25 Ocak 2006
(THE CURE - LULLABY)
Bitmez tükenmez uykulu bir loşluk var yedinci odada..
Dışarıda sesler kendi içlerini gıcıklaya gıdıklaya yükselirken ne de güzel gelir yedinci odada sadece kendimle kalakalmak..
Orada bir tespih böceği gibi der top olup otursam ne olur ki??
Hiç çıkmasam ne olur??
Orada, artık hep öyle kalsam ne??
İçimde, iki cam parçası birbirini keserek bir cam makas oluşturur gibi, makas kendi etimi biçer gibi, gövdem derimin altında fitne bir illetle tükenir gibi..
Konuşurum kendimle yedinci odada..
Malum sadece bana ait tek yer orası..
Başımı sallarım endişeli endişeli..
Odamdan ses yükselir.. der ki fısıltıyla:
“Bak gördün mü nasıl da çağırıyor toplum gene seni, sakın gelme oyuna, çıkma dışarı. Kal burada, benimle bu kuytuda yaşlan.. Ben sana kurabiyeler pişiririm daima..”
Biraz daha büzülürüm koltukta..
Beynim bedenime ağır gelir..
Ne dışarı çıkmaya cesaretim kalır, ne de cesaretlenmek için sebebim..
İnsana bir küçücük sebep bırakmayana kadar ve sebepsiz yere öldüren, yemeyeceği gövdeleri parçalayan etoburlarla doludur dışarıda hayat..
Hayat; en kirli ormandır.
Senin hiç haberin olmaz, varlığın, sadece kötülükle beslenen cinlere karışmış alıcı kuşları çağırır..
Kötülük etme becerin yoksa eğer.. dışarıdaki hayat derhal tanır seni ve ardından “Kaç! Arkana bakmadan kaç buradan!” diye bağırır..
Kaçmak sanıldığı kadar korkmakla ilgili değildir bazen..
Boz bulanık sularda boğulmamak için de gidilebilir..
Yüreğimizin haritasını, çok küçükten beri bilinmeyen yöntemlerle geliştirdiğimiz bir şifreleme sistemiyle veririz insanlara..
Ancak çok dikkatli ‘kalp okuyucuları’nın sabır edip okuyabileceği, insan derisi üzerine çizilmiş hazine haritalardır bunlar..
Belki de kimsenin o kalbi sevmeyeceği ihtimalinden duyduğumuz sakat korkuyu kovmak için bu kadar karışık kurarız yollarımızı..
Çünkü nihayet biri hiç çalmazsa hazineli kalbin kapısını.. “Çok karışıktı harita” deme hakkını, sevilmemekten korktuğunu bilmeyen bir çocuk gibi saklı tutarız kendimizde..
Kararsız ruhlara dönüşmek oralarda başlar..
Bu yüzden kimseye kötülüğümüz dokunmaz..
Yerlere çalmaktan kendimizi kimseye bir fiske vuracak halimiz kalmaz..
Ama bilmeyiz ki, bizden başka kimse ‘kötülük etmezsek kötülük görmeyeceğimize’ inanmaz..
Ne kadar kitap okusan, ne kadar insan tanısan da insanları öncelikle iyi sanmak gibi bir dermansız dert yakamızı bırakmaz..
Öyle işte..
Karışık bir kalp haritasıdır yedincioda..
İnsanlığın toprağında hala hazineler gizli olduğuna inanan meczuplar bulabilirler gömülü olanı..
Bulduklarında en tatlı ‘Hiç’i, sevinebilecek olanlar ancak yola çıkmalı..
Elini buradaki kelimelere değdirmelidir..
Çünkü..
En az dillendirdiğim damarım; kelimelerimde kendiliğinden ortaya çıkabilen .. çıktı mı kendi başına, bana rağmen akabilen, herkesten ve her şeyden ziyade kendiyle cebelleşen damarım..
Sonrasında ne olacağını değil tam da şu anda burada ne olduğunu önemseyen, ne sahip ne de var olmaya inanan, alttan alta hiçlikten dem vurup yokolmayı isteyen…
Ve aslında kimsenin anlamayacağını düşündüğümden mümkün mertebe kapattığım iç fısıltım..
Bir çocuk, nedenini bilmeden kapandığı odasında, nedenini bilmeden çizdiği resimleri çizerken nasıl hiçleşiyorsa, yazarken de öyle tatlı tatlı hiçleşmeye imkan verse dünya, bu hayat..
Bugünün arsız bilginleri gibi her şeyi heveste parçalayıp, deşip, bölerek anlamaya çalışmasa..
Parçalanıp, deşilip, bölünmesek..
Kadının çok kurcalanmadan anlaşılıp sevileceğini bilse erkekler..
Öyle anlasa bizi insanlık ve bu hayat..
Yazının özü olan o ‘Hiçlik Fısıltısı’na daha çok enerji ve zaman ayırabilirdik..
Çünkü..
Bizden, bu gövdeden ne kalacaksa geri o fısıltıda gizli..
O fısıltıdan uzak yazılan kelimeler uçup gidecekler..
Ya biz, bu gövde?
O ne zaman sökülür?
Sonra nerede dikilir yeniden.. en maharetli yara dikici elinden?
Gene kimse kıymetini bilemeyecek yaşamın..
Çünkü kimse gerçekten anı yaşamıyor..
Ve bu yüzden yaşam da kimsenin kıymetini bilemeyecek..
Belalı bir med-cezir yaşam..
Uzağındayken onu düşünmeden yapamadığım, içindeyken ise kendimi ondan uzaklaştırdığım örselenmiş bir aşk gibi.. daimi bir çekişme, didinme, mücadele..
Şimdi sanki..
Suların çekilme zamanı..
Sularımız çekiliyor bazen..
Yaz boyunca dalgaların ve meraklıların parçaladığı ne varsa kıyıda kalıyor, toprakta sürgün..
Onlara kalıyor elleyerek bozdukları ne varsa..
Biz geri çekiliyoruz; büyük..tuzlu..mavi.
Deniz kendi kendini iyileştiriyor kış boyunca, bizim gibi..
Dedim ya..
bir çocuğun kendi kendine dalıp hiçleşmesi gibi.. deniz de kendi karnına dönüyor.. biriktirmek için balıklarla ve yosunlarla fısıltılarını..
Bütün bir kış en yetenekli elleriyle kendi kendini okşuyor sular, şifa veriyor kendine..
Sonra elbette yazımız geliyor.. en arsızı mevsimlerin..
Yükseliyor sular ve insanlığa sunuyor gövdelerimiz kendilerini..
Merakla uğraşsınlar, kurcalasınlar, birikmiş fısıltılarda yıkansınlar..
Nasılsa bikaç kişi duyacak suların dibine daldığında gelen o mavi gürültüyü.. görecek denizinkızını..
En fazla bikaç kişidir nefes almayı unutacak suların dibinde, ileri doğru baktığında gördüğü sonsuz maviye dalarak..
Yedincioda..
Gövdenin ve kelimelerin med-ceziri..
Hep böyle yükselecek ve geri çekilecek..
Ten yaşamaya doyana kadar kavga, hayat, orman bitmeyecek..
Nefes yorulana kadar da.. Bu deniz kendi kendini çoğaltacak..
Med mi şimdi?
Cezir mi?
Sen Söyle..
(Med-Cezir - Elif Şafak)
Etiketler: bana dair, şiir-metin, yedinci oda
26 yorum:
insan cesareti kadar yaşar der ünlü bir avukat ve devam eder yaşamın belki en temel vasıflandırıcısı.belki yapabilirlik her zaman cesaretle alakalı olmuyor. belki yollar sadece o yola çıkmayı gerçekten isteyenler için vardır. belki yola çıkamayan herkez cesaret zaafiyeti değil gerçekten istemek noksatında emin değildir. yine de
nazımın dediği gibi kar altında deniz düşü görünlere selam olsun.
(anonymous'a)
sadece düşlerimizin peşinden gidecek ve işaretleri izleyecek cesaretimiz yok..
belki de kader bundan kaynaklanıyor..
ama güzel demiş nazım..
kar altında deniz düşü görenler..
evet yola çıkacak cesaretleri olmasa bile düş kurabilmek için cesaret gerekmiyor..
ünlü bir avukat devamla...
kar altında deniz düşü görmek belki cesaret gerektirmiyor. ki, katılmıyorum cesaret gerektirmediğine, ama kocaman bir yürek, ve o yüreğin kocaman hayata bağlanışı,hayatı özleyerek bir sanat gibi yaşaması gibi vasıflarının olması gerekiyor.
o yürek ki, denizi sevecek o kadar sevecek ki eli kolu bağlıyken bile onun özlemini içinde o kocaman yüreğinde yaşatabilecek, belki ayağını denize sokamayacak, denizin maviliğiyle gözleri buluşmayacak gözleri mavi olmayacak ama yüzünde bir tebessüm yaratacak kadar içine girecek denizin..sonra o kocaman yürek sığmayacak karın altına...
Gün aydınlanmadan önce,
gökyüzüne karanlık egemen olur,
Tan yeri cehennem ateşine boyanır…
Bu yazıyı okuyunca bir kadının çığlığı geldi aklıma.Bu çığlık ne çığlığı idi çoğu gece onun geceliğini giydim,onun yatağına yattım,sonra tıpkı onun gibi uyku tutmadı,penceresinden baktım dünyaya,onun çiğerleriyle çektim havayı içime,ne şarkılar nede kitaplar doldurabiliyordu içimdeki o derinliği ama olmuyordu ,olmuyordu işte o bir okyanus ve ben iyi bir yüzücü olmadığımı farkettim o bir girdapmıydı acaba beni içine çeken hapseden,aslında ne yalan söyleyeyim umrumdada değildi ben onu yaşamak istiyordum.Sonra ne kadarda inersen in ÇUKURA ,ne kadar parlatırsan parlat günlük avuntularla yüreğini giremiyorsun işte oraya..Onun geceliği,onun yatağı,onun penceresi yalan içindeki fırtınalarını ,aşklarını,sevilerini,nefretlerini,sevinçlerini,hüzünlerini,gözyaşlarını ve ÇIĞLIĞINI içine sokamadıktan sonra..
:)) galiba saçmaladım...Ama ilk etapta okumaya yazmaya doyamadığım bir ÇIĞLIK geldi aklıma...Güzel olmuş yüreğine sağlık,,Aynı zaman da teşekkür,,doyarak yaşayamadığım sızımı biran olsun hissettirdiğin için.Sevgiyle kal..
al sana o zaman!
al sana!
sağol.
Kalk...
Yollara Vur..
Kendine Oyna...
Düş Yollara Vur KORKMA...
by bRk....
Tutkunu olduğum bir yazar şöyle demiş: "İnsan yazmaya başlarsa kaybediyor demektir."
Bunu olumlamak gerekirse, ki gerekir yoksa yandık demektir ;), sanırım asıl önemli olan "kaybedilenin" yerini alacak olanın yani "kazanılanın" doldurduğu alandır.
İlk iki paragraftan anlayacağın üzere "yedinci oda" şuur falan bırakmadı bende :))
Erkan Oğur'un " Hiç " diye bir albümü vardır. Ve kapağında şöyle yazar:
"Hiç, yok'tan iyidir."
Tariflediğin "hiçliğin" içinde var olabilmek, insanın ömrüne sunacağı en büyük armağanı keşfe çıkmaktır bence.
Bütün 'iyi' kitaplar, "sonsuzluğu" hep "yaşama" layık görmüşler. Ömrümüz ise, o sonsuzluğun içinde doldurmamız gerekli olan bir son. "Hiç" bitmeyen ev ödevimiz.
İşte "yedinci oda"nın bende bıraktığı ilk iz: o ev ödevinin devamlılığı için bize dayatılan ve genlerimize kodlanan ezberi bozmaya atılan bir çığlık.
Dünyadaki ilk nefes alışın bedelini göğüs kafesimize dolan oksijenin içimizi yakışıyla ödüyoruz. Ve o yanık, orada hiç kapanmayan bir yaraya dönüşüp kendine kanamalı bir yer açıyor. Ve böylece bizi, insanoğlunu doğadaki diğer canlılardan ayıran asıl özelliğimizi kazıyor cevahirin içine. Vicdan..
Bu yüzden, ne için yorulduğumuzu her anlayışımızda topu taca atıp ömrün en az karalanmış sayfalarına, o çocukluk günlerinin "hiçliğine" geri dönmek istiyoruz. Yazarın dediği gibi: "Gerçek yolculuk geri dönüştür." belki de.
Yeryüzünün tanık olduğu en büyük "taktik" savaşıdır kadın-erkek ilişkisi. O karşılıklı alışverişin en "ben her bahar aşık olurum" nakaratında dahi, çoğu zaman dışımızdaki yaşamın bize salladığı bıçaklar karşısında almaya cesaret edemediğimiz gardları alırız birbirimize karşı. Bir anlamda o bıçakların açtığı tuzağa düşer, herkesten gizli yalnız kendimize açık olan bir arttırmada en ucuza kapatırız en "insan" yanımızı hayata.
O yüzden bütün biz olamayışlarımıza inat: Med!
Şah-Med!
bırak kelimelerle yaşamı örtmeyi.
yüreğini sal ortaya.
kokusunu aldığın kadar gerçek;kar da,deniz de..
by zYp...
sarkiyi indirdim, bildigim bir sarkiydi, cure'ı severim zaten. sarkiyi dinlemeye baslayinca yazinizi da okumaya basladim ayni anda.
cok derin yazi bana gore, basitce yorumlananacak gibi degil. algilayabildigim duygularin yaninda eminim gizlenmis bir cok duygu var yazida.
karamsar bir yazi belki de gercekci. ama insanlarin genelde kendine itiraf etmedikleri belki cogunun farkinda bile olmadigi seylerden bahsediyor bu yazi.
insanin cevresinden ve herseyseydin siyirip kendini kendi icinde birseyler bulmasi ile ilgili sanki :)
Film almıştım birkaçtane ve birini izlemek için oturdum bilgisayar başına.İzlemeden önce de bu yazınızı bi daha okuyayım dedim ve okudum. Ve hala okuyorum :) yani sizin yazdıklarınızı yani 7.odayı ve kaldım orada, e tabi film de kaldı.
Daha öncede okumuştum bu ilk yazınızı şimdi bir daha okudum; o zamanda muhteşem bulmuştum şimdide çok etkilendim.Anlatımınız, uslubunuz çok harika, kelimelere olan hakimeyetten ve onlarla oynayabilmekten gelen bir derinlik var anlatımlarınızda.Yazmaya daha fazla zaman ayırmalısınız bence.Bende yazdığım zaman iyi yazarım ama pek içimden gelmez otutup yazmak.
Ama siz seviyorsun ve yeteneğiniz de birikiminizde ve en önemlisi anlatacak donanımınızda var.
...
7. Odadaki ilk yazınızı, müzik eşliğinde ve fotoğrafı da aklımın bir köşesinde saklı tutarak okudum. Yetmedi bir kez daha okudum. Diğer yazılara geçmek aceleliğine düşmedim. Çünkü sindirimi zor yazılar bunlar. Bu yazdıklarınızı sindirmeden ötelere geçmeyi doğru bulmadım. Kelimelerin altı maden gibi kaynıyor. Elbette, kelimelerin altında yatan gizi ancak siz bilebilirsiniz, ben bir okur olarak çok yüzeysel tahminlerde bulunabilirim. Benim tahminlerim ne kadar “gerçeğinizle” örtüşür bilemem tabi.
Öncelikle şunu belirteyim. Bir metin iki türlü eleştiri konusu yapılır.
1. Metin, sadece edebi açıdan ele alınır, yazarın kişiliğinden soyutlanır ve hem biçim, hem de içerik olarak analiz edilir.
2. ise, metin, yazarın kişiliğinden (yaşadıklarından, geçmişinden, acılarından, sevinçlerinden) soyutlanmaz ve metinle birlikte yazar da analiz edilir. Bu anlamda metnin gerçek karşılığı “vaka kaydı” dır.
Aslına bakarsanız her ikisi de benim işim ve haddim değildir. Ne salt “metni” analiz edecek birikimim ve eğitimim var; ne de “metinle birlikte sizi” analiz edecek birikimim ve eğitimim var. Böyle yaparsam haddimi aşmış olurum. Birincisi için “Türkçe ve edebiyat” eğitimi almak gerekiyor; ikincisi için ise “tıp ve psikoloji” bilmek lazım. Oysa ben kırık-dökük bir hukuk eğitimi aldım. Yazacağım eleştirileri lütfen bu kapsamda değerlendirin ve doğru bulmadıklarınızın üzerini gönül rahatlığıyla çizin. Haddimi aşan bir kelamımı görürseniz de lütfen uyarın.
Önce metin incelemesinden başlayayım. İlk yazınız. İçerik olarak da biçim olarak da çok beğendim. Müthiş bir derinliği var yazının. Bir defada sindirilecek türden değil. Okuyanı da, kendi 7. odasına iteliyorsunuz adeta. (Evet, herkesin bir 7. odası vardır, farklı bir isimlendirme de olsa.) Ben, bu odayı bir “sığınak” gibi değerlendirdim. TEK KİŞİLİK SIĞINAK. Tüm kötülüklerden, tüm dertlerden, tüm acılardan, tüm sıkıntılardan kaçıp kurtulduğunuz, sadece kendi özünüzle, benliğinizle baş başa kaldığınız bir mekan. Adeta durulduğunuz, içinizdeki savaşın hızını kaybettiği bir mekan. Bu odaya, kimi zaman mırıldanmak için, kimi zaman çığlık atmak, bağırmak için, kimi zaman sadece sessizce oturmak için kendinizi kapatmış gibisiniz. Ve odayı, sembolik, gizemli ve örtük bir dille gayet güzel anlatmışsınız. Edebi açıdan kutlarım.
Metinden yola çıkarak size dair eleştiride bulunmaya gelince. Biliyorum, böyle yapmakla haddimi aşmış olacağım. Şimdiden özrümü kabul edin. Bu konuda kendimi ve kelimelerimi epey sınırlayacağım. Görülen o ki, hayatınızda en ufak deyimle bir sorun var ya da sorunlar yumağı içindesiniz. Ya geçmişinizde kötü iz bırakan bir olay, ya da halen yaşamakta olduğunuz ve üstesinden gelemediğiniz bir sorunun içindesiniz. (Aldatılma, aldatma, çaresiz bir sağlık problemi, müzmin bir takıntı, bir yakının ölümü vs. olabilir.) Ve 7. Oda, bu sorundan kaçtığınız, soluk aldığınız, rahatladığınız bir mekan. Dramınız nedir bilmiyorum. Merak etmiyorum dersem yalan olur ama haddimi bilen bir insanım. Belki diğer yazılarınızda satır aralarına bıraktığınız ipuçlarını toplar, bir puzzle yapar gibi, tek tek bir araya getirir ve sizi “keşfederim” kim bilir. Belki de bu hiç mümkün olmaz. Ama şu da var. Ben sizi keşfetsem bile, doktor olmadığım, psikolog olmadığım için hiçbir sorununuza çare olamayacağım. Çünkü hayat tecrübem de geniş değil. Kitapla ve yazıyla iç içe bir hayat benimki.
Bakın, bu kısmı az yazayım, haddi aşmayayım dedim ama yine uzatmışım işte. Ben de böyleyimdir, klavye başında unuturum kendimi, biraz da fazla yazarım. Beni de az çok tanıyorsunuz, mazur görün. Yazmayınca deli olan bir adamım.
Bu mailde açıkgözlü davrandım. Dilerim bu tavrımı da hoş görürsünüz.
İyi Akşamlar.
Butterflyvalley
bir sürelik zorunlu molanın ardından tekrar döndüm,
hem işime hem internetime :) aslında birazda bilerek
uzak durmayı yeğledim teknolojiden... bilgisayar ve
internet çok fazla işlemiş içimize. biraz da gerçek
dünya ile ilgilenelim dedik işte.
bir saattir okuyorum.. şimdi nerden başlasam bilemiyorum.
şansımı denemeye çalışacağım :)
aslında bir yerden
sonra öyle monotonlaşıyor ki herşey, yukarda da yazdım
ya bilerek uzak kalmayı istiyorum bazen bu hali bozmak
için. o zaman etrafımdaki nesnelere renk geliyor işte,
sanki bilgisayar başında sadece monitörün renkli
herşey siyah beyaza dönüşüyor ya... ya da senin
tarafından bakmaya çalışırsam biraz da, tüm odalarını
kilitleyip tek bir odada hapsolmak da diyebiliriz.
gerçekten çok farklı bir hayat felsefen var. burdan
yola çıkarsan herhalde bir roman yazabilirsin
rahatlıkla. peki bu odalar doğduğun gün de var mıydı
sence? yoksa zamanla ihtiyaç duydukça yeni odaların mı
oldu? kısacası sekizinci oda olacak mı bundan böyle?
SENİN ODAN KAŞİFİN OKYANUSU
Anahtarı sokup kapıyı açtığın andan itibaren içeride bir dünya belirtileri zaten kendini hissettirirken,ikinci dünyaya seslenişin doğrusal dereceleri neler hangi açılardan yaklaştığını hiç kontrol ettin mi silyon fenerini hatırla, çakar lı feneri koy, sisli okyanus yollarında gerekirse geminin sirenini çal, bir siren sancak, iki siren iskele ve üç siren tornistan yani sıralarsan sağa , sola ve geriye, okyanusun içindeki yanardağın patlaması için okyanusun tabanını iyi tanıman lazım katmanlarını tepelerini hatta okyanusun içindeki dağları karış karış bilmen lazım, okyanus göründüğü gibi olmadığını davetkar olmasına rağmen cesaret istediğini hatırla, okyanus zaten cesaretlilerin içinde barınmasına izin verir okyanus zaten odan da susmuyor, seni içinden batan gemilerin yerini alan denizaltılarla odan' da ilerliyor, odan senin dünyan okyanus kaşifin dünyası... Okyanusta gidilicek tek yer var; düşlerle gidilemez gidilicek yere rotayla gidilir... Fenerlerin rotayı takip etmesi için de oba yol ışıklarını yakması gerekir yoksa karanlık okyanus sularında yön bulması zorlaşır...
Bana bir masal anlatırmısın_?
İçinde uğurlu rakamımdan (7) oda olsun. Artı sen eşittir ben.
Senlerin, benlerin nameleri olsun içinde. Bizi simgelesin.
Biz dedim de aklıma geldi. Önümüzde bizli çok şey var.
Nerden başlamalı diye düşünen o misafirimsi tavrımı da kaybettim.
Nede olsa tanrı misafiri. Şaşkın düşkün ve yorgun.
Belkide kalıcı bir konuk 7. Oda boş mu ?
Göz görmüyor karanlık ama derinden bir koku var odada.
Mis gibi. sanki doğanın saf kokusu. Mesti yüzüme yansıyor.
İznin varsa odama geçeyim dedim ya yorgunum.
Üşürsem düşlerini hayallerini toplayıp üstümü örtersin.
Şimdi müsadenle....! 7. Odandayım.
alice'nin harikalar diyarına benzeyen
kimine göre çıkamamanın bir kabus, kimine göre çıkamamanın bir şans olduğu, içine girince görmek istediğin tüm renkleri görebildiğin derinmi derin, uzun mu uzun bir oda
bu odaya benide soktuğun için teşekkür ederim
kendinle yüzleşme cesaretin ve kendine ayna olmadaki gücün ve farkındalığın için seni tebrik ediyorum! İyi ki bu bloglar var da böyle güzel insanları tanıyorum, tanıdıkça mutlu oluyor, yalnız olmadığımı hissediyorum, iyi ki! iyi ki!
7.odaya
Bir ZÜLFÜ LİVANELİ yorumu
yüce dağlar başında mı?
zemherinin kışında mı?
şu gönlümün bir umudu gülüm
gözlerimin yaşında mı?
kırılsa da kanadımız
asiye çıksa adımız
duyan duysun bilen bilsin gülüm
böyledir bizim sevdamız
aregezeran
Gerçekten güzel bir blog. Merak ettim neden yedinci? Diğer altı oda ne?
neden oldugunu sadece tahmin ettigim sebeplerle kendini 7. odasının duvarları icine kapatmıs bir yurek sezdim.
tesbit yapmak ne haddime ama sadece fikirim bu bir dusunce ifade edilmisse yorumlanabilir baskası tarafından. bundan hareketle yazabilirim de ona dedim.
Kırılgan olmayı bir zaaf gibi gormussun ben oyle yordum ve insanlara guvenmeyi.
Kendini cok akıllı sayan insanlar bazen cok cahil ve basit dusunceli bir insanın ayak oyunlarına yeniliverir cahilin veya art niyetli insanın atacagı adımın bir degil iki otesini ongorsede daha onceden.
ama bu bence insanlara kosulsuz guven beslemenin yalnıs oldugunu gostermez elbet. yalnıs nedir iyiligi zaaf saymakmı?
hayatım boyunca bende hep boyle oldum duz seyer duz mantık iyilik olcusunu ben belirlerim bunun ama fazla gelir bazen bu insanlara. Gunah isleyip sonra dua etmem hic yapmamaya calısır hic dua etmem yaptıklarımı affet diye ve bu mutlu eder cunku sorumlu degilimdir hic kimseye.
Ve kendini cekmemek lazım yinede bu dunyadan belli ben konusuyorum ama sen ne diyorsun kim cekiyor mumkunmu boyle bir sey diyeceksin :)
Kalp okuyucuları demissin ya bazen kendi okuyamaz kendi kalbini birde bunu baskasından beklemek haksızlık olmazmı karsısındakine onun icin kullanma kılavuzunu cozen yeter demeli bazen.
ben oyle yaptım beklemiyorum okunmasını artık yoksa yıllar gececek
Buraya kadar yazdıklarımı hic duzeltmeden yollayacagım
..ki daha samimi olsun :)
Dusunuyorum o yazı icinde o kadar seyler varki konusacak, seninde zamanını alacak, onun icin artık yazmıyorum
...iyi bir giris oldu galiba ama kotu bir finalmi :?
ama su kısa hikayeyi yazmazsam olmaz
lafontenden yarı insan yarı keci adam ormanda sogukta cok usumus cok ceresiz kalınca daha once hic tanımadıgı insanların oturdugu bir eve gitmis adam keci adama kaıyı acmıs iceride bir seyler biraz ısınmama izin verirmisiniz demis adam kısa zamanda soguktan usuyen ellerini nefesiyele ısıtıyormus konusurken ....nezaketle iceri davet edip bir tasta corba ikram etmis keci adam az once ellerini nefesi ile ısıtan adamın corbayıda sogutmak icin aynı nefesi kullandıgını gormus cok sasırmıs hemen yerinden kalmıs izin istemis gitmek icin icmeden corbasını insanlar sasırmıs ve keci adam korktum sizden demis cunku siz aynı nefesle hem ısınıyor hemde sogutuyorsunuz size guvenemem demis
iste biz boyleyiz insanlar
biraz med biraz cezir biraz yara acar birazda diker ama hep aynı nefesi kullanır :)
cok sıktımsa kusura bakma simdi yolla dugmesine basınca bende ne yazdım bir okuyum
:)
gorusuruz
yazınız bana bi şiiri anımsattı daha ilk okuduğum o an.
iki gündür evirip çevirdimm..
bu sabah buldumm sonundaa.
işte artık sizde .
bi şekilde bana sizi anımsatan şiir.
keyfini çıkartın..
Ödüllü Yalnızlık
Biliyorum dedim, baktım, baktınız
Zaman hiç geçmez mi
Sordum, sorguladınız
Camlara yapışmış çiçek ölüleri
Yüzleriniz
Sokaklar boydanboya
Adresimi sildiniz
Beklemek böyle bir şey
Islıkla bir korkuyu geri çevirmek
Ucu keskin bıçakla
Bir bulutu kesmek
Duman gibiydi, kadın gibiydi bulut
Gölün üstüne dağıldı
Yarasında koyu bir gece
Ağdı suya
Üstüne fotoğraflar çektiniz
Unutulmuş Adamlar dalgın ve ağırdır
Anıları
Sevmeyi bilseydiniz
Define avcısıydım
Bundan önceleri
Haritasız dedektörsüz
Pusulam yosun tutmuş
Ağaç gövdesi..
Gizli denizlerden geçmek kolay değil mi
Toprak kazdım var gücümle
En büyük aşk orda gömülü
O Toprağı Elleyemezsiniz çünkü
Bedelini ödeyemezsiniz
Üste bir ömür sürdüm
Ödüllü bir yalnızlık benimkisi
Var varanın
Git gidenin
Bir rüyayı getirenin
Nereye kadardır becerisi
Aralıktan rüzgar giriyor
Ya tam açın
Ya kapatın artık pencerenizi.
"Yüreğimizin haritasını, çok küçükten beri bilinmeyen yöntemlerle geliştirdiğimiz bir şifreleme sistemiyle veririz insanlara.. Ancak çok dikkatli 'kalp okuyucuları' nın sabır edip okuyabileceği, insan derisi üzerine çizilmiş hazine haritalardır bunlar.. Belki de kimsenin o kalbi sevmeyeceği ihtimalinden duyduğumuz sakat korkuyu kovmak için bu kadar karışık kurarız yollarımızı.. Çünkü nihayet biri hiç çalmazsa hazineli kalbin kapısını.. "Çok karışıktı harita" deme hakkını, sevilmemekten korktuğunu bilmeyen bir çocuk gibi saklı tutarız kendimizde.."
"Sonra nerede dikilir yeniden.. en maharetli yara dikici elinden?"
ne kadar güzel yazıyorsunuz...
size aşık olabilirim,
güzel bir bayansınız, mükemmel bir annesiniz, ve önüne sıfat koymaya gerek olmayan tek ünvana sahipsiniz: yazarlık...
bir de rockersınız :)
pardon siz perikızı mısınız?
10 yıl erken gelseydim dünyaya belki bir şansım olabilirdi :)
şiirleriniz de var mı?
hangi yazarları okuyorsunuz?
blogunuzun tamamını okuyacağım, 7.oda'yı
enstrüman çalıyor musunuz?
sesiniz de güzel mi?
çok iyi ifade ediyorsunuz kendinizi, öyle ki, derdinizi anlatırken anlaşılmama kaygınız yok, kelimelerinizin temelini oluşturan örtünün altında kelimeler var, hissediliyor, ama vucut bulamıyor, bu yüzden diğer yazılarınızı da okuyacağım, vücuda gelir belki diye,
hazine avı gibisiniz, sonunda "hiç" çıkacak da olsa ya da "simyacı"daki gibi hazine başladığım noktada da olsa, bu yolculuğa çıkacağım...
size benzeyen bir kız çıksa karşıma keşke, çok kurcalamadan anlayıp sevsem, sürprizlerle dolu olsa...
AcıLar Eskidikçe Sızısı UcuzLayıp Artıyor Değeri öyLe değiLmi..
Hacimsiz MutLuLukLarın Tadı Damağına Waramıyor Hiç..
ßazen insan ÖLümLeri Temize Çekmek isterken Bir Darbe Daha aLmamak Uğruna öLü TakLidi Yapıyor Karaya BuLanan Hayata..
Yağmurun titremesi gißisiniz..
Okurken Her cümLenizde Sanki iLk defa DokunuLuyorum..
"Kaçmak sanıldığı kadar korkmakla ilgili değildir bazen"
"Tavşan korktuğu için kaçmaz, korktuğu için kaçar" (N.H.RAN)
Düzeltme...(sabah sersemliği kusura bakma)
"Kaçmak sanıldığı kadar korkmakla ilgili değildir bazen"
"Tavşan korktuğu için kaçmaz, kaçtığı için korkar" (N.H.RAN)
Fatoş Hanım, sizinle tanışmayı çok isterdim, çok güzel bir blog a sahipsiniz, o yazıları yazan insanla yani sizinle tanışmak büyük şeref olurdu benim için:)
Yorum Gönder