12 Kasım 2010

Elena - Anais Nin



LACRIMAS PROFUNDERE - AMBER GIRL


Evet nihayet üçüncü ve son bölümü de yazarak bu uzun süren kitap incelememi sonuçlandırıyorum. Venüs Üçgeni’nin üçüncü ve son bölümü.. Başdöndüren detaylarla dolu olduğu için ve kitabın baskısının olmadığını, sahaflarda bile pek bulunamadığını öğrendiğim için bu bölümden fazlasıyla detay vereceğim..



Bu kez başkahramınımız bir yazar kadın.. Elena.. Kimseden etkilenemeyen, aşık olamayan, yalnız bir kadın.. Son yazdığı kitabın basım işlemleri döneminde, dinlenmek amacı ile bir yolculuğa çıkıyor ve yolculuk onu beklemediği diyarlara götürüyor :)
Kitabın bu bölümü; ön planda Elena’nın aşık oluşunu ve yaşadığı ilişkiyi anlatırken, arka planda da çevresindeki ilişkiler etrafında dönerken hayatın, ilişkilerin, aşkın, tutkunun ve cinselliğin girilmedik noktasını bırakmıyor.. Lezbiyen ilişkiler, gay ilişkiler, ihanetler, arzunun en keskin en karanlık noktaları, aşk, kıskançlık, tutku, erkek profilleri, kadın profilleri, saf erotizm, vs.. evet gerçekten yok yok gibi..


“Elena uzaktan tanıdığı erkeklere aşık oluyordu. Bu erkekler yanına gelir gelmez onlardan soğuyacak bir kusur buluyordu hep. Yabancılara, pencerede gördüğü, bir gün yolda rastladığı, bir keresinde konser salonunda görmüş olduğu herhangi bir erkeğe ihtiyacı vardı Elena’nın. Her yolculuk onda, aynı tiyatro perdesinin açılmasını bekleyen birinin hissedeceği merakı ve umudu, aynı heyecanlandırıcı huzursuzluğu ve beklentiyi uyandırıyordu. Arzuları belirsiz, şairaneydi. Bedeninin belli bir bölgesinden kaynaklanmayan bir açlıktı bu. Bir eleştirmen onun hakkında şöyle demişti: “Onu gerçekte olduğu gibi göremezsin hiç kimseyi gerçekte olduğu gibi göremezsin, o seni devamlı hayal kırıklığına uğratacak, çünkü sen birilerini bekliyorsun.” Doğruydu. Birilerini bekliyordu. Her kapı açılışında, bir partiye gittiğinde, herhangi bir toplantıda, bir kafeye, bir tiyatroya gittiğinde. Tek tek ele aldığı erkeklerin hiçbiri tren yolcuğuna eşlik etmesini isteyebileceği türden değildi. O da yanındaki kitabı açtı.”


İşte Elena aşkı bulacağı yere doğru yolculuğa çıktığında beyninde bu düşünceler oynaşıyordu..


“Senin geri dönme alışkanlığın var. Yürüyüşe başlıyorsun ve sonra geri dönüyorsun. Bu çok kötü. Bu, yaşama karşı işlenen suçların ilkidir. Ben cesarete inanıyorum.!”
Bu sözler Elena’ya sözlediği ilk sözlerdi Pierre’in.. Gizli ve tehlikeleri işler yapan adamın.. Ve artık aralarındaki hikaye yazılmaya başlanmıştı..


“Pierre.. Sesi keskin ve ciddiydi. Gözleri tam olarak insansı değildi. Bir hayvan terbiyecisininki gibi hipnotize edici sabit bakışları, otorite ve şiddet doluydu. Ama gençlik dolu gülüşü gözlerinin kötü etkisini silip, Elenayı anlayamadığı duygular içinde bıraktı. Konuştuğu süre boyunca adamın gülen gözleri sürekli Elenanın üzerindeydi. Tüm sakladıklarını ve anlaşılmazlığını tam olarak kavramış şekilde üzerine sabitlenmişti. Adam etrafa emirlerini, istekleri hakkında şüphe bırakmaz kesinlikte verdi. Küçük olaylardaki kararlılığı, adamın aynı şekilde büyük arzularına karşı gelen tüm engelleri de aşacağı duygusu verdi Elenaya. Adamın çıplak bakışları sanki içine işliyordu. Açık, emredici ama derinlerde bir yerlerde kolay yaralanabilir ve teslimiyetçi bir yüzü vardı. Onun sadece vücuduna değil, bütün varlığına işlemiş olduğunu fark etti. Kendisini tamamen parçalayacağını düşündüğü çok canlı ve güçlü bir acıdan saatler sonra yarı uykulu garip bir uyuşukluğa kapıldı. İçinde bir şeyler kırılmıştı sanki. Artık acı yada zevk hissetme duygusu yokolmuştu. Tamamen duygusuzdu. Tüm yolculuk gerçekdışılaştı. Vücudu tekrar ölmüştü.”


Öte yandan çocukluk aşkı olan ama gay olduğu için hiç birlikte olmadıkları bir tuhaf ilişki sürdürdükleri Miguel vardı.. Zamanında Elena’nın onu şiddetle arzuladığı fakat Miguel’in ise sadece duygusal bir sarhoşluk yaşadığı, vücudunun Elena’ya karşı ölü olduğu gençlik dönemlerinde Miguel, Elenanın ilk yenilgisiydi. Bu zamanla Elena’da bir saplantıya dönüşmüş, kendisini arzulayan onca erkeği hiç önemsememiş tek arzusu Migueli baştan çıkarmak olmuştu. Gücünü sadece onu elde etmekle kanıtlayabilirdi sanki. Miguel’in gözleri Elena’yı kendisine doğru, uyuşturucu almış biri gibi duygusuz olduğu dünyalara çekiyordu. Miguel’in ağzının içine düşmek, kendini gizemli bir sarhoşluğa bırakmak istiyordu. Oysa Miguelin Elenaya cinsel olarak sahip olma isteği yoktu.. O Elenayı kitaplardaki efsane kadın gibi görüyordu. Ve Miguel kadınların organından korkuyordu.. Büyük, ıslak, aç bir ağız gibi geliyordu orası Miguel’e. O ağzı, asla tatmin edemeyeceğini düşünmüştü ilk gördüğünde. Sert dudaklardan, içine çeken yarıktan, aç bir insanın salyası gibi gelen sıvıdan korkuyordu. Kadınların bu açlığının korkunç boyutlarda, doyurulamaz, açgözlü olduğunu düşünüyordu. Organınız sonsuza kadar yutacakmış gibi geliyordu. Peki bu durumda Miguel arzularını nereye yöneltecekti. Obur delikleri olmayan, onu korkutmayacak ve arzularını tatmin edecek kendisi gibi oğlanlar.. İşte böylece kendisini tanıma sürecini geçiren Miguel erkeklerle birlikte hayatlar kurmaya başlamıştı.


Kitapta Miguel’in Donald ile olan ilişkisinden de bolca kestiler sunulmakta.. Onların ilişkisinde de terslikler vardı.. İstekleri farklıydı birbirlerinden de hayattan da.. Miguel kendisine bir okşayış ve sevişme cenneti sunmak istiyordu, oysa Donald, başka bir şey arıyordu. O, büyük acılar ve aşılmaz engellerle karışık aşkı, aşk cehennemlerini seviyordu.




Elena, Pierre ile olan ilişkisinde bildiğimiz tüm aşamaları birer birer geçti.. Cinsel birlikteliklerden aşka geçti, aşık olduğunda kırılgan oldu, kırılgan oldukça kıskançlaştı, kıskançlaştıkça yaralandı, yaralandıkça kendi içine kapandı, kendi içine kapandıkça Pierre’e farkında olmadan cezalar verdi.. Onu tepkisizlikle cezalandırıyordu. Pierre’i hiçbir şey Elena’nın tepksiziliği kadar yaralamıyordu. Kısacası aşk ve tutku büyüdükçe Elena’nın içindeki tatmin olunmayan boşluk da aynı oranda büyüyordu. Pierre o boşluğu doldurabilmek için sürekli farklı odalara girip çıkıyordu.. Bu büyük bir savaştı her aşk ilişkisinde olduğu gibi..


Hiçbir erkek, bir kadının yapabileceği gibi sadece aşk için yaşayıp, bunu tüm yaşamının tek amacı haline getirip, günlerinin bununla geçirmezdi. Kadınlar ise başka bir şey için yaşayamazdı.
Elena, Pierre ile birlikte olmadığı zamanlarda, hiçbirşeyi net hissetmiyor, duymuyordu. Var olmuyordu. Sadece onunla yaşama kavuşuyordu. Bütün gün, başka şeyler yaparken, düşünceleri hep Pierre’in çevresinde dolaşıyordu. Yatakta yalnızken, yüz ifadesini, gözlerinin kenarındaki gülüşü, çenesinin inatçılığını, dişlerinin pırıltısını, dudaklarının arzu sözcüklerini fısıldarkenki biçimini düşünüyordu.

“Pierre, Elenayı karanlıkta karşılamayı seviyordu. Böylece birbirlerinin yüzünü görmeden önce elleriyle dokunuyorlardı birbirilerine. Kör insanlar gibi en sıcak kıvrımlarda kalarak, her seferinde ayrı yörüngeyi izleyerek birbirilerinin vücudunu hissediyorlardı. Dokunarak keşfediyorlardı. Dokunarak ve koklayarak.”


Aşka güvensizlik bir kez girdikten sonra hiçbirşey asla eskisi gibi olmuyordu. Elena sürekli Pierre’in YİNE gideceğine saplanıp kalıyordu, ve sürekli onun yeniden gidişine hazırlanıyordu. Cinsel birliktelikleri de ne kadar doyurucu olursa olsun Elena orgazm olamıyordu. İçinde bir yerlerde bir korku yumağı vardı ve kendisini bırakamıyordu. Pierre ise Elenayı öyle iyi tanıyordu ki, onun bu gizli çekinişinin nedenini, onu yaraladığını, aşkına olan inancının yıkılmış olduğunu anladı.
O dakikadan sonra aşk mücadeleleri bir sözcük, ufak bir yara, bir şüpheyle birlikteliklerini yıkabilecek olan Elena’nın içinde yatan bu soğukluğu yenmeye dönüştü. Pierre’in zihni tamamen bununla meşguldü. Kendisiyle ilgilenmekten çok Elena’nın içinde olduğu havayı ve davranışları izlemekle meşguldü. Elenaya sahip olurken bile gözleri, hep onları izleyen kara bulutları arıyordu. Elenanın zevk almasını beklerken kendisini tüketiyordu. Kendi zevkine engel oluyordu. Elenanın istediği her an kendisine kapayacağı, ele geçirilmez varlığına karşı savaşıyordu. Kavga ederlerse Elenanın orgazmına engel olacağını biliyordu. Hiddetten köpürüyor, en vahşi okşamalarla Elena’yı fethetmeye çalışıyordu. Bazı zamanlardaysa Elena’yı şefkatiyle eritmeye çalışıyordu.

Pierre, Elena’nın içinde kendisinin bir daha asla kontrol edemeyeceği cinsel bir tutku uyandırmış olduğuna inanıyordu. Elena baştan çıkmıştı. Gözleri gün ışığın parıltısıyla değil, veremli bir hastanın endişe verici ışığıyla, gözlerinin etrafında halkalar oluşturacak denli kuvvetli bir ateşle garip bir şekilde parlamaya başlamıştı.

Erotizmin yeniliklerini tükettiklerinde, insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde karşılaştıkları yeni bir diyarı –kıskançlık, tehlike, kızgınlık, nefret, düşmanlık diyarını- keşfettiler.

Pierre artık Elenanın diğer, en derine saklı, en duygulu kişilikleriyle sevişmeyi amaçlıyordu. Elenayı uyurken seyrediyordu, giyinirken seyrediyordu, aynanın önünde saçlarını tararken seyrediyordu. Elenaya ulaşmak için duyusal bir ipucu, yeni bir sevişme şekli arıyordu. Çünkü Elena, olmadığı zamanlarda orgazm taklidi yapıyordu artık. Elena hünerli bir aktris olmuştu. Orgazmın bütün belirtilerini, kasılmalarını, nefesin, nabzın, kalp atışlarının hızlanışını, birden bitkinleşip yığılmayı, bunu izleyen yarı kendinden geçme evresini sergiliyordu. Her şeyi taklit edebiliyordu. Onun için sevmek ve sevilmek, zevkle öylesine değiştirilemez bir biçimde karışmıştı ki, fiziksel bir zevk hissetmese bile, kendisini soluksuz bırakacak duygusal bir tepki evrebiliyordu.

Böylece Pierre ilgisini başka bir çeşit kur yapmaya yöneltti. Elena odaya girer girmez Pierre onun nasıl hareket ettiğine, paltosunu ve şapkasını nasıl çıkardığına, saçlarını nasıl salladığına, hangi yüzükleri taktığına dikkat etti. Pierre bütün bu işaretlerden Elenanın ruh halini anlayabileceğini düşünüyordu. Daha sonra bu ruh hali Pierre’in fethinin temeli oldu. Mesela bir gün.. “Bugün Elana, dalgalanan saçları, tüm yaşamının ağırlığı altında kolayca eğilen başıyla çocuksu ve uysaldı. Az makyajlı, masum ifadeliydi, üzerinde parlak renkli ince bir elbise vardı. Bugün Pierre onu nazikçe, sevgiyle okşayacaktı.”


Pierre’e arada sırada her şeyi yapabilecek bir erkek ifadesi veren şey anarşi ve kötülüğe yatkın oluşuydu. Bu, Elenanın ona güvensizliğini ayakta tutuyordu. Pierre aynı zamanda Elenanın şeytansılığa ve alçaklığa, alçalmanın ideal kişiliğe saygısızlıkta bulunmanın ve yıkmanın zevkinin büyüsüne kapıldığının farkındaydı. Ama Elenaya olan aşkı yüzünden bunların hiçbirisinin onunla sonuna kadar yaşamasına izin vermeyecekti. Pierre Elenayı teşvik ederek, onu şu yada bu günaha, ona tattırmadığı bir duyguya kaptırmaktan korkuyordu. Bu yüzden doğalarının bu kötü yanına açılan kapı nadiren açılıyordu. Pierre’in vücudunun neler yaptığını bilmek istemiyordu Elena. Pierre ise Elena’nın içindeki gizli şeylerin örtüsünü açmaktan korkuyordu.
“Senin birçok kez aşık olabileceğini biliyorum. Benim ilk olduğumu, bundan sonra seni hiçbirşeyin durduramayacağını biliyorum. Öylesine şehvetlisin ki.” dedi Pierre.
Çünkü bilmiyordu.. Erotizmin ve şefkatin bir kadında birleştiği zaman nasıl güçlü bir bağ, neredeyse bir saplantıya dönüştüğünü bilmiyordu Pierre.

“Bu kadar çok aşık olunmaz.”
diye yanıtladı Elena. “Ben erotizmi aşkla birlikte istiyorum. Ve kolay kolay yaşanmayan derin aşkı.”
Pierre Elenanın geleceğini, Elena da Pierre’in geçmişini kıskanıyordu.



Ama Pierre haklıydı.. Elenanın içinde öyle şeyler uyandırmıştı ki, öyle karanlık kapıları açmıştı ki, artık Elena bir daha asla eski haline dönemeyecekti. Tam bir tutku sarhoşu hatta tutkularının esiri olacaktı. Hiç beklenmedik bir şekilde tanıştığı Leila ile aralarında engel olmaya çalışsa da, kaçmaya çalışsa da asla karşı koyamayacağı şeyler yaşanacaktı. Leila’nın sesi ve dokunuşları Elena’nın doğrudan vücudunun merkezine ulaşmak yerine, Elene’yı tatmin değil süreklilik arayan, umutla korku arası bir hisle, yeni duyguların şehvetli örtüsüyle sarmalıyordu.


Kadınlar güçlü bir aşk yaratmayı planlarken, ufak hesaplarla kendilerini küçülten ve güçsüz kılan insanlara karşı erkekler kadar hoşgörülü değildirler.

“Neden Pierre’e duyduğum aşk bunu ödeyecek kadar güçlü değil?” diye tekrar ediyordu içinden Elena, Leilanın etkisinden kaçmaya çalıştığı dönemlerde. “Neden beni başka sevgilere sürüklüyor? Başka birinin aşkına? Neden?”
ve ona arkadaşının verdiği yanıt biz okurlar için oldukça düşündürücü oluyordu:
“Pierre’in aşkı gerçek doğanı ortaya çıkardı. Sen fazlasıyla aşk dolusun, bir sürü insanı seveceksin.”


Elena korkuyordu. Korkuyordu çünkü artık güvenle Pierre’e değil, boylu boyunca uzanan, teslim olan, açan, yayılan, bilinmeyen birine bağlıydı.. Leila sevişmelerinde Elena’nın uzun süre gelmesine izin vermiyordu. Istırap çekene dek. Öylesine uzun sevişiyorlardı ki, insanı sızlatıyor, daha çok ister bırakıyordu.

Bazen Pierre’in kıskançlığının derinliği karşısında her şey kayboluyordu. Pierre’in kıskançlığından sonra sevişmeleri daha şiddetli olduğunda, aynı zamanda hava daha yoğun; duyguları karmakarışık oluyor; düşmanlık, şaşkınlık, acı devreye giriyordu.
Elena bu aşkın kök mü salmış olduğunu, yoksa çürümesini çabuklaştıran bir zehir mi almış olduğunu bilmiyordu.
Ve böylece aşk, uzun bir kıskançlıklar trenine dönüşmüştü.

Ve Elenanın hayatı başdöndürücü bir hızla ve her şeyi tadıp yaşadığı farklı bir evrene dönüşüyordu. Elena artık neden bazı İspanyol kocaların, karılarına sevişmenin tüm olanaklarını sunmayı reddettiklerini anlıyordu. İçlerinde doyurulmaz bir tutku uyandırma riskinden kaçınmak için. Pierre’in aşkıyla tatmin olmak yerine sakinleşen Elena, daha da kolay incinebilir hale gelmişti. Pierre’i daha çok arzuladıkça, başka aşklar için açlığı da artıyordu. Aşkın köklü olmasına, kararlılığına çok az ilgi duyuyor görünüyordu. Herkesten sadece tutku anını istiyordu. Leile’yı bile tekrar görmek istemiyordu. Elena yanmak istiyordu. Aşkla yanmak. Ama mistik bir aşkla yanmak değil, tahrip edici cinsel bir buluşmayla yanmak. Pierre, içinde kendisinin de daha önce tanımadığı, doyumsuz bir kadın uyandırmıştı.


“En çok hatırladığım şeyler yaşamımın en büyük acıları. Mutlu anlarımı unuttum.” diyordu Pierre.
Pierre’de ilk sevdiği şeyin gözlerindeki tehlikeli ışık, suç ve vicdan diye bir sorunu olmayan bir erkeğin, istediğini alan, risklerden ve sonuçlarından bilinçsiz zevk alan gözleri olduğunu hatırladı. Göz kamaştıran bir sabah, o dağ yolunda tanıştığı bu dizginlenemez, inatçı vahşiye ne olmuştu?
Artık evcilleşmişti.

8 yorum:

nil dedi ki...

dün 3 bölüm gelmeyince meraklanmıştım , teşekkürler :)

"Senin geri dönme alışkanlığın var. Yürüyüşe başlıyorsun ve sonra geri dönüyorsun. Bu çok kötü. Bu, yaşama karşı işlenen suçların ilkidir. Ben cesarete inanıyorum.!”


buray cımbızladım ben, izninle bloguma almak isterim.

Elif Gizem dedi ki...

Kesinlikle, Nil'in cımbızladığı cümle favori cümlem oldu:)

Adsız dedi ki...

"bu aşkın kök mü salmış olduğunu, yoksa çürümesini çabuklaştıran bir zehir mi almış olduğunu bilmiyordu."

!!!!

UÇAR dedi ki...

Yazıyı okurken, garip ama kendimi kimi zaman Elena'da kimi zaman Pierre'de buldum. Yazının içinden cımbızlama(!) yapmak yerine, içine bende uyandırdığı sözcükleri şırınga etmek istiyorum.

Hani derler ya "Ben sensiz yaşayamam" diye. İşte ben onlardan değilim. "Ben sensiz de yaşarım; ama seninle bir başka yaşarım."
____Nazım Hikmet Ran


Bir insana vazgeçilmez olduğunu hissettirdiğiniz anda, ilk vazgeçeceği kişi siz olursunuz.
____Küçük İskender


Kadınlar duyduklarına âşık olur, erkeklerse gördüklerine. O yüzden kadınlar makyaj yapar, erkekler ise yalan söyler.
____Cemal Safi


Bir psikoloğa gittiğinde insan, sorulan ilk sorulardan biri "Korkuların var mı?" ya da "Korkuların nelerdir?" olur.
Hiç psikoloğa gitmedim ama gittiğimde bu soru bana sorulacak olsa hiç düşünmeden verceğim yanıt "KADINLAR" olacaktır. Bu benim için asla değişmeyecektir.

... Ama ben korkularımın üzerine gitmesini severim ;)

... ...

YILDIZNAF dedi ki...

Yedinciodam,

Cok ozel bir konu icin acil sana ulasmam lazim.

Cok acele bir sekilde telefonunu yildiznaf@yahoo.com

adresimize yazarsan sevinirim. Yardimin cok ise

yarayacak. Chicago'dan sevgilerle, bekliyoruz....

eXi Le dedi ki...

Sewdiğim ßeni KefenLeyince Uyandım..
We GözLerimi ToprakLa Owu§turunca AnLadım AnLağıma Değen Kur§unLarın SewgiLi! için KaLßime ßıraktığım a§k'a Etki Etmediğini..
We KaLßimdeki a§k'ın Hayattan ßüyük oLduğunu..
SarsıLmaz ßir a§k'La SewgiLi!ye GerdanLık SaLan SözLer ßesLedim..

Lakin ßir AmeLiyat izi Ta§ır Gißi Ta§ıyorum KaranLığı Suratımda..
Üzerimde SewgiLi!nin ßir§eyLeri Kazanırken KayßettikLerinin DuyuLmayan Acı Sesi..
Ama Sen Yine ßo§wer..
Yüzüne Giydirdiğin Soğuk TerLer için YapaßiLecekLerini AnLat Sokağa..
oLmadı, Minik AcıLar Orkestrasını oLmayan KoLLarıyLa idare Etmeye ÇaLı§an §efin GizemLi KimLiksizLiğinden we Sana oLan Protez HayaLinden ßahset..
Hafif..aLttan.. NasıL oLsa Odandaki Titrek ßir Mum ı§ığının Tiz GöLgesinde ßiLe Ne war Ne Yokum..

Dü§ünüyorum..
Dü§ünüyorum da..
Yok..
Korkarım Yarında Sewerim Seni..

Aşkın Kanunu... dedi ki...

Köken araştırmalarını genellikle faydalı bulurum. Köken, önemlidir ama her şey değildir hiçbir zaman. Çünkü kök, her zaman izleriyle vardır ve o izler kimi zaman izlenemez kadar derindedir...
Aşkın insan doğasının bir parçası olduğu ve insan doğasında, o doğanın köklerinde erkekler olduğu benim artık geri dönüşü zor kertede kani olduğum bir şey. Aşk ki herkesin kendince bir tanımı olduğu söylenir ama herkesin kendince bir tanımı olması, genelgeçer bir aşk algılayışı olduğu gerçeğini değiştirmez. Şu anda elma yiyorum ve siz o elmanın renginin, tadının ya da şeklinin nasıl olduğunu düşünürseniz düşünün, ben aynı elmayı yiyor olacağım... Kastettiğim, erkeğe özgülük böyle bir aşk algısına dair.
Öyle bence evet, ama sevgili dostum, diyorum ya, bazen bir şey kökeni başkasında olsa da, onu taşıyan kişiyle farklı eklemlenmeler kurar ve öyle bir içselleşir ki, bazı şeylerin önemi kalmaz. İngilizceyi, sonradan öğrenip pek çok İngilizden daha iyi konuşan kişi olduğuna eminim. İşte bu, aşk bir dildir, erkeksidir ama bazı kadınlar bu dili o kadar iyi öğrenmiştir ki erkeklerden daha iyi konuşabilirler.
Bunca şeyi şunun için söylüyorum, eğer "Hiçbir erkek, bir kadının yapabileceği gibi sadece aşk için yaşayıp, bunu tüm yaşamının tek amacı haline getirip, günlerinin bununla geçirmezdi. Kadınlar ise başka bir şey için yaşayamazdı." cümlesine hak verirsem, ortaya bir iki sorun çıkıyor. Ya yukarıda söylediklerim yüzünden Anais Nin öyle zannediyor ya da ben ya da pek çok hemcinsim, haşa huzurdan kadınız... Zira bu ifade, bana göre evrimsel süreçte doğanın aşkı yatma sebeplerinden biridir. Öyle olmalıdır, bir erkek için, öyle olmalıdır ki, erkek, en azından çocuk büyüyene kadara kadına bağımlı kalmalıdır...
Hasılı kadınlar, aşkın kanunu yeniden yazmaktadır...

Deli Irmak... dedi ki...

Bazen bir şarkı söylüyorum ve dilime takılıveriyor işte. Örneğin, "aşkın kanunu yazsam yeniden" diye başlamışken, "kimi ümitleri yel alır gider" diye devam ettim. Ümit etmek güzel şey, yel alıp gitse de kimilerini.
Bizler, artık zamanla sorunu olan insanlarız. Evet, insanız, aceleci, müdahaleci, hayalciyiz ve hepsinden öte de kendimizi ve duygularımızı tanımak konusunda çok beceriksiziz. İyi ki de öyleyiz diyorum bazen. Hayatı ve insanı renkli kılan bu. Aksi halde, her duygusunu ve kendini tanıyabilen, her attığı adıma müdahale edebilen yaratıklar olsaydık, hayat ne kadar çekilmez ve renksiz olurdu. Bazen sürüklenmeliyiz ama sürüklenirken akıntıya karşı ya da kiminde kıyıya yüzmeyi bilmeliyiz.
Aşk, sevgi, cinsellik, dostluk, arkadaşlık, can sıkıntısı, boşluk hissi, kendine güven ihtiyacı, şefkat ve daha pek çok şeyin karşı cinsle yaşadığımız şeyin neresinde olduğunu bilmiyor ve bilemiyoruz işte. Belki kimi aşamalardan geçiyor, belki bu aşamaları içiçe yaşıyoruz ve nerede olduğumuzu bilmiyoruz.
Söylenecek pek çok şey var ve belki her satırda konuşacak pek çok şey, benim en iyi dostum ve aklımın en güzel fikri, ama sadece "bir şeyin kök mü salmış olduğunu yoksa zehir mi almış olduğunu" belirleyenin bu olduğunu söylemekle yetiniyorum. İnsan kafasında ne yaratırsa yaratsın, neyi ümit ederse etsin, yaşadığı ilişkide karşıdakine hangi rolü biçerse biçsin, karşıdaki insan bambaşka bir mecrada akıyor işte ve bu akış bir deli ırmak gibi... İki deli ırmak ve ancak bir denizde birleşebilir, birbirinin içine karışabilir ve deniz, görece durgun ve derin bir sudur...
Denize ulaşmak bir hayal, bir ümittir. Ama canım benim, başkasıyla ve başkasına dair kurulan hayaller, "başkası" değişse de devam edebilir...
Biz, böyle hayal kurmayı öğrenmeliyiz ama yine de birlikte hayaller kurduğumuza dair ümitlerimizden mümkün olduğunca vazgeçmeden. Şarkı ne diyordu, kimi ümitleri yel alır gider. Yel eser, denizde dalga olur...