30 Mayıs 2011
.
CUSTARD - SEND ME AN ANGEL
Onun romanlarını okurken bir el hep yüzünüzde gezinir gibidir. Yumuşacık ama güçlü bir el. Yüzünüz sıcak ve güzel kokulu bir avucun içindedir. Gözlerinizi kapatırsınız. Kendinizi o ele bırakırsınız. Üstelik az sonra o elin yavaşça aşağıya doğru ineceğini bildiğiniz halde. Yavaşça aşağıya inip boynunuzu kavrayacağını bilirsiniz. Boynunuzu kavrayıp sizi nefessiz bırakacağını… Bilirsiniz bilmesine de yine de kıpırdayamazsınız, gitmek istemezsiniz, kaçmak istemezsiniz. Çünkü öyle güçlüdür ki kelimeleri, olduğunuz yere mıhlar sizi. El yavaşça alnınızdan gözlerinize iner. Usulca yaşlarınıza dokunur. Islak avucuyla devam eder yoluna. Yanaklarınızdan serin bir su damlası gibi geçer gider. Artık kıpırtısızca boynunuza ulaşacağı anı beklersiniz. Onun kelimeleri sizi beklenmedik bir ölümle sarmaz, aksine saniye saniye beklediğiniz bir ölümdür. Öyle keskindir ki kelimeleri çığlık bile atamazsınız. Ölürsünüz.
Margaret Mazzantini’nin kelimeleriyle bir kez tanıştıktan sonra, sizi artık hiçbir şey ondan koparamaz. Onun kelimelerden yarattığı o büyülü dünyanın sizi öldüreceğini bilseniz dahi, nefesinizi tutup okumaya devam edersiniz.
Benim Mazzantini ile tanışmam 2007 yazında dilimize çevrilen ilk romanı Sakın Kımıldama ile olmuştu. İtalya’nın en önemli dört edebiyat ödülünü birden alan Sakın Kımıldama, insanın acıyla insanlaştığını anlatan unutulmaz bir romandır. Yıllardır diğer kitaplarının da dilimize çevrilmesini bekliyordum. 15 dile çevrilen ve yine 2009 Primeo Cambiello ödülünü alan son romanı nihayet Türkçeleştirildi. Mükemmel bir kapak tasarımı ile ciltli 600 sayfalık bir kitap: SEN DÜNYAYA GELMEDEN…
Etiketler: altı çizili tümceler, kitap
23 Mayıs 2011
TIAMAT - LOVE IN CHAINS
Birbirine görünmez bağlarla tutunmak gibiydi..
Dışarıdan bakan gözlerin göremeyeceği, kimsenin el uzatamayacağı bir kalın urgan gibi..
Birbirlerinden uzakta ama, birbirlerine sokulamadan, birbirlerine dokunamadan, buna rağmen birbirinden hiç kopmadan yaşayıp durdukları bir garip aşktı en nihayetinde..
Kimdi özgür olan, kimdi yerinden kıpırdayamayan.. yoktu önemi..
Ne dalgalar, ne de rüzgarlar çözebildi o bağı, ne de başka insanların elleri..
Kimseler anlamadı, kimseler görmedi..
Anlamak için, onların bağlarının derinliğine dalmak gerekliydi..
Bir garip aşktı, güneşin ışıklarının denizle birleştiği yerler gibi göz kamaştırıcıydı, bir tek yaşayanları bildi..
Bursa Fotoğraf İmece Topluluğu'nun "Griye Veda Renklere Merhaba" Projesinin 18. etap sergisi Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Lisesi'nde 25 Ocak 2011 Salı günü, saat 10:00'da yapılan törende açılış konuşmaları ve düzenlenen kokteyl eşliğinde açıldı. Yıldırım İlçe Milli Eğitim Müdürü Sn. Sebahattin Gençel’in, Okul Müdürü Sn. Uygar Umut ve Burfot Adına Sn. Hüseyin Ceylan’nın yaptığı konuşmalardan sonra, Okul tarafından teşekkürler plaketi BURFOT adına Hüseyin Ceylan tarafından kabul edildi.
Daha nice okulların renklenmesi adına, nice projelere..
Etiketler: sergilenen fotoğraflarım, şiir-metin
16 Mayıs 2011
ELIZABETH TAYLOR
(27 Şubat 1932 – 23 Mart 2011)
VAYA CON DIOS - WHAT'S A WOMAN

Taylor’ın henüz 9 yaşındayken keşfedilmesi, bir aile dostlarının onu ekran testine katılması için ikna etmesiyle oldu. Universal Stüdyolarında teste giren küçük Taylor, testi geçti ve sözleşme imzalandı. Liz’i beyaz perdeyle buluşturan ilk sinema filmi, 1942’de çekilen “There’s One Born Every Minute” oldu. Bu ilk ekran deneyiminde Taylor, sadece 10 yaşında idi.
Lisa, 1940 lı yıllar boyunca, ardı ardına başarılı projelerde yol aldı ve oyunculuk alanında kendini epey geliştirdi.
1950 li yıllarda ise, bir yandan oyunculuk kariyeri hızla yükselirken, bir yandan da özel hayatı şekillenmeye başladı. Lise diplomasını eline aldığında, henüz 18 yaşındaydı ama milyoner Howard Hughes ile aşk yaşıyordu. Aynı yıl Howard’dan ayrılan Elizabeth, Hilton otellerinin varisi Conrad Nicky Hilton ile evlendi. Bu evlilik dünya çapında ses getirdi. Dünyanın en güzel kadınlarından biri olarak anılan Elizabeth Taylor oyunculukta sürekli artan grafiğiyle, artık haftada 5.000 dolardan fazla kazanan popüler bir oyuncu haline gelmişti.
1990 lı yıllara kadar hayatına 50 film, 2 Oscar ödülü, 8 evlilik ve 4 çocuk sığdıran Taylor’ın son sinema filmi, 1994 çekilen “The Flintstones” oldu. 1997 yılında beyin tümörü sebebiyle ameliyat oldu. 1999 yılında, İngiltere kraliçesi II. Elizabeth tarafından DBE (kadınlara verilen bir tür şövalyelik nişanı) ile ödüllendirildi. 2001 yılında da ABD Başkanı Bill Clinton’ın talebiyle Vatandaşlık Madalyası’nın sahibi oldu.
2004 yılından beri konjestiyonik kalp yetmezliği olan Taylor, 5 kez kalçasını kırmış, beyin tümörü operasyonu ve cilt kanseri geçirmiş, iki defa da hayati tehlikeye yol açabilecek zatürre nöbeti atlatmıştı. Geçirdiği bir ameliyat sırasında tıbbi anlamda 5 dakika ölü kalan Taylor, yaşadıklarını şöyle anlatmıştı: “Michael Todd’un (uçak kazasında kaybettiği 3. eşi) ruhuyla karşılaştım. Ben de onunla burada kalmak istediğimi söyledim, fakat o bana dünyaya geri dönmem gerektiğini ve daha vaktimin gelmediğini söyledi. Onun aşkı ve sevgisi beni tekrar yaşama döndürdü.”

Taylor, Kabala inancını hayat felsefesi olarak seçti ve Kabala Centre’ın üyesi oldu.
Menekşe gözlü güzelin yaşamındaki en büyük tutkusu, dünyanın en değerli taşı olan elmastı. Özellikle Richard Burton ile evliliği döneminde bu tutkusunu koleksiyoner olarak devam ettirdi. 2002 yılında mücevher koleksiyonunu ve elmas tutkusunu anlattığı “My Love Affair with Jewelry” adlı bir kitap yazdı. 2005 yılında kendine ait bir mücevher dükkanı açtı. Bunun ardından, “Passion”, “White Diamonds” ve “Black Pearls” adını verdiği parfümleri piyasaya sürdü.
Hollywood sinemasının altın çağının son büyük oyuncularından Elizabeth Taylor, 23 Mart 2011’de 79 yaşında hayata gözlerini yumarken 4 çocuğu da hastanede yanındaydı. Oğlu Michael Wilding ölümünün ardından “Annem tutkularını, aşkla ve mizahla yaşadı. Hayatı dolu dolu yaşayan olağanüstü bir kadındı. Bizlere hep ilham verecek” diye konuştu.

ÖDÜLLERİ
BAFTA Ödülleri En İyi Kadın Oyuncu: 1966 Who’s Afraid of Virginia Woolf?
Akademi Ödülleri En İyi Kadın Oyuncu : 1960 BUtterfield 8 ve 1966 Who’s Afraid of Virginia Woolf?
Altın Küre Ödülleri En İyi Kadın Oyuncu – Drama : 1959 Suddenly, Last Summer
Cecil B. DeMille Ödülü : 1985 Lifetime achievement
EVLİLİKLERİ
Conrad Hilton Jr. (1950-1951)
Michael Wilding (1952-1957)
Mike Todd (1957-1958)
Eddie Fisher (1959-1964)
Richard Burton (1964-1974)
Richard Burton (1975-1976)
John Warner (1976-1982)
Larry Fortensky (1991-1996)


Laurence Oliver’dan sonra ortaya çıkan en büyük Shakespeare aktörü olduğu söylenen Richard Burton, kamera karşısında rol yapmak konusunda Elizabeth Taylor’dan çok şey öğrendiğini söylemiştir. Sinema oyunculuğu zordur. Göz kapağındaki ufacık bir seyirme, devasa bir eylemdir perdede, tam da bu yüzden Liz Taylor çok büyük bir oyuncudur. Eğitimli olmadığı için teknik eksikleri vardır elbette. Yüksek sesle konuştuğunda sesi biraz cırlar. Ve “Who’s Afraid of Virginia Woolf” filmindeki Martha karakterine uysa da Cleopatra rolünde bir parça sırıtabilir bu. Ama kimin umurunda? Taylor, lezzetli, sulu olgun bir meyvedir. Hayatın tadını sonuna kadar çıkarır. Seçkin bir hayat sürdürmeyi sever, yemeyi ve içmeyi sever, süs eşyalarına bayılır, şahane bir mizah duygusu vardır, katıla katıla gülerken sesi yüzlerce metreden duyulur.
1950’ler Amerika’sında sarışınlar saf ırktan sayılırdı. Doris Day, Debbie Reynolds ve Sandra Dee gibi neşeli sarışınlar ortalığı istila etmişti. Ve karşılarında Elizabeth Taylor vardı, esmer, etnik görünümlü ve göz kamaştırıcı. Yahudi, İtalyan, İspanyol hatta Faslı gibiydi. Kültürler üstüydü. Sarışın liseli kızların ve ponpon kızların üstünlüğüne son verdi.
Taylor’ın yaşama içgüdüsü müthişti. Tüm o trajedilerden ve ölüm tehlikesinden kurtulduktan sonra acısıyla oyunculuğunu büyüttü. 1961 yılında Londra’da zatürreeden ölmek üzereydi. Sedyedeki görüntülerinden ve gırtlak ameliyatlarından sonra dimdik ayağa kalkıp Oscar törenine ödülünü almaya gitmişti. Göğsü ve boynu açık bir elbiseyle sahneye çıktı. Boynunda bandaj yoktu, yara bandı bile yoktu. Herkes yarasına bakarken O, kırık hışırtılı bir sesle “Çok teşekkür ederim” dedi. Müthişti.

6 Mayıs 2011
ZAZ - LES PASSANTS
“Ne zaman bir kadın bedeninin bir başka canlı dünyaya getirebilme gücü olduğunu düşünsem, kendimi çok küçük hissediyorum. O yedikçe bedeni bir laboratuar gibi bir birey yaratıyor. Bu mucizeye ne ad verilir?” diyor Fabio Volo, şu an okuduğum dilimize çevrilen son kitabı “Dünyada Bir Yer” de..
O bir erkek yazar ve inanılmaz bir şey olarak görüyor yeni bir canlıyı vücudunda büyütmeyi..
Bu mucizeye ne ad verilir diyor?
Gerçekten de bu tam anlamıyla bir mucize ve bu mucizenin de adı da: ANNELİK..
Herkes tarif etmeye çalışır anneliği, herkes anlatır kendince..
Kimine göre Annelik; çocuğuna kurabiye pişirmek, okula balkondan el sallayarak uğurlamak, kimine göre Annelik; çocuğunun karnını tok sırtını pak tutmaktır.. Kimine göre ise annelik bütün hayatından vazgeçmektir.
Bunlar aslında hiç anne olmamış insanların düşünceleridir.
Çünkü gerçekte anne olan herkes bilir ki aslında Annelik Yaşamaktır!
Annelik, çocuğunla birlikte yeniden doğmak ve yaşamı onunla birlikte yeniden anlamlandırmaktır.
Annelik bütün zorluklara rağmen çocuğunun yanı başında ayakta dimdik durabilmektir..
Annelik Hissetmektir! ve bunu sadece anne olduğunuzda anlayabilirsiniz.
Ne kadar zorlu bir yol olursa olsun Annelik, her anı tadına doyulamayacak kadar güzel..
Bu güzel yolculuğun tadını çıkarmalarını dileyerek bütün annelerin anneler gününü kutluyorum.
Gezgin dergimizin Mayıs sayısında editör yazım böyle başlıyor..
Bana hayatın anlamını öğrettiği için canım kızıma, bana harika bir örnek olduğu için canım anneme bir kez daha teşekkür ediyorum..
Seçtiğim şarkı Fıstıkımla birlikte bu ara çokça dinleyip evin içinde dans ettiğimiz şarkı..
Tadını çıkarın.. :)