23 Eylül 2010

Hayalet Yazar / The Ghost Writer

.
Bu yazı The Ghost Writer filmi hakkında detay bilgi içerir.
Fragman
.


BESEECH - GHOSTSTORY


Tanınmış insanların otobiyografilerini, onların yerine yazan ama kitapta adı geçmeyen yazarlara "ghost writer" (hayalet yazar-gölge yazar) denir.

Roman Polanski’nin yasaklı olduğu ülkeler ABD ve İngiltereye pek çok giydirme yaptığı ve İsviçrede ev hapsindeyken çektiği The Ghost Writer , Robert Harris'in The Ghost isimli romanından uyarlama.

Hitchcock havasında, sade, karanlık, gizemli bir atmosferde ve bu atmosfere uygun müziklerle donatılmış olan film; aksiyonu düşük ve telaşsız ama her an tedirgin edici bir havayla ilerliyor, olay örgüsü çabuk çözülüyor, izleyiciyi yanıltma oyunları kullanılmıyor. Karanlık ve gizemli havaya, İngilterenin o meşhur her zaman gri olan gökyüzünün ve loş otellerin katkısını da yadsımamak lazım.


Eski İngiltere başbakanı Adam Lang… Tarihte kendine kalıcı bir yer edinmek için hayatının ve anılarının kitaplaştırılmasını istiyor. Kitabın ilk taslağını yazan yardımcısı, henüz cinayet mi intihar mı olduğu belli olmayan bir şekilde ölünce, kitabı bitirecek bir gölge yazar aranıyor.

Daha önce bir sihirbazın hayat hikayesini yazan başrol kahramanımız Ewan McGregor politikayla ilgilenmediği için pek de gönüllü olmadığı bu işi, yüksek bir ücret karşılığı kabul ediyor.. Kitabı bitirmek içinse önünde sadece 1 ayı mevcut.
Tam bu sırada da eski başkanın hakkında; Pakistan'daki şüpheli dört El-Kaide teröristini yakalamak ve sonra da CIA'in soruşturmasına teslim etmek için İngiliz özel kuvvetlerin yasadışı kullanımına yetki verdiği iddiasıyla suçlamalar vardır. Bu 4 El-Kaide teröristi İngiliz vatandaşı olup beş sene önce Pakistan'ın şehri Peshawar'da yakalanmışlardır. Dördü de iddiaya göre yurtdışındaki gizli bir yere gönderilip ve işkence edilmiş ve Bay Ashraf'ın sorgulama sırasında öldürülmüştür.

Böye bir ortamda bizim Gölge Yazar da Başkanla röportaj yapmaya başlar. Politikaya nasıl atıldığını sorunca bunun sebebinin aşk olduğunu öğrenir.

“23 yaşında falandım, hatırladığım kadarıyla Pazar öğleden sonrasıydı, yağmur yağıyordu. Hâlâ yataktaydım. Biri kapıya vurmaya başladı. Bir önceki gece dışarıdaydım ve bir şeyler içmiştim.. Ben de yastığı aldım, başımın üstüne koydum ve tekrardan başladı. Tak, tak, tak, tak! Kalktım, küfrediyordum, kapıya gittim ve bir kız gördüm. Sırılsıklamdı ama heyecanla yerel seçimlerle ilgili konuşmaya başladı. Aşık oldum. Onu tekrardan görmenin tek yolu, partiye katılmaktan ve broşür dağıtmaktan geçiyordu.”





Politikayla ilgilenmeyen, göz önüne çıkmayı sevmeyen, geride kalmayı tercih eden, naif Gölge Yazar, zaman ilerledikçe öyle şeyler öğrenir ki –mesela yukarıdaki politikaya atılma hikayesinin yalan olduğunu çünkü o kızla tanışmadan 2 yıl evvelinden parti üyesi olduğunu gösteren kartı bulur.- hiç istemediği halde yazarlığı araştırmacı gazeteciliğe bürünmeye başlar. Ve kendini kocaman bir oyunun ortasında bulur. Gerçekleri ancak filmin sonunda çözebilecektir elbetteki :) Kitap yazılıp basıldıktan sonra..


Filmden güzel birkaç replik almadan olmaz..
Kitabın ilk taslağını okuyan Gölge Yazar beğenmeyip ümitsizliğe düşünce, karşılığında aldığı yanıt çok güzeldi:
“Tüm kelimeler orada. Sadece sıralama yanlış.!”


Bir kadınla yaşadığı ilişkiyi anlatmaya çalışırken kurduğu cümle de çok güzeldi:“40.000 yıldır insan dili var ama ilişkimizi anlatan bir kelime yok. Kaderine terk edilmiş bir ilişki bizimkisi.”



Çok kutuplu dünyada iki kutuplu ilişkileri pek çok mesajla gözler önüne seren bu film güzel ve başarılı ama sanırım ben Polanski’den daha iyisini bekliyordum?!?

12 yorum:

ABİ dedi ki...

Adam Lang'in evi müthişti...

Vladimir dedi ki...

İki haftadı izlemek istiyordum vesile oldun yine. Çok teşekkürler

Erdem dedi ki...

Şarkı çok güzellllllllllllllllll

Ruh... dedi ki...

Ruhunu kaybetmişsin sevgili dostum, bir filmi bu kadar ruhsuz anlattığını daha önce hiç görmemiştim...
Film mi ruhsuzdu acaba?
Yoksa sana bir hayalet mi bulmak gerekir? Yazman için...

karton_piyer dedi ki...

Ruh' a katılmamak elde değil :) :)

Vay ben filmi izlemedim, vay ben yazılanı anlamadım diyenler için...

http://cinema2011.blogspot.com/2010/07/ghost-writer-2010-gerilimgizem-filmi.html

Adsız dedi ki...

Ruh ile aynı fikirdeyim. Ama bunun sebebini Filmin seni Heyecanlandıramamış olmasına bağlıyorum. Elbette herzaman çok sevdiğin filmleri yazacak değilsin ama Heyecan taşan kelimelerini de özlediğimi bu vesile ile söylemek isterim !

Volkan dedi ki...

yılın en başarılı filmlerindi kendi adıma. polanski kitabın içeriğine karışmayıp, asıl sahibine, robert'e, senaryoyu bırakmakla çok iyi bir karar vermiş çünkü filmin en güzel yanı olan testere-kan göstermeden içim içim germek olayını çok iyi yansıtabilmiş böylece. Mod filmi biraz. kötü bir güne denk gelmişse gerçek impact'ini yansıtamayabilir sankii :))

NoktasizvirguL dedi ki...

maillerinizi kontrol ediyor musunuz acaba?

Elif Gizem dedi ki...

“40.000 yıldır insan dili var ama ilişkimizi anlatan bir kelime yok. Kaderine terk edilmiş bir ilişki bizimkisi.”
Sadece bu cümle için bile izlenilmeye değer gibi.

Beyaz Piyon dedi ki...

O değil de şarkı mükemmelmiş ya :)

banu dedi ki...

güzeldi,sakindi,filmde hayalet yazarımız hariç bütün insanlar sinsiydi tedirgin edici şekilde ve hayalet yazar sarışındı ama çok hoştu :)

Araştırmacı Hayalet... dedi ki...

Roman Polanski filmi olduğunu hatırlamıyordum senin yazından sonra. Hatta filmi izlerken de bilmiyordum. Ancak filmin sonunda, yönetmen adı yazınca anladım.
Filmde başbakanı, ki burada benzetilmeye çalışılan muhtemelen Tony Blair, canlandıran Pierce Brosnan'ı ise en son bir James Bond serisinden hatırladığımdan, rolüne gayet uygun olsa da asıl filmdeki politik havaya ve karakterin kurgudaki yerinede uygundu, benim için elbette...
Filmde aslında çok ilginç değiniler var. Örneğin ülkemizde, örneğin Ali Babacan'ın da aldığı Fulbright bursu yıllardır, CIA'ın adam kafalamak için kullanıdğı bir burs olarak bilinir ki bu doğrudan verilmiş zaten filmde ama verilmeyen, ya da dolaylı verilen başka bri şey var ki o da oradaki şirket. Hurterton muydu? Filmdeki adını doğrumu yazdım bilmiyorum ama gerçek hayattaki adı, Halliburton ve bu şirketin sahibi, eski ABD başkan yardımcılarından Dick Cheney... Aşağıdaki satırları kısa bir araştırma yaparken bir haber portalından aldım ve okuduğunda, filmde Hayalet Yazarımızın Hurterton muydu neydi, o şirketin internet sitesine girdiğinde gördüğümüz şeyleri hatırlayacaksın. Adam Lang'ın bindiği özel jet bile bu şirkete aitti...
"Başta enerji olmak üzere çeşitli alanlarda birçok ülkede faaliyet gösteren ve hakkındaki yolsuzluk iddialarını ABD yönetimine olan yakınlığı sayesinde örtbas etmeyi başaran Halliburton şirketi, bu dönemde Cheney'nin siyasi ilişkileri sayesinde gelirlerini önemli oranda arttırıyor. ABD'nin Irak ve Afganistan'da dağıttığı ihalelerde ilk sırayı alan şirket, 1990'lardan itibaren ABD ordusunun giriştiği bütün operasyonlarda aslan payını kapmayı başarıyor. Ordunun yiyecek, giyecek, barınma gibi ihtiyaçlarının özelleştirilmesi konusunda fikir babalığı da yapan Cheney, Halliburton şirketiyle birlikte milyarlarca dolarlık kazanç sağlıyor. Sadece Irak'ta 2004-2006 yılları arasında şirketin aldığı ihale miktarı 16 milyar dolara ulaştırken, bu ihalelerin alınmasında Dick Cheney'in rolü olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçek. Ayrıca Cheney'nin resmi olarak şirketten ayrıldığı 2000 yılından sonra kendisine ödeme yapılması, Hulliburton'la bağlarınını halen koruduğunu gösteriyor."

İşin kuralı böyle aslında, bazen doğrudan kullanıyorlar insanları, bazen sevdikleri aracılığıyla, bazen de başka yollarla. Bizim bugün severek okuduğumuz ya da izlediğimiz pek çok yazar ya da yönetmen var bu şekilde, bilerek ya da bilmeyerek CIA'in oyuncağı olmuş, yönlendirilmiş ve kullanılmış...
Filmi izlerken, karısının "benim sözümden, son zamanlar hariç hiç çıkmaz" demesi, hikayeyi çözen bir cümleydi ama evet, filmin sonu gelmeden bunu kolay anlayamıyor insan. Sadece, şu McAra'nın öldürülmesini anlattıktan sonra, Ruth hızlıca dışarı çıkıyor ya ve arkasından elinde bir fenerle adam geliyor, orada şüpheleniyorsun biraz ama kavrayamıyorsun. Çünkü Ruth o kadar masum bir portre çiziyor ki film boyunca...
Üstelik bence Hayalet Yazar kelimesi ya da filmin adının bu olması, kurgunun böyle bir hikaye içinde verilmesi, burada Ruth'un rolüne daha uygun aslında. Yani Adam Lang'ın hayat hikayesini yazan bizim Hayalet Yazarımız ama o hikayedeki, Adam Lang'ın hayatındaki olayları yazan hayalet ise Ruth ve dolayısıyla CIA... Bu bence bilinçli yapılmış bir çağrışım...
Not: Olivia Williams'a(Ruth)bayıldım diyebilirim. Çok güzel ve asil duruşu var. İnternetten başka fotoğraflarına da baktım, daha da beğendim. Kime benzettim acaba...