31 Ekim 2011

Yazmak - Marguerite Duras



Tracy Chapman - Speak The World

1914 yılında Çinhindi’de dünyaya geliyor Marguerite Duras.. 1996 yılında hayata veda edene kadar da sayısız tarihi olaya, sayısız toplumsal yaşam değişikliklerine tanıklık ediyor.. 1900 lü yıllar dünyanın her yerinde toplumsal ve kültürel yaşamın bir uçtan diğer uca sürekli sürüklendiği uzun bir süreç zira.. Duras ise yaşadığı tüm yıllara göre bir hayli olağandışı, isyankar, muhalif, kabına sığmayan bir kadın yazar.. Kimseye benzemeyen, kendine has biri olarak hayatı da böyle yaşıyor.. Öfkeli bir dili var ve bu dilini bir bıçak gibi kullanmaktan asla çekinmiyor.. Özellikle de çok şey söylüyormuş gibi görünen ama aslında kayda değer bir şey söylemeyen sanatçılara karşı.. Çünkü Duras, bütün eserlerinde edebiyatı sorguluyor..


Çocukluğunu dul annesi ve iki erkek kardeşiyle birlikte geçiren Duras, mutsuz ve travmatik geçmişini yazmaya karar verdiğinde henüz 11 yaşındaymış.. 15 yaşındayken Saygon Kolejine gidiş gelişleri sırasında feribotun küpeştesinde etrafı seyreden Duras, bir gün önünde duran siyah bir limuzinden inen ve kendinden oldukça yaşlı bir Çinli’ye âşık oluyor. Duras yıllar sonra bu gizli ve tutkulu aşkını “Sevgili / L’Amant” adlı bir romanla ölümsüzleştiriyor. Roman kırktan fazla dile çevrilerek satış rekorları kırıyor, ödül alıyor ve sinemaya aktarılıyor. Duras, 18 yaşında Paris’e gelip; hukuk ve siyaset bilimi okuyor. Evleniyor. İlk çocuğunu ölü doğuruyor. Ve bu acı onu yeni bir aşka sürüklüyor. Bir oğlu oluyor. Ve 1943 yılında ilk romanı yayınlanıyor. Bundan sonra pek çok kitaba, senaryoya imza atıyor. “Pasifik’e Karşı Bir Bent” adlı üçüncü romanının sinemaya aktarılması karşılığında aldığı telif parası ile Neauphle-le-Chateau’da içinde bir ev ve bir göl de bulunun uçsuz bucaksız araziyi satın alıyor. İşte o ev bugün benim hayallerimi süslüyor ya neyse :) Duras bu evi “yalnızlık evi” haline getiriyor ve yazıyor yazıyor yazıyor..

Kitap yazan birinin çevresindeki tüm insanlarla arasında bir mesafe olduğunu ve bunun da yalnızlık olduğunu belirten Duras, hiç aşksız yaşamaması, hep sevgilileri olması ve etrafında hep insanlar olmasına rağmen o “yalnızlık duvarları”nı yıktırmamayı başarıyor. Hiçbir eserini, bitirmeden önce sevgilileriyle paylaşmıyor. Çünkü yazmak yaratmak demek ve bu yaratım döneminde en küçük iyi niyetli bir eleştiriden bile etkilenilmemesi gerektiğini düşünerek, o yaratım zamanının kutsallığını bozmuyor.


Mektup yazmak apayrı bir aşk Duras için.. Hiç tanımadığı birine yıllarca uzun uzun mektuplar yazıyor. Bu mektuplaşma devam ederken, onu “Tarqunia’nın Küçük Atları”yla tanıyıp hayran olan bir üniversite öğrencisi de Duras’a mektuplar yazmaya başlıyor. Yann Andrea.. On yıl mektuplaştıktan sonra bir gün telefon açıp Duras’ın yanına geleceğini söylüyor. Kendisinden 25 yaş küçük bu hayran, o gün gelişinden Duras’ın ölümüne kadar 16 yıl boyunca bir daha yanından hiç ayrılmıyor. Karanlıklardan çıkıp gelen gri gözlü bu hayran, sevgiliye dönüştüğünde Duras, diğeriyle mektuplaşmayı kesiyor ve “En kötüsü kimseyi sevmemektir. Aşk geldi, söz bitti.” diyor. Ölmeden önce son yazdığı kitap olan “Hepsi Bu”yu gri gözlü çocuğu Yann’a adıyor..

Pek çok detaya burada yer vermediğim bu ilginç hayat hikayesi aslında okunmaya değer bir roman gibi :) Ben lafı daha fazla uzatmadan Duras’ın bir kitabından bahsetmek istiyorum.. Daha doğrusu kitaptan altını çizdiğim Duras’ın o muhteşem ifadelerini paylaşmak istiyorum.


Yazmak.. 1993 yılında yayımlanan Duras’ın bu kitabı bir roman değil deneme. “Yazı Evi/Yalnızlık Evi” haline getirdiği Neauphle’den bize döktürdüğü onlarca ifade.. Kitabın arka kapağında da kullanılan bir alıntıyla başlayalım o halde biz de.. “Yalnızlık, hazır bulunmaz, oluşturulur. Yalnızlık, yalnız başına oluşturulur. Ben öyle yaptım. Çünkü orada yalnız olmam, kitap yazmak için yalnız kalmam gerektiğine karar vermiştim. İşte böyle oldu. Bu evde yalnızdım. Bu eve kapandım. Kuşkusuz, korkuyordum da. Sonra da sevdim o yalnızlığı. Bu ev, yazı evi haline geldi. Kitaplarım bu evden çıkıyor. Ayrıca bu ışıktan da, küçük gölden yansıyan bu ışıktan. Şu söylediğim şeyleri yazabilmek için tam yirmi yıl gerekti bana.”


Kitapta; Yazmak, Genç İngiliz Havacısının Ölümü, Roma, Saf Sayı, Resim Sergisi adlı beş tane deneme bulunuyor. Ama ben bu yazımda sadece “Yazmak” bölümünden bahsedeceğim.


Şunu söylemeliyim ki, insan bu kitabı okuyunca bir yazma aşkına yakalanıyor. Çünkü Duras diyor ki: “Yazmak; yaşamımı dolduran, beni büyüleyen tek şey buydu. Başka hiçbir şey yapmayın, yazın! Ben de öyle yaptım.”.. Ben de öyle yapmak istiyorum. Sadece yazmak istiyorum.. Yazarak yaşamımı idame ettirebilseydim ne güzel olurdu diye hayıflanıyorum.. Bu bir bahane mi aslında bilmiyorum ama bunca koşturmacanın, sorumluluğun ve yoğunluğun arasında “yazmak edimi”ne yeterince zaman ayıramıyorum..


“O dönemde sevgililerim oldu. Sevgilisiz kaldığım hiç olmadı, diyebilirim. Neauphle yalnızlığına onlar da alışıyorlardı. Ve bu yalnızlığın büyüsü onları da kimi zaman kendi hesaplarına kitap yazmaya yöneltti. Yazdığım kitapları bu sevgililere çok ender okutuyordum. Kadınların, yazdıkları kitapları sevgililerine okutmamaları gerekir.” diyor Duras kitabında ve ben de bunu kazıyorum beynime, bir öğüt olarak :)
Ve devam ediyor Duras, Lol V. Stein’i yazdığı zamanlarıyla ilgili; “Yalnız; hayır yalnız değildim, o dönemde bir erkekle birlikteydim. Birbirimizle konuşmuyorduk ama. Ben yazmayı sürdürdüğüm için, kitaplardan söz etmekten kaçınmak gerekiyordu. Erkekler bunu kaldıramıyor: yazan bir kadın. Erkek için katlanılmaz bir şey bu! Herkes için zor.”
Ben biraz daha farklı düşünüyorum bu konuda. Erkekler yazan bir kadını kaldıramıyor değil aslında.. Erkekler kadının yazdıklarında olmayı veya olmamayı kaldıramıyor!

İnsan ancak gerçekten yalnız olduğunda kuşkuya sürüklenir. Ve kuşku da insanı yazmaya iter.. İşte bunu anlattığı yerlerden derlediğim bir alıntı:
“İnsanın yaşamında bir an gelir ve sanırım bu, yazgısal bir andır; kaçamazsınız, o anda her şeyden kuşkulanırsınız: evliliğinizden, dostlarınızdan, özellikle, oluşturduğunuz çift olarak sahip olduğunuz dostlardan. Ve bu kuşku, kendi çevresinde büyümeye başlar. Bu kuşku, yalnızdır, yalnızlığın kuşkusudur bu. Ondan doğmuştur, yalnızlıktan. Bunun adını şimdiden koyabiliriz. Çoğu kimse bu söylediğime katlanamaz, sanırım, hemen sıvışır oradan. İşte bundan dolayı herkes yazar değildir. Evet. Aradaki fark burada. Gerçek bu. Başka bir şey değil. Kuşku, yazmaktır. Dolayısıyla, yazardır da.
İnsanı yazmaya yönelten bu ilk kuşku devinimi yoksa, yalnızlık da yoktur. Şimdiye kadar kimse iki sesli yazmamıştır. İki sesli şarkı söylenmiş, müzik yapılmıştır, tenis de oynanmıştır, ama yazmak, hayır. Hiçbir zaman.
Yitip gittiğinizde, dolayısıyla da artık yazacak, yitirecek hiçbir şeyiniz kalmadığında, oturup yazarsınız. Kitap orada duruyorsa ve haykırıyorsa, sizi bitirmeye zorluyorsa, oturup yazarsınız.


Ve yazan kişinin özelliklerini de toparlayalım biraz kitaptan:
“Yazı, yabanıl kılıyor insanı. Farklı ve yaşamın özünden koparılamaz bir yabanıllık. Bütün varlığınızla sarılıyorsunuz.
Kentlerde, kasabalarda, her yerde, yazarlar yalnız kişilerdir. Her yerde ve her zaman, öyle olmuşlardır.
Bir yazarın yalnızlığında, canına kıyma vardır. İnsan, kendi özündeki yalnızlığa varıncaya kadar yalnızdır. Her zaman akıl almaz bir şeydir bu. Her zaman tehlikeli. Evet kendinizin dışına çıkmaya ve çığlık atmaya yeltenmenizin bedelini ödersiniz.
Tuhaf kişidir yazar. Bir çelişkidir, aynı zamanda da bir anlamsızlık. Yazmak, konuşmamaktır da. Susmaktır. Sessiz çığlıklar atmaktır. Huzur veren biridir yazar, çoğu kez; çok dinler, çok konuşmaz."
Kitapta en sevdiğim ifade ise şu oldu: “İnsan, içinde bir yabancıyı barındırır: yazmak, işte o yabancıya ulaşmaktır." !!


Ve aslında yazmak üzerine bunca cümle kustuktan sonra yine kitapta bir yerde yaptığı itiraf bence en güzel son cümle:
“İstediğimi istediğim kadar söyleyeyim, insanın neden yazdığını ve nasıl olup da yazmadığını hiç bulamayacağım.”

Ben de! :)

15 yorum:

mesed hanım. dedi ki...

Ah, Marguerite Duras'ın eksikliğini en çok duyduğum bu dönemde kapılarımı açan bu yazıya ulaşmam. Tesadüf değil.

Okumak için acele etmemek lazım sanıyorum. Çok teşekkür ederim. Bana yazılmış gibi küstahlık edip bu yorumu öyle yazıyorum.Teşekkür ederim.

banu dedi ki...

:(

Zeynep Özmen Ünlü dedi ki...

merhaba. Duras'ı cok sevıyorum. Sevgili filmini izledikten sonra, kitabını okudum. Sonrada birkaç kitabını. ama bundan 20 sene onceydı. 16 yasında gıbıydım. benım ıcın cok etkıleyıcıydı. Sonra hayatını anlatan bır fılmı ızledıgımı hatırlıyorum. kendınden genc olan sevgılısıyle olan kısmı , aklımdan hıc cıkmıyor. yazını okuduktan sonra, tum kıtaplarını ortaya cıkarıp tekrar gozden gecırmek ıhtıyacı duydum.

tskler.
sevgıler

Adsız dedi ki...

Meğer ne çok özlemişim kitap hakkında olan yazılarını. Üç defa okudum. Bu kitabı mutlaka bulup okuyacağım. Teşekkürler :)Sabina

Karado dedi ki...

vurgu yalnızlığa duras'da...
sanki yalnızlık evinde kaleme alınmış bir kitap...
yalnızlığı vücuduna bir iskelet sistemi gibi yeniden kurmuş..
bu derin bir yaradır...
ve herkes de vardır...
bunun etrafında dolaşanlar
bundan kaçanlar, buna ibadet edenler hep olmuştur...
ama bu kusur insanın -çünkü insanın ilkelliğindeki sosyal yaşam- topluluklar halinde yaşama biçimi- artık değişmiştir...
ya da değiştiği öngörülebilir bazı insanlar için.
yazarlar bu süperego baskından kaçarlar...
belkide isyan bunadır, yazmakla toplumun ona dayattığı şekillere bir başkaldırı..
ve bazı tanımlarında üstüme alındığım şeyler olmadı da değil hani...

Nilay Şahinkanat İlcebay dedi ki...

''Ben biraz daha farklı düşünüyorum bu konuda. Erkekler yazan bir kadını kaldıramıyor değil aslında.. Erkekler kadının yazdıklarında olmayı veya olmamayı kaldıramıyor!''

erkekler hep aynı diyesi geliyor insanın...

kalbine sahip ol!

Adsız dedi ki...

dur ellerine bakıyorum...parmak uçlarına...kalemin elinde duruşuna...
beyaz kağıda yayılmış ağırlığına...düğmelere..

iko dedi ki...

Çok özledim seni çokkkkkk :(((

Annen dedi ki...

‎...Güzel yürekli kızım benim,, hem o güzel içten yazıları yazan ellerini,, hem o güzel yüreğini öpüyorum.. yazını okudum...
nedense hiç şaşırmadım,, çünkü senin yazılarını okurken kendimi film izler gibi hissediyorum: heyecanlanıyorum, kızıyorum, mutlu oluyorum ve ağlıyorumda.. meğerse birde bakıyorum,, ben prensesimin blogundayım... HARİKASIN.. HİÇ DEĞİŞME BİTANEM....

Sevinç dedi ki...

Yabancıya Ulaşmaktır:)) bunu çok sevdim...

Banu dedi ki...

‎''Erkekler bunu kaldıramıyor: yazan bir kadın. Erkek için katlanılmaz bir şey bu! Herkes için zor.''

Görünmez dedi ki...

bence bunu Erkekle Alakası yok bence okuya ve okumaya Erkekle alakası var ben bir erkek isterdim sevecegim kadın benim icin yazmış olusun...

( bütün yazılarınızı okuyorum ve hep hayatımda olumasını isitetikim şey aslından Allah Sizin gibi bir Eş nasib eder bana...) Yanlış anlaşılması Lütfen...

Adsız dedi ki...

merhabalar,
blogunuzu tesadüfen bugün gördüm ve çok beğendim.çok doğal,çok kendinden.
Ben de yazmayı çok seven-ama yazdıklarını henüz sunmaya ceesaret edemeyen- biri olarak Margurerite Duras'ın yazmak hakkında yazdıkları çok güzel.tam olarak hislerime tercüman oldu diyebilirim.
ellerinize sağlık.

Murat dedi ki...

aaa ne ilginç , daha 3-4 gün önce kitapçıda bu kadının sevgili adlı kitabını elime aldım baktım baktım sonra almayıp yerine koydum. Alırım öyleyse bu " yazmak " adlı kitabı : )

Hacer dedi ki...

Yabancıya Ulaşmaktır
ben de çok sevdim bu sözü , ben o yabancıyı hep kendim ile irdeliyorum ancak yazdıkça kendime yaklaşıyormuşum gibi , kendimi tanıyormuş gibi.