı..
Derin yaralar bir gün gerçekten kapansa bile izleri asla yokolmazdı..
Ve bu yüzden unutmazdık.. unutamazdık..
Peki bellek kimden intikam alıyordu ??
Kendinden mi ?
Neden??
Neden kendine bunca zarar veriyordu.. Öyle ya bütün intikamlar zarar verirdi mutlaka..
Bütün bellekler mazoşist belki de, pek çok yürek gibi..

Aslı Erdoğan, okuduğum ilk kitabı ile vurup geçmişti beni.. Yüreğimde girmediğim pek çok karanlık sokağa sokmuştu beni onun o yaralı kelimeleri.. Mucizevi Mandarin en çok şefkatiyle dağlamıştı aslında içimi..
Diğer bütün kitaplarını da okumaya karar verdim sonrasında.. Ama üst üste değil.. Üst üste kaldıramayacağım kadar yaralıydı çünkü gerçekten de tüm kelimeleri..



 

Ve Aslı Erdoğan’ın ilk kitabını okudum geçtiğimiz ay..
Kabuk Adam..
Evet kesinlikle anlatım gücü hissedilir derecede daha zayıf Mucizevi Mandarin’e göre.. Ama bir ilk kitap olduğunu düşününce de önünde eğilesi derecesinde de güçlü !
Tarzları da epey farklı.. Bu kitabında başı sonu olan bir aşk hikayesi var.. Aşk hikayesi de çok enterasan aslında.. Yaşanılanların kendisinden çok anlatımı büyüleyici.. Çünkü bunca yaşanmamışlığın ve az paylaşımın içerinden bunca yakıcı tesirleri olan bir aşk nasıl ortaya çıkar bilemiyorum.. Biraz bana benziyor sanki bu yönüyle .. Ben de yaşadıklarımı anlatırken devleştiririm bazen.. Yazmak farklı bir büyü çünkü.. Hiçbir zaman gerçeklikten kopamadığım ve sıkı bir materyalist olarak yaşadığım şu dünyada ancak yazmak beni uzaklaştırıyor gerçeklikten.. Ancak yazarken ben hiç farkına varmadan geçebiliyorum düşselliğe.. Sanki bu şey gibi.. Gerçek yaşayıp, düşsel anlatıyorum.. Kabuk Adam da biraz böyle geldi bana.. Yaşanamayan tüm her şeyi düşleriyle öyle güzel doldurmuş ki, birbirine dokunmadan arzu dolmuş kelimelere, birlikte uyumadan tutku yüklenmiş hislere..
Zaman zaman da, yaşanılandan ziyada yaşanmaya duyulan özlem sanki böyle yapmış hikayeyi dedirtti bana..
Yine pek çok yerin altını çizdim elbette :) Ve artık alt çizdiğim kalemim yeşildi bu kitapla birlikte..
Öyle betimlemeler yapıyor ki bir cümle ile bazen birden yığılıveriyorsunuz.. Bazen bir cümle ile bir anda bütün geçmişinizle hesaplaşıyorsunuz.. Bazen bir cümle ile uysallaşıyorsunuz.. Az önce keskinleşmişken içinizdeki tüm bıçaklar üstelik..


Dürüst olduğumu sanıyordum ama aslında düpedüz kaba ve acımasızdım. Onun bir orkide gibi eşsiz ve zarif duyarlılığını, keskin, soğuk bir orakla biçiyordum. Sevilmeye her şeyden çok gereksinimim varken, bana karşılık istenmeden sunulan bu umulmadık sevgiyi reddediyordum. Ele geçirdiğim her şey için savaşmış, yıpranmış, didinmiştim; hayatın bu sürpriz armağanının değerini bilemeyecek denli katılaşmıştım. Yüreğim nasır bağlamıştı.

Aslında hep yarayı anlatıyordu ya bu kadın.. Yaraları derin olan kadınlar duvar örerlerdi çünkü. Hem başka birileri görmesin yaraları diye hem de yeniden kanatamasınlar diye..
Ve işte aslında duvarları olan kadınlar incitirlerdi bu yüzden karşılarına çıkan sevgileri.. sevgilileri.. Çok zordu duvarları yıkmak.. Çok zordu duvarların ardından bakmak karşınıza çıkan sevgiye..
Dürüstlük ile kanattığım bütün insanları düşündüm.. Acımasızlıkla dürüstlük arasındaki sınırı hiçbir zaman anlayamadım ben.. Hala anlayamam.. Ben kendimce hep dürüsttüm, onlara göre hep acımasız oldum.. Duvarlarım yüzünden mi bu böyleydi ?? Yoksa hiçbir zaman tatlı bir yalanı acı bir gerçeğe tercih etmeyen beynim yüzümden mi.. Ben hep karşımdakinin dürüst olmasını istedim. Acıtsa da gerçekler. Hiçbir zaman acıdan korkup bana yalanlar söylenmesini istemedim. Söyleyenleri de hiç ama hiç affedemedim. Ben güçlüydüm baş edebilirdim. Karşımdaki yalan söylerken bana seçim şansı vermiyor, yüzleşmemi engelliyor ve beni küçümsüyordu.. Oysa ben hep dürüsttüm. O anda ne yaşıyorsam ne hissediyorsam ne düşünüyorsam o dökülürdü dudaklarımdan.. Ve bu zaman zaman acımasızlık olurdu..


Genellikle sessiz ve soğukkanlı olmama karşın, bazen, özellikle tehdit edildiğim, aşağılandığım zamanlarda, yırtıcı bir hayvana dönüşüyordum.

Ne denebilir ki bunun üstüne. Bir cümleyle anlatmıştı sanki beni Aslı Erdoğan..
İçimde fırtınalar kopsa bile çoğu zaman ben sessiz ve soğukkanlıyımdır.. Ama evet o sessiz kadın bazen yırtıcı bir hayvan olup, hiç düşünmeden ısırıyor karşındakini, ya öldürüyor ya sakat bırakıyor.. İnsanın en zıddı yine kendidir derler ya.. Bu yüzden mi böyle ?? Bu yüzden mi iki en zıt özellikleri en doruklarda yaşabilmem ?!?


Onunla aramdaki dolambaçsız ilişkiyi zedelemiş, oyun oynamaya başlamıştım. Belki de en başından beri oynuyordum ama bunun bilincine ancak şu an varabilmiştim. Ne olursa olsun, bir şeyler yitip gitmiş, masumiyet bozulmuştu. O ana kadar birbirimizle aracısız konuşabiliyorduk; iki insanın çıplak, maskesiz, bir zırha ya da kalkana sığınmadan iletişim kurabilmesi, kutsal, mucizevi bir şeydi. Ortak bir geçmişe, birlikte var olma düşlerine dayanmayan bir ilişki, alabildiğine güçlü ama bir o kadar da kırılgandı. O zaman farkında değildim ve ne yazık ki farkına varmakta çok geç kalmıştım ama şimdi biliyorum artık: Ona aşık olmuştum. Oyunların ardına gizlenmem de bu yüzdendi.

Ben hiç oynayamadım.. Aşık olmadım mı yoksa ben hiç ??
Olamaz.. sebep bu olamaz.. Çünkü aşık oldum ben. Bundan hiç şüphem yok. Peki neydi beni oynamaktan uzak tutan sebep?? Oynayamadığım için mi devam etmedi ilişkilerim.. Hiçbir kuralı bilmiyordum aslında.. Hep olduğum gibiydim.. mutluyken mutlu, kızgınken kızgın, arzuluyken arzulu, yorgunken tembel, hüzünlüyken sessiz, yaralandığımda bir ölüm makinesi.
Neyim eksikti.. neden bilmiyordum ben oyunları.. Bilmediğimden ve oynamadığımdan anlayamıyordum da karşımdakinin oyunlarını.. Oysa bazen resmen bir taktik savaşı uyguluyordu karşımdaki.. Bunu anlayabilsem bile elim ayağıma dolaşıp bakardım öylece “ne yapıcam ki ben şimdi” diye..
Sahi aşk oyunsuz yaşanmıyor muydu ??
Benim yaşadıklarım Aşk değil miydi ??
Ve ben neden öğrenememiştim yıllardır taktikleri ??
Neden saklanmak yerine çözülmekti hep derdim ??

Kafamı yastığa gömüp ağlamaya devam ettim. Bir girdap beni çok derinlere, okyanusun dibindeki kuyulara çekiyordu. Beynimin ortasında bir uçurum açılmıştı; kapkara, gölgelerle kaplı bir uçurum. Şefkat! Dağılıp gitmemi önleyebilecek tek şey olan şefkatin ta kendisi, beni böyle paramparça ediyordu.

Şefkatin hem iyileştirdiği hem de parçaladığı kadınlardık biz çoğumuz.. Şefkat öyle enterasan bir şey ki.. anlatması zor.. belki de bu yüzden pek çok roman yazmaya ihtiyaç var.. Hem en çok istediğimiz hem de en çok kaçtığımız, hem toplayan hem de dağıtan, hem güç veren hem de gücünü yokeden duygu Şefkat..
Ne zaman gösterilmesi gerektiğine belki de en çok dikkat edilmesi gereken duygu !!
Şefkat.. Dokunduğu yeri kanatan ilaç !


Ve kitaptan şimdilik son bir alıntıyla yazımı bitireyim artık..


Bugün artık biliyorum: Hayatın bizlere verip verebileceği tek ödül, tek armağan, sevgi dolu bir insandır ve biz böyle bir insanı, ilk fırsatta katlederiz. Sonra da, ömür boyu, bu asla bağışlanmayan günahın lanetini sırtımızda taşırız.

Ne demeli..
Bu nadir bulunan sevgi oldu insanlarla, gerçekten sevmeyi bilenlerle karşılaşmak ve değerini bilmek umuduyla..

Ve
Sevgiyle..