9 Kasım 2010



KRAFT - DAS MODEL


Açılışı hemen şu alıntıyla yapmak istiyorum ki Nin’in imgelemin ve anlatımının gücünü görün.
Ses.. daha güzel nasıl anlatılabilirdi ki??
“John’la karşılaşmam ve bir sesin gücünü keşfetmem tiyatroda oldu. Sesi borulu bir orgun tonları gibi akıp gitti üzerimden, beni titretti. Adımı yinelediğinde ve yanlış telaffuz ettiğinde bana bir okşayış gibi geldi. Bugüne dek duyduğum en derin, en zengin sesti. Henüz doğrudan ona bakamamıştım. Biliyordum ki gözleri büyük, keskin, çekici maviydi; kendisi iriydi fazlasıyla hareketliydi. Varlığının her şeye bulaştığını hissettim. Ve sanki onu büyülemişim, hipnotize etmişim gibi davranıyordu. Konuşuyordu, gözleri üzerimdeydi, ama dinlemiyordum. Her konuştuğunda kendimi baş döndürücü bir spirale, güzel bir sesin ağına düşmüşüm gibi hissediyordum. Gerçek bir uyuşturucuydu. Ateş basmıştı. Gözleri öylesine keskin maviydi ki gözlerini kırptığında, açana kadar minik bir şimşek çakmış gibi oluyordu. İnsana korku hissi veriyordu. Sanki bir fırtına seni bütünüyle kaplayacakmış gibi bir korku.”


Evet Anais Nin’in Venüs Üçgeni adlı kitabının ilk bölümü: Sanatçılar ve Modeller
Başkahramanımız bir model ve bu bölümde kendi öyküsünün yanında, onun çıplak poz verdiği heykeltıraşlardan, ressamlardan ve yine sanat camiasından duyduğu pek çok öykü anlatılmakta.

İlk öyküde; bir ressamın karısı ve nemfomanyak bir kadın olan Louise ile tanıştığı bir yabancı Kübalı Antonio’nun yaşadığı tek gecelik bir ilişki anlatılıyor. Sadece tek bir gece, içinde duygusallığın hiç oluşmadığı bir erotizm.. Canlı imgelemlerle dolu birkaç alıntı yapayım..
“Louise’nin tebeşir beyazı bir yüzü, yüzünün derinlerine gömülmüş yanan gözleri vardı. Beline onbeş santimetre genişliğinde, taşlarla süslü kocaman gümüş bir Yunan kemeri takardı. Kemer büyüleyiciydi. Bir kölenin kemeri gibiydi. Alttan alta cinsel açlığına köle olduğu hissi verirdi.
Antonio insana, şimdi bütün dünya çekip gitti ve yalnızca tensel ziyafet var, yarın yok, başkalarıyla buluşmalar yok, yalnızca bu oda, bu öğleden sonra, bu yatak var, hissi veriyordu. O yalnızca kadının bütün ağzını, dilini, nefesini, kendi büyük kara ağzına doğru içercesine öpmeyi sürdürdü, ama elleri kadını incitiyor, tenine iyice bastırıyor, her tarafta iz ve acı bırakıyordu.
Louise, Antonio’nun onu deliliğe sürüklediğini düşünüyordu. Bir öfke gibi teninin yüzeyinde olan açlık, ilk defa vücudunun daha derin bir kısmına çekilmişti. Çekilmiş ve birikmişti. Patlamayı bekleyen ateşten bir çekirdek olmuştu.”




İkinci öykü ise hermafrodit Mafuka’nın hayatından, ikilemlerinden, tatminsizliğinden ve çektiği acılardan kısa bir kesit gibi..
Erkek gibi giyinen, ufak tefek, yüzü bir erkek çocuğuna benzeyen, bir kadında bulunamayacak kadar güçlü çizgileri olan, erkek gibi içen, erkek gibi bilardo oynayan Mafuka.. Kadınları arzuluyordu ve acı çekiyordu. Çünkü ne tam bir erkek olabiliyordu ne de tam bir lezbiyen, bu haliyle hiçbir kadın onu kabul etmiyordu. Lezbiyen bir çiftle birlikte yaşıyordu ve hiç kimse bu üçlünün nasıl bir hayatları olduğunu bilmiyordu..
Kadınları arzulayan ama onların dostluğundan hoşlanmayan Mafukanın bir cümlesi epey üzerine düşünülesi aslında:“Kadınların dostluğundan hoşlanmıyorum. Küçük ve şahsidirler. Kendi gizemlerine ve sırlarına sıkı sıkı sarılıyorlar, rol kesiyorlar ve numara yapıyorlar.”




Her poz vermeye gittiğinde bir hikaye dinleyen başkahramınımız bir gece bir ressamın verdiği partiye katılır. Tahmin edemeyeceğimiz derecede farklı ve renkli geçen bu partide herkes yaşadıklarından hikayeler anlatmaktadır..
Yine onun gibi modellik yapan bir kızın anlattığı hikaye; aslında kadınlardan hoşlanmayan, onlara dokunmayan, yalnızca iç çamaşırlarından hoşlanan ve hoş iç çamaşırlı kadınları seyretmeyi seven bir desinatörle yaşadığı modellik deneyimidir. Bu hikayeden sonra dinleyenlerin verdiği örnekler ve birinin yaptığı bir yorum da girilmesinden korkulan karanlık odalara salıyordu düşünceleri:“Düşünüyorum da, çocukken şu yada bu türden fetişist olmaya daha fazla eğilimliydik. Annemin dolabında saklandığımı ve onun elbiselerini koklamaktan ve onlara dokunmaktan kendimden geçtiğimi hatırlıyorum. Bugün bile peçe, tül yada tüy takmış bir kadın görsem dayanamam, çünkü içimde küçük odada hissettiğim garip duygular uyanır.”


Ve kuvvetli bir tavsiye geliyor hikayelerin arasında birden bire..
bıçak gibi..
Sadece duygusal sevginin bir evliliği sürdürülebilir kılmaya yetmediğini anlatan:“Umarım asla, cinsel olarak sevmediğin bir adamla evlenmezsin. Ben evlenmiştim. Genelde her şey çabucak biterdi, bu da dayanmamı mümkün kılardı. Elimde olsaydı, beni öpmesine bile izin vermezdim.”


O güne kadar hayatında sevişmek için hep önce aşk diyen başkahraman modelimiz, ve hiç aşık olmadığı için de hala bakire olan modelimiz, bu duyduğu hikayelerin yanı sıra gördüklerini de düşünerek, pek çok şeyi sorgulamaya başlıyor kendi içinde.. “Açtım ve her şeyi merak ediyordum. Sıkıntım, rahatsızlık ve açlıkla gittikçe büyüyordu. Hiçbir şeyin beni mutlu kılamayacağını hissediyordum. Umutsuz bir biçimde, kadın olarak yaşama dalmak arzusu hissediyordum. Neden, önce aşkta varolma gereksinimine köle olmuştum? Yaşamım nerede başlayacaktı? Her stüdyoya, bir türlü gerçekleşmeyen bir mucize beklentisiyle giriyordum. Bana öyle geliyordu ki, dört bir yanımdan büyük bir akıntı geçiyor ve beni dışarıda bırakıyordu. Benim gibi hisseden birilerini bulmak zorundaydım. Ama nerede? Nerede?”




"Arayan mevlasını da bulur belasını da" sözünü doğrulayan modelimiz, yukarıda yaptığım ilk alıntıdaki sesin sahibiyle bir gece geçirdikten sonra aşık olur..
İlk defa bir erkekle birlikte olur ve etin karanlık dünyasında yüzdükten sonra tutkuya yakın bir şeyler başlar aralarında..
Başkalarına çıplak poz vermesini kıskanıp onu eve kapatmaya çalışan bu adamın bir yandan da evli ve çocuklu olduğunu öğreniriz.
Ve ikisinin yaşadığı gizli bir hayat sürülmeye başlanır.
Modelimiz hep bekleyen kadın moduna dönüşmüştür.
Adam ona her gelişinde armağanlar getirir, birlikteyken her bakımdan mükemmeldir ve ona dünyayı unutturur..
Fakat gittiğinde.. o yokken her şey kötüye gider.
Onun kendi anlatımıyla, çeşitli yerlerden yaptığım alıntıları ile kadının içine düştüğü boşluğu çok iyi anlayabiliriz:“İlk defa John’la birlikte orgazmı hissettim; ağladım, çünkü öyle kuvvetli ve muhteşemdi ki tekrar tekrar olabileceğine inanamadım. Acılı anlar yalnızca beklerkendi. Banyo yapıyor, tırnaklarımı parlatıyor, kokular sürünüyor, meme uçlarıma ruj sürüyor, saçımı tarıyor, rahat bir şeyler giyiyordum ve bütün bu hazırlıklar imgelemimi gelme sahnesine çeviriyordu. Onun beni banyoda bulmasını istiyordum oysa. Geçerken uğradım demeliydi. Ama gelmiyordu. Sık sık geç kalıyordu. Zamanla o geldiğinde soğuk, küskün olmaya başladım. Beklemek duygularımı yıpratıyordu. İsyan ediyordum. Sonra cinsel olarak karşılık vermeyerek onu cezalandırıyordum. Asla birlikte dışarı çıkmadık. O da çok meşhurdu karısı da. Yapımcıydı. Karısı oyun yazarıydı. John onu beklemenin beni nasıl kızdırdığını keşfettiğinde, düzeltmeye çalışmadı. Gittikçe daha geç geldi. Ona “Sen niye beni o kadar çok bekletiyorsun? Sana duyduğum arzuyu öldürdüğünü biliyorsun. Sen geç geldiğinde soğuduğumu hissediyorum. Beni o kadar kızdırıyorsun ki seni terk edeceğim!” diyordum.. Kendime ayırdığım çok fazla zaman vardı ve, John’a dair düşüncelerimle çok fazla yalnızdım.”


Ve bir zaman sonra bu boşluğu dolduracak 2. bir ilişki girer kadının hayatına.. (hemen aklıma gelmişken yazar Anais Nin de uzun yıllar iki evlilikli bir hayat sürmüştü, detaylı bilgi için bakınız: Wiki)
Uzun zamandır çıplak poz verdiği heykeltıraşlardan biri bir gün ışıkları kapatır ve “Vücudunu gördüm ve onu iyi tanıyorum, şimdi onu kapalı gözlerle hissetmek istiyorum, yalnızca cildini ve teninin yumuşaklığını hissetmek istiyorum. Bacakların öyle gergin ve güçlü, ama dokunması o kadar yumuşak ki. Parmakları özgür olan ayaklarını seviyorum, bir elin parmakları gibi ayrı ayrı bükülmemiş ve öyle güzel boyanmış ayak tırnakları ve bacaklarının altları” diyerek modeli yoldan çıkarır ve kadın da böylece 2li hayatına başlar..
2 gizli ilişki ona güç gelse de tehlikeden ve yoğunluktan da hoşlanır.

Eh karşılıklı ödeşmişler işte, adam da zaten baştan beri iki kadınlı bir hayat sürüyordu diyerek kitabın birinci bölümünü bitiriyorum :))

5 yorum:

banu dedi ki...

uzun falan değil sen hepsini yayınla kimse sıkılmaz okumaktan :)

nil dedi ki...

tatil kitabım yapmaya karar verdim, benim için de bir ilk olacak, teşekkürler :)

eXi Le dedi ki...

iLk aLıntıLadığın böLüme:

ßir Ses -ki ßazen Gece Yürüyü§Lerinde Ardına Dü§en GöLgeyi ßeLirginLe§tireßiLir..
ßir Ses -ki ßazen KaçırıLan Denizde AhenkLe SaLınan Yakamoz Seyrinde Gözüne Dü§en CemreLerin KaLßine indirdiği ßitip Tükenmez §arkıLarda ezßere SöyLenen Yürek TerennümLerinde ßir KaLp izidir..

Gen'el... dedi ki...

Genler kendilerine ihanet edip kontrolleri dışına çıkabilecek bir şey inşa ettiler diyordu Dawkins beyni kastederek. Genler diyordu, bedenlerimizi kullanırlar ve bu düşünce, benim için bile ürkütücüdür ama bizler genlerin devamlılığını sağlamak üzere inşa edilmiş birer kılıf ya da makineyiz...
Öyleyiz ve bir kavşaktayız, sevgili dostum, hep orada yaşıyoruz, o kavşakta. Bir yol genlerimize çıkıyor ve bir yol beynimize ve biz genelde yanlış yöne gidiyor, aynı kavşağa dönüyor yine bir başka yanlış yöne dönüyoruz. İnsan olmak zor iş vesselam. Neyin doğamıza ait neyin aklımızla çözülebilir olduğuna bir türlü karar veremiyoruz.
Üzerimizdekiler elbise, biz değiliz. Biz kendimizi ve özgürlüğümüzü elbiselere hapsediyoruz. Çıplaklığı seviyorum bu yüzden. Çıplaklığı, elbiseleri ellerimle çıkarmayı...
Sevişmek doğamıza içseldir ve biz onu aşk elbisesiyle süslüyoruz. Süslemek, estetize etmek güzeldir elbet, süsün altındakini de sevebiliyorsanız. Uyandığınızda, yanınızda yatanın gözlerinin içine bakıp, ona sımsıkı sarılabiliyorsanız...
Kendinimizi bıraktığımız birazdan tatmin olup bitecek bir boşalma mı, yoksa içimize dolmak mı?
Boş ve boşalarak yıllar geçirmektense, dolu dolu bir ve sadece bir gece her zaman yeğdir öyle değil mi?
Yıllarca, her gece, o gece...

Pink Freud dedi ki...

Vaay ne kadar ayrıntılı açıklamışsın üşenmeyip :D