16 Mayıs 2011
ELIZABETH TAYLOR
(27 Şubat 1932 – 23 Mart 2011)
VAYA CON DIOS - WHAT'S A WOMAN
70 yıla 50 film sığdıran, iyi oyunculuğu ve güzelliğinin yanı sıra evlilikleriyle, seçkin ve kaliteli yaşam tarzıyla ve tutkulu karakteriyle ünlü, efsane aktris Elizabeth Taylor, olaylı aşkı Richard Burton’ın yazdığı 27 sene başucundan ayırmadığı ve kimseye okutmadığı mektubuyla beraber gömüldü.
Ünlü aktör Richard Burton 2 Ağustos 1984 tarihli bu mektubunu beyin kanaması geçirip ölmeden bir gün önce postalamış ve Liz Taylor da mektubu cenazeden döndüğünde posta kutusunda bulmuştu. Yıllarca başucundan ayırmadığı bu mektubuyla gömülmek de son vasiyeti idi.
27 Şubat 1932’de aslen Amerikalı olan ve sanat galericiliği yapan bir ailenin ikinci çocuğu olarak Londra’da dünyaya geldi. Büyükannesi Elizabeth Mary Rosemond’un adının verildiği ünlü aktris, ailesinin kökeni nedeniyle Amerikan, İngiltere doğumlu olması nedeniyle de İngiliz vatandaşlığına sahipti. Liz Taylor 8 yaşına kadar Londra’da yaşadı. II. Dünya Savaşının ilk gerilimleri Londra’da hissedilmeye başlanınca, savaştan uzaklaşmak amacıyla Amerika’ya Los Angeles şehrine taşındılar.
Taylor’ın henüz 9 yaşındayken keşfedilmesi, bir aile dostlarının onu ekran testine katılması için ikna etmesiyle oldu. Universal Stüdyolarında teste giren küçük Taylor, testi geçti ve sözleşme imzalandı. Liz’i beyaz perdeyle buluşturan ilk sinema filmi, 1942’de çekilen “There’s One Born Every Minute” oldu. Bu ilk ekran deneyiminde Taylor, sadece 10 yaşında idi.
Lisa, 1940 lı yıllar boyunca, ardı ardına başarılı projelerde yol aldı ve oyunculuk alanında kendini epey geliştirdi.
1950 li yıllarda ise, bir yandan oyunculuk kariyeri hızla yükselirken, bir yandan da özel hayatı şekillenmeye başladı. Lise diplomasını eline aldığında, henüz 18 yaşındaydı ama milyoner Howard Hughes ile aşk yaşıyordu. Aynı yıl Howard’dan ayrılan Elizabeth, Hilton otellerinin varisi Conrad Nicky Hilton ile evlendi. Bu evlilik dünya çapında ses getirdi. Dünyanın en güzel kadınlarından biri olarak anılan Elizabeth Taylor oyunculukta sürekli artan grafiğiyle, artık haftada 5.000 dolardan fazla kazanan popüler bir oyuncu haline gelmişti.
1990 lı yıllara kadar hayatına 50 film, 2 Oscar ödülü, 8 evlilik ve 4 çocuk sığdıran Taylor’ın son sinema filmi, 1994 çekilen “The Flintstones” oldu. 1997 yılında beyin tümörü sebebiyle ameliyat oldu. 1999 yılında, İngiltere kraliçesi II. Elizabeth tarafından DBE (kadınlara verilen bir tür şövalyelik nişanı) ile ödüllendirildi. 2001 yılında da ABD Başkanı Bill Clinton’ın talebiyle Vatandaşlık Madalyası’nın sahibi oldu.
2004 yılından beri konjestiyonik kalp yetmezliği olan Taylor, 5 kez kalçasını kırmış, beyin tümörü operasyonu ve cilt kanseri geçirmiş, iki defa da hayati tehlikeye yol açabilecek zatürre nöbeti atlatmıştı. Geçirdiği bir ameliyat sırasında tıbbi anlamda 5 dakika ölü kalan Taylor, yaşadıklarını şöyle anlatmıştı: “Michael Todd’un (uçak kazasında kaybettiği 3. eşi) ruhuyla karşılaştım. Ben de onunla burada kalmak istediğimi söyledim, fakat o bana dünyaya geri dönmem gerektiğini ve daha vaktimin gelmediğini söyledi. Onun aşkı ve sevgisi beni tekrar yaşama döndürdü.”
Taylor’ın henüz 9 yaşındayken keşfedilmesi, bir aile dostlarının onu ekran testine katılması için ikna etmesiyle oldu. Universal Stüdyolarında teste giren küçük Taylor, testi geçti ve sözleşme imzalandı. Liz’i beyaz perdeyle buluşturan ilk sinema filmi, 1942’de çekilen “There’s One Born Every Minute” oldu. Bu ilk ekran deneyiminde Taylor, sadece 10 yaşında idi.
Lisa, 1940 lı yıllar boyunca, ardı ardına başarılı projelerde yol aldı ve oyunculuk alanında kendini epey geliştirdi.
1950 li yıllarda ise, bir yandan oyunculuk kariyeri hızla yükselirken, bir yandan da özel hayatı şekillenmeye başladı. Lise diplomasını eline aldığında, henüz 18 yaşındaydı ama milyoner Howard Hughes ile aşk yaşıyordu. Aynı yıl Howard’dan ayrılan Elizabeth, Hilton otellerinin varisi Conrad Nicky Hilton ile evlendi. Bu evlilik dünya çapında ses getirdi. Dünyanın en güzel kadınlarından biri olarak anılan Elizabeth Taylor oyunculukta sürekli artan grafiğiyle, artık haftada 5.000 dolardan fazla kazanan popüler bir oyuncu haline gelmişti.
1990 lı yıllara kadar hayatına 50 film, 2 Oscar ödülü, 8 evlilik ve 4 çocuk sığdıran Taylor’ın son sinema filmi, 1994 çekilen “The Flintstones” oldu. 1997 yılında beyin tümörü sebebiyle ameliyat oldu. 1999 yılında, İngiltere kraliçesi II. Elizabeth tarafından DBE (kadınlara verilen bir tür şövalyelik nişanı) ile ödüllendirildi. 2001 yılında da ABD Başkanı Bill Clinton’ın talebiyle Vatandaşlık Madalyası’nın sahibi oldu.
2004 yılından beri konjestiyonik kalp yetmezliği olan Taylor, 5 kez kalçasını kırmış, beyin tümörü operasyonu ve cilt kanseri geçirmiş, iki defa da hayati tehlikeye yol açabilecek zatürre nöbeti atlatmıştı. Geçirdiği bir ameliyat sırasında tıbbi anlamda 5 dakika ölü kalan Taylor, yaşadıklarını şöyle anlatmıştı: “Michael Todd’un (uçak kazasında kaybettiği 3. eşi) ruhuyla karşılaştım. Ben de onunla burada kalmak istediğimi söyledim, fakat o bana dünyaya geri dönmem gerektiğini ve daha vaktimin gelmediğini söyledi. Onun aşkı ve sevgisi beni tekrar yaşama döndürdü.”
Elizabeth, sanatsal başarılarının yanı sıra, toplumsal birçok projede de yer aldı. Özellikle AIDS ile savaşma amacına yönelik her türlü yardım kampanyasını destekledi. Yakın arkadaşı Rock Hudson’ın ölümünden sonra Amerikan AIDS Araştırma Fonu’nun kurulması için büyük çaba sarfetti. Daha sonraları “Elizabeth Taylor Aids Fonu” adıyla kendi kuruluşunu oluşturdu.
Taylor, Kabala inancını hayat felsefesi olarak seçti ve Kabala Centre’ın üyesi oldu.
Menekşe gözlü güzelin yaşamındaki en büyük tutkusu, dünyanın en değerli taşı olan elmastı. Özellikle Richard Burton ile evliliği döneminde bu tutkusunu koleksiyoner olarak devam ettirdi. 2002 yılında mücevher koleksiyonunu ve elmas tutkusunu anlattığı “My Love Affair with Jewelry” adlı bir kitap yazdı. 2005 yılında kendine ait bir mücevher dükkanı açtı. Bunun ardından, “Passion”, “White Diamonds” ve “Black Pearls” adını verdiği parfümleri piyasaya sürdü.
Hollywood sinemasının altın çağının son büyük oyuncularından Elizabeth Taylor, 23 Mart 2011’de 79 yaşında hayata gözlerini yumarken 4 çocuğu da hastanede yanındaydı. Oğlu Michael Wilding ölümünün ardından “Annem tutkularını, aşkla ve mizahla yaşadı. Hayatı dolu dolu yaşayan olağanüstü bir kadındı. Bizlere hep ilham verecek” diye konuştu.
Taylor, Kabala inancını hayat felsefesi olarak seçti ve Kabala Centre’ın üyesi oldu.
Menekşe gözlü güzelin yaşamındaki en büyük tutkusu, dünyanın en değerli taşı olan elmastı. Özellikle Richard Burton ile evliliği döneminde bu tutkusunu koleksiyoner olarak devam ettirdi. 2002 yılında mücevher koleksiyonunu ve elmas tutkusunu anlattığı “My Love Affair with Jewelry” adlı bir kitap yazdı. 2005 yılında kendine ait bir mücevher dükkanı açtı. Bunun ardından, “Passion”, “White Diamonds” ve “Black Pearls” adını verdiği parfümleri piyasaya sürdü.
Hollywood sinemasının altın çağının son büyük oyuncularından Elizabeth Taylor, 23 Mart 2011’de 79 yaşında hayata gözlerini yumarken 4 çocuğu da hastanede yanındaydı. Oğlu Michael Wilding ölümünün ardından “Annem tutkularını, aşkla ve mizahla yaşadı. Hayatı dolu dolu yaşayan olağanüstü bir kadındı. Bizlere hep ilham verecek” diye konuştu.
ÖDÜLLERİ
BAFTA Ödülleri En İyi Kadın Oyuncu: 1966 Who’s Afraid of Virginia Woolf?
Akademi Ödülleri En İyi Kadın Oyuncu : 1960 BUtterfield 8 ve 1966 Who’s Afraid of Virginia Woolf?
Altın Küre Ödülleri En İyi Kadın Oyuncu – Drama : 1959 Suddenly, Last Summer
Cecil B. DeMille Ödülü : 1985 Lifetime achievement
EVLİLİKLERİ
Özel hayatıyla da gündemden hiç düşmeyen Taylor, sekiz kere evlendi. Sekiz evliliğinin ikisini Galler’in İngiliz oyuncusu Richard Burton ile yaptı. Son evliliği ile ise tüm dünyayı salladı. Kendisinden 20 yaş küçük, kadın dövmekten hapse giren, on parmağında poker kartı taşıyan inşaat işçisi Larry Fortensky ile 1991 yılında evlenen Taylor, nikah yeri olarak Michael Jackson’un Neverland Çiftliği’ni seçti.
Conrad Hilton Jr. (1950-1951)
Michael Wilding (1952-1957)
Mike Todd (1957-1958)
Eddie Fisher (1959-1964)
Richard Burton (1964-1974)
Richard Burton (1975-1976)
John Warner (1976-1982)
Larry Fortensky (1991-1996)
Liz Taylor, hayatın tadını sonuna kadar çıkarır. Seçkin bir hayat sürdürmeyi sever, yemeyi ve içmeyi sever, süs eşyalarına bayılır, şahane bir mizah duygusu vardır, katıla katıla gülerken sesi yüzlerce metreden duyulur.
1990 lı yıllarda hatırlarsanız gençler Elizabeth Taylor’ı daha çok Michael Jackson’ın yaşlı arkadaşı ya da tekerlekli sandalyeye mahkum çatlak kadın olarak tanıyordu. Oyunculuğu küçük görülüyor, yeterince ciddiye alınmıyordu. İnsanlar Taylor’ı klasik filmler yeniden popüler olunca tanımaya başladı. Bir oyuncu olarak gücü, elde ettiği başarının görkemi böylece anlaşıldı. Profesyonel oyunculuk hayatı çoktan bitmiş olsa da Taylor yeniden saygın bir oyuncu haline geldi. Taylor bugün beyazperdede görmenin imkansız olduğu belirli bir kadınlık türünü temsil ediyordu. Hemen bu noktada Camilla Paglia’nın, Elizabeth Taylor’ı bir çeşit ön-feminist olarak adlandırdığı makalesindeki sözlerine yer vermeliyiz: “Onda, feminizmin bir türlü açıklayamadığı halde sürekli olarak yok etmeyi denediği bir cinsel kuvvet var. Delilah, Salome ve Truvalı Helen gibi efsanevi kadınların düzen bozma yetisine günümüzde artık sadece Elizabeth Taylor gibi starlar aracılığıyla tanık oluyoruz. Feminizm, femme fatale kavramını kadın düşmanlığına dair bir klişe sayarak bize unutturdu. Oysa bu kavram gerçekte kadının cinsellik denen diyardaki ezeli ve ebedi hükümranlığının simgesidir.”
Ve bir söyleşisinde Elizabeth Taylor’ı anlatmaya devam ediyor Camilla Paglia;
Laurence Oliver’dan sonra ortaya çıkan en büyük Shakespeare aktörü olduğu söylenen Richard Burton, kamera karşısında rol yapmak konusunda Elizabeth Taylor’dan çok şey öğrendiğini söylemiştir. Sinema oyunculuğu zordur. Göz kapağındaki ufacık bir seyirme, devasa bir eylemdir perdede, tam da bu yüzden Liz Taylor çok büyük bir oyuncudur. Eğitimli olmadığı için teknik eksikleri vardır elbette. Yüksek sesle konuştuğunda sesi biraz cırlar. Ve “Who’s Afraid of Virginia Woolf” filmindeki Martha karakterine uysa da Cleopatra rolünde bir parça sırıtabilir bu. Ama kimin umurunda? Taylor, lezzetli, sulu olgun bir meyvedir. Hayatın tadını sonuna kadar çıkarır. Seçkin bir hayat sürdürmeyi sever, yemeyi ve içmeyi sever, süs eşyalarına bayılır, şahane bir mizah duygusu vardır, katıla katıla gülerken sesi yüzlerce metreden duyulur.
1950’ler Amerika’sında sarışınlar saf ırktan sayılırdı. Doris Day, Debbie Reynolds ve Sandra Dee gibi neşeli sarışınlar ortalığı istila etmişti. Ve karşılarında Elizabeth Taylor vardı, esmer, etnik görünümlü ve göz kamaştırıcı. Yahudi, İtalyan, İspanyol hatta Faslı gibiydi. Kültürler üstüydü. Sarışın liseli kızların ve ponpon kızların üstünlüğüne son verdi.
Taylor’ın yaşama içgüdüsü müthişti. Tüm o trajedilerden ve ölüm tehlikesinden kurtulduktan sonra acısıyla oyunculuğunu büyüttü. 1961 yılında Londra’da zatürreeden ölmek üzereydi. Sedyedeki görüntülerinden ve gırtlak ameliyatlarından sonra dimdik ayağa kalkıp Oscar törenine ödülünü almaya gitmişti. Göğsü ve boynu açık bir elbiseyle sahneye çıktı. Boynunda bandaj yoktu, yara bandı bile yoktu. Herkes yarasına bakarken O, kırık hışırtılı bir sesle “Çok teşekkür ederim” dedi. Müthişti.
Laurence Oliver’dan sonra ortaya çıkan en büyük Shakespeare aktörü olduğu söylenen Richard Burton, kamera karşısında rol yapmak konusunda Elizabeth Taylor’dan çok şey öğrendiğini söylemiştir. Sinema oyunculuğu zordur. Göz kapağındaki ufacık bir seyirme, devasa bir eylemdir perdede, tam da bu yüzden Liz Taylor çok büyük bir oyuncudur. Eğitimli olmadığı için teknik eksikleri vardır elbette. Yüksek sesle konuştuğunda sesi biraz cırlar. Ve “Who’s Afraid of Virginia Woolf” filmindeki Martha karakterine uysa da Cleopatra rolünde bir parça sırıtabilir bu. Ama kimin umurunda? Taylor, lezzetli, sulu olgun bir meyvedir. Hayatın tadını sonuna kadar çıkarır. Seçkin bir hayat sürdürmeyi sever, yemeyi ve içmeyi sever, süs eşyalarına bayılır, şahane bir mizah duygusu vardır, katıla katıla gülerken sesi yüzlerce metreden duyulur.
1950’ler Amerika’sında sarışınlar saf ırktan sayılırdı. Doris Day, Debbie Reynolds ve Sandra Dee gibi neşeli sarışınlar ortalığı istila etmişti. Ve karşılarında Elizabeth Taylor vardı, esmer, etnik görünümlü ve göz kamaştırıcı. Yahudi, İtalyan, İspanyol hatta Faslı gibiydi. Kültürler üstüydü. Sarışın liseli kızların ve ponpon kızların üstünlüğüne son verdi.
Taylor’ın yaşama içgüdüsü müthişti. Tüm o trajedilerden ve ölüm tehlikesinden kurtulduktan sonra acısıyla oyunculuğunu büyüttü. 1961 yılında Londra’da zatürreeden ölmek üzereydi. Sedyedeki görüntülerinden ve gırtlak ameliyatlarından sonra dimdik ayağa kalkıp Oscar törenine ödülünü almaya gitmişti. Göğsü ve boynu açık bir elbiseyle sahneye çıktı. Boynunda bandaj yoktu, yara bandı bile yoktu. Herkes yarasına bakarken O, kırık hışırtılı bir sesle “Çok teşekkür ederim” dedi. Müthişti.
O aldığı kadarını veren kadınlardandı. Hiçbir erkek ona hükmedemezdi. Bir an bile! Fakat erkeklerin çıtkırıldım, bağımlı tipler olmalarından da hoşlanmazdı. Güçlü erkekleri severdi. Taylor, yeteneğinin yanı sıra, gustosu ve ateşi olan bir aktris. Hollywood’da onun gibi kimse yok artık.
Subscribe to:
Kayıt Yorumları (Atom)
7 yorum:
müthişsin, müthiş ..:)) harika bir yazı olmuş, bir sürü şey de öğreniyorum keyifle okurken, koltuğunun altına bir karpuz daha sığdırdın, bu işi de profosyenelce başardın tebrik ederim. Öpüyorum özlemle.. ipek
Güçlü olmak başka bir şeydir, gücün ve paranın satın aldığı bir kadın olmak başka bir şeydir. Bence karıştırıyorsunuz...
Cinsel cazibe sahibi olmak ve buna sahip çıkmak başka bir şeydir, cinselliğini paraya ve güce çevirmek başka bir şey...
Bence karıştırıyorsun...
"Seçkin bir hayat sürdürmeyi sever, yemeyi ve içmeyi sever, süs eşyalarına bayılır" olmak başka bir şeydir, bütün bunlar seven bir çok emekçi ya da ev işçisi kadının bunlara sahip olamamasının sebebinin bunları sevmiyor olmaması değil, olanağa sahip olmaması başka bir şeydir...
Taylor, paranın ve gücün satın alabildiği, güzelliğiyle her şeye sahip olabileceğini zanneden, sinemadaki aşağılık "star kültürü"nün, ilk ve ucuz örneklerinden, ne yapmış olursa olsun, sırf bunlar yüzünden bile basit bir kadındır.
Ha bir de klavuzu karga olanın burnu boktan çıkmazmış... Üstelik kargalar uçabiliyor :)))
Feminist Femme Fatale çok eğlendiriyorsun, çok zoruna gitmiş belli. "GÜÇ" takıntını bu kadar belli etmeseydin keşke de söylediklerinin bir anlamı olsaydı :))))
Bazı insanların farklı olabileceğini kabullenmekte zorlanan bir okuyucun var anlaşılan.. Sen bir ara Mao'yu öven bir yazı patlat da aranız düzelsin.. :)))))
Kılavuzu karga olanın diyerek başlayıp sonrasında üstelik kargalar uçabiliyor şeklinde bitirmesi bana "ayı ile karganın uçak yolculuğu" fıkrasını hatırlattı.. Belki ona göndermede bulunmuştur.. Hani bunlar uçakta yan yana oturuyorlar ve karga sürekli hostes çağırma butonuna basıyor, hostes gelince de "hiiiç, ibnelik olsun diye bastım" diyor.. bir-iki derken bu şaka ayının da hoşuna gidiyor, o da yapmaya başlıyor.. bir süre sonra bunları uçaktan atıyorlar, tabi karga uçuyor, ayı düşüyor.. ayı serzenişte bulunuyor bu duruma, karga da pişkin pişkin "madem uçmayı bilmiyon, ne diye ibnelik yapıyon?" diyor..
Yorumcumuz belki sana "bak kızım, kılavuzunu karga (elizabeth taylor) seçmiş olabilirsin ama kargalar uçar, sen düşersin" mesajı vermek istemiş olabilir.. tam bilemiyorum, olay çıkarma.. :)))))
Şarkı çoK şahane uymuş.. Beğendim.. Yazıyı da biraz modifiye etmişsin sanırım o da güzel.. :))))
sevgili FFF;
sitemde hakaret içeren yorumları silerim, bu yüzden son yazdığını yorumları sildim, fazlasıyla hakaret vardı. Siz bir fıkrayı ve espriyi bile analayamacak alınganlıkta iseniz lütfen benim blogumdan uzak durun. Engin bilgilerinizi ve ciddiyetinizi ve alınganlığınızı aktarabilmek için kendinize bir blog dahi kurun..
ama benim sitemde kimse kimseye hakaret kelimesi sarfedemez. siz fıkralara gülmeyi öğrenin bırakın biz de hamamızda sizsiz eğlenelim.
...güzel kızım Elizabeth Taylor'ın hayatını senin yorumunla okumak çok zevk verdi bana, aynı Anna Karenina gibi.
Başarılar yavrum, her zaman arkandayız baban da ben de... seni seviyorum.
Fatoş sen de güzelliğinle, güzel yazılarınla inşallah tanrıça olarak bu yaşamda iz bırakırsın....
Yorum Gönder