20 Aralık 2010

.

FIREWATER - ELECTRIC CITY


Akciğer kanseri olmuş, ölümü çoktan kabullenmiş, tümör kesilip çıkarıldıktan, insanın takatini tüketen ışın tedavisi ve kemoterapi azabına katlandıktan sonra, günlerce baş dönmesi ve bulantıyla kıvrandıktan, saçını kaybettikten, özlemlerini kaybettikten, işini kaybettikten, karısını kaybettikten sonra, yaşamını nasıl sürdürebileceğini hayal bile edemediği dönemlerinde, kendine ölmek için sakin bir yer arıyor 59 yaşındaki Nathan. Ve yaralı bir köpeğin sürüklene sürüklene yuvasına gidişi gibi, içgüdüsel bir yönlenmeyle doğduğu ve 3 yaşındayken anne babasıyla birlikte ayrıldığı Brooklyn’e taşınıyor. Yani bilinçaltı bir şekilde yaşam öyküsünün başladığı yere geri dönüyor.


Düşünmesi bile ürkütücü olan bu durumda insan gerçekten ne yapar bilemiyorum. Akciğer kanseri oluyorsun. Ve sonunda kesin iyileşme garantisi olmayan o hırpalayıcı tedavi sürecinde bir yandan ölümü kabullenme duygusuyla boğuşurken bir yandan da emekli oluyor yani 30 yılını verdiğin artık hayat tarzın olan işini bırakıyorsun ve bunlar da yetmiyormuş gibi bir yandan da boşanıyorsun.. Korkunç ve insanı ezen büyük bir boşluk gibi aslında.. Hayatın bitişi gibi.. 60 yıl boyunca sahip olduğun her şeyin bir anda avuçlarının arasından kayması gibi..

“Aile hayatının kapalı kapılarının ardında ne tür tehlikelerin yattığını herkes bilir. Bu, bütün evliler için bir zehir olabilir; hele hele evliliğin size göre bir şey olmadığını keşfettiğiniz zaman durumunuz daha da beterdir. 33 yıl aynı çatı altında yaşadıktan sonra farklı yönlere yürüdüğümüz anda elde kalan neredeyse bir hiçti.”
Bu kitabın daha ilk sayfalarından bir alıntı. Boşanmış hangi insan bu cümlenin altına imzasını atmaz ki.. Yıl sayısı değişse de o son cümle ne yazık ki hiç değişmiyor. Koca bir HİÇlikle çıkıyorsunuz hayata.




Brooklyn Çılgınlıkları benim okuduğum ilk Paul Auster kitabı. Auster, hakkında pek çok güzel şey duyduğum ama nedeni olmaksızın hiç yaklaşmadığım bir yazardı. Onun sıkı bir hayranı olan arkadaşımdan bu yazar üzerine uzun söylemler dinledikten sonra karar verip aldım bu kitabı. İyi ki almışım.. Eğer kaliteli bir roman okumak istiyorsanız hiç düşünmeyin derim. Evet Auster ın dili sade ve dolu, cümleleri akıcı, anlatımı doyurucu. Hikâyeden kopmadığınız gibi sakin sakin ilerliyorsunuz olayların örgüsünde. Öyle sizi vurup geçen, sarsan, dağıtan cümleler yok. Tüm ifadeler orta halli. Ama fazlasıyla kaliteli. Kitap bittiğinde ağzınızda mükemmel bir tat bırakıyor.



Yukarıda anlattığım, insanı ezen o büyük boşluğa kilitlenmiyor roman. Nathan’ın Brooklyn’e taşınmasının ardından, orada kendine yeniden bir hayat kurmasını ve yazmaya başlamasını anlatıyor. Siz de kitabı okurken aslında Nathan’ın hikayesinden çok Brooklyn’de tanıştığı bütün insanları ve onların hikayelerini okuyorsunuz. Roman Nathan’ın dilinden yazılmış, yani her şeyi anlatan O, ama ana karakter beklenilenin aksine Nathan değil de senelerce sonra tesadüfen bulduğu yeğeni Tom oluyor.. Öyle farklı kişilikler giriyor ki romana, dolandırıcı ama iyi kalpli bir eşcinselden tutun da, karısını sürekli döven kıskanç bir kocaya, amaçlarını ve hayallerini yitirmiş insanlardan tutun da, kendini dine adamış körü körüne bir inançla tarikatlara girmiş insanlara kadar.. Bir sürü yaşam, bir sürü iç dünya, bir sürü insanın hikayesi, aşk, sevgi, ölüm, başarısızlık, umut, yenilgi, gibi tüm temaları sağlam bir şekilde kaynaştırmış bir roman Brooklyn Çılgınlıkları. Büyük bir heyecan ve coşkuyla değil sakin sakin okunan bir roman.. Ve ilginç olan hüzünlü pek çok hikaye barındırmasına rağmen içinde, okurken sizi bir hüzün yorganına sarmıyor. Tüm hüzünlere rağmen umut etmek gibi bir şey sanki..


Ben yine pek çok yerin altını çizdim.. Şimdi birbirinden bağımsız beğendiğim birkaç alıntıyı da yazayım istiyorum:

“Ben de üniversitedeyken, onun gibi İngiliz dilinde üst lisans yapmıştım ve edebiyat araştırmalarımı sürdürmek ya da gazeteciliğe atlamak gibi özlemlerim vardı. Ama ikisini de yapacak cesaretim yoktu. Yaşam koşulları yolumu kesti –iki yıl askerlik, iş, evlilik, aile sorumluluğu, daha çok kazanmak ihtiyacı gibi, kendi istediğimizi yapacak kadar taşaklı olmadığımız zaman bulduğumuz tüm mazeretler önümü tıkadı- ama kitaplara düşkünlüğümü hiç yitirmedim. Okumak, benim için kaçış, huzur, avuntu ve bir seçim yapma coşkusuydu: salt okumanın verdiği hazzı, keyfi tatmak adına, bir yazarın sözcükleri kafanızın içinde yankılanırken sizi kuşatan o güzelim dinginliği duymak için okumak.”
Kendine mazeretler bularak istediği hayatı kuramayan ve yine okuma tutkusu içinde alev alev yanan herkesin altına imza atacağı bir anlatım değil mi bu paragraf da?


Okuma tutkusundan düzenbazlık üzerine ilginç bir anlatımın alıntısına geçiyorum:
“Düzenbaz her zaman düzenbazdır. İnsanlar hiç değişmez. Aldatma tutkusu evrenseldir. İnsan bir kez bunun tadına vardı mı, bir daha iflah olmaz. Dünyayı dolandırıcılarla sahtekarlar düzenbazlar yönetiyor. Neden biliyor musun? Çünkü onlar bizden daha aç. Çünkü onlar ne istediklerini biliyorlar. Çünkü onlar yaşama bizden daha çok inanıyorlar. Sen yaşamı seviyorsun, ama ona inanmıyorsun. Ben de inanmıyorum.”
Yaşamı sevmek.. yaşama inanmak.. daha önce hiç bu iki kavramın farkı üzerine düşünmemiştim.. Ben de yaşamı seviyorum.. ama düşündüğüm zaman evet yaşama inanmıyorum. Bu yüzden mi hırslarım yok mesela??


“Birinden özür dilemek çok karmaşık iştir; burnundan kıl aldırmamakla gözü yaşlı pişmanlık arasında çok hassas bir dengeyi tutturmak gerekir ve karşındaki insana yüreğini gerçekten açmadığın sürece her özür boş ve yapay görünür.
Evet evet işte bu.. Bir özrü gerçek bir özür yapan şey yüreğini gerçekten açıp açmaması dileyen kişinin.. Oysa etraf kuru özürlerden, geçici gönül almalardan geçilmiyor.. Ve devamında da hatalar yineleniyor..


“Benim kadar uzun yaşadığınız zaman, duyulacak her şeyi duymuş olduğunuzu, artık sizi şaşırtacak hiçbir şey kalmadığını düşünürsünüz. Dünya hakkından sözümona derin bilginizden pek hoşnut olduğunuz sırada, içine gömüldüğünüz bu üstünlük kozanızı delip, yaşamla ilgili en temel şeyi anlamadığınızı size hatırlatan bir olay çıkıverir karşınıza.”
Valla ben henüz 60lı yaşlarıma gelmedim ama uzun zamandır ben de bu dünyada artık beni şaşırtacak bir şeyin olamayacağını düşünüyorum. Küçük şaşkınlıklar falan değil elbette bahsettiğim şey ama, hani öyle büyük şoklar yaşadım ki, artık gördüğüm duyduğum yaşadığım tanık olduğum hiçbir şey beni derinden şaşırtmıyor.. Siz?? Sahi siz en son ne zaman böyle derin bir şaşkınlık yaşadınız??


Romanda bir de farklı karakteriyle Aurora var.. Tom’un kız kardeşi.. Bir kız çocuğu annesi.
Nathan’ın onu anlattığı birkaç cümle de alıntılamak istiyorum:
“Aurora, çok güzel bir genç kadındı. Gençliğini ve dünyayı takmayan tavrını vurgulayan yarı punk, yarı baştan çıkarıcı bir kadın görünümündeydi. Tabiî ki herkes güzel olmak ister; ama kadının güzelliği hele hele Aurora gibi liseden terk, kocasız, bakıma muhtaç 3 yaşında bir çocuk annesi, asi, burnunu her şeye sokmaya ve karşısına çıkan her riske balıklama dalmaya hevesli genç bir kadının güzelliği kimi zaman başa bela olur. Aurora iyi bir insandır. Onu tanıyan herkes de bilir. İçinde en ufak bir kötülük yoktur. Belki kendini pek kontrol edemez, kafasının dikine gider; ama masumdur, saftır, dünyanın en namuslu insanıdır. Başına gelen o kötü olaydan dersini almış, hırpalanmış ve hala etkisinden kurtulamamıştı; tek istediği gücünü toplayabileceği olaysız, sakin bir yaşam sürmekti. Tom onun kabuslar gördüğünü, ağlama krizlerine yakalandığını, hiç konuşmadan uzun uzun düşüncelere daldığını anlattı.”


Evet sanırım bunca alıntı Auster’ın dili hakkında epey done vermiştir size.. Dediğim gibi sakin, yormayan, bıktırmayan, naif bir anlatımı var. Çeviri de kusursuzdu bu arada.
Romanın ana fikri ne derseniz.. Hiç düşünmeden şu cümleyi söyleyebilirim:
“Hiçbir zaman sıfırdan başlanamayacak kadar geç değildir.”!!



Ve altını kalın kalın çizdiğim, kendime artık aynen bu şekilde tekrar ettiğim bir alıntıyla son veriyorum yazıma:“Tom için, her şey aşk oyunlarına yeniden dönecek cesareti bulmasına bağlıydı. Yoksa, iki metreye dört metrelik özel cehenneminin karanlığında uyuşukluğunu sürdürür, yıllar geçtikçe de giderek buruklaşır ve yavaş yavaş hiç olmak istemediği birine dönüşürdü.
Sanırım dönüşümü bir yerde kırmalı değil mi artık…


14 yorum:

zoitsa dedi ki...

ne güzel alıntılar yapmışsın..boşanmış bir insan olarak o hiçliğe bakıp şaşırmıştım..

Adsız dedi ki...

Harika bir yazı olmuş yine. Çok sevdiğim bir yazarın böyle bir yazısını okumak sabah sabah mutlu etti beni. Teşekkürler, ellerine yüreğine sağlık.

beenmaya dedi ki...

ben ilk New York Üçlemesi ile başlamıştım Auster okumaya...henüz bu kitbını okumadım ama şu an Görünmeyen'i okumaktayım :))

Kerem dedi ki...

"Auster, hakkında pek çok güzel şey duyduğum ama nedeni olmaksızın hiç yaklaşmadığım bir yazardı."

delirmişsin sen :D
çabuk işi gücü bırak, adamın New York Üçlemesi'ni allll
cam kent, hayaletler, kilitli oda

bi de bunlar okunduktan sonra bu kitaplar üzerine yazılmış olan 1593920439 adet makale okunacak :D

http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=new+york+%C3%BC%C3%A7lemesi

Adsız dedi ki...

çok şaane insan Paul Auster: Smoke, Bluenin the Face ve Lulu on the Bridge'i de bu adam yönetti ve yazdı
3ü de hastası olduğum filmlerdir


hele lulu on the bridge hayatımda izlediğim en iyi aşk filmlerinden biridir
ki aşk filmi pek öyle ilgilendiğim bir tür değildir :D
ama film çok fena izlemediysen süper tavsiye

blue in the face ise smoke'un devamı gibi: aynı karakterler, aynı tütün dükkanı :D

Beyaz Piyon dedi ki...

Öncelikle harika bir yazar seçimi. Bunu tüm samimiyetimle söylüyorum.

"özel cehenneminin karanlığında uyuşukluğunu sürdürür, yıllar geçtikçe de giderek buruklaşır ve yavaş yavaş hiç olmak istemediği birine dönüşürdü.”

Sanırım dönüşümü bir yerde kırmalı değil mi artık…"

yada o kadar uyuştuk ki dönüşümün kendisi olduk ve kırmayı denemiyoruz bile. dönüştük mü dersin?

beenmaya dedi ki...

biraz geç oldu ama :))

http://beenmaya.blogspot.com/2010/12/proust-anketi-mimi.html

öperim...

banu dedi ki...

seçtiğin müzik çok hoş dinlerken sanki kitabı tekrar okumuş gibi oluyorum.Ana fikrini senin gibi net özetleyemezdim düşününce geç kalmak değilde sıfırdan başlıcak imkanları bidaha bulamamak ürkütüyor insanı

Zeynep Şeker dedi ki...

Cok cok guzel bır yazı olmus. İflah olmaz bır kıtap kurdu olarak bu yazarın hıc bır kıtabını okumamıs olmam utandırdı benı. Tamda su gunlerde akcıger kanserıne yakalanan amcamı ve benı kahreden bu olayıda gozonune aldıgımda hemen okumak ıstedım bu kıtabı :(

Blogunuz cok cok guzell, yenı kesfettım hemen takıbe aldım.

Iyıkı tanıstık dıyorum ve bende sızı bloguma beklıyorum :)
http://zeynepsek.blogspot.com

Sevgılerımle,
Zeynep

Yaşar dedi ki...

Benim de okumadığım bir yazar... Öyle uzun ve imrendiren bir eleştiri yazısı yazmışsınız ki okumamak olmayacak... Teşekkürler...

Tuzluk dedi ki...

heyyy yediii naberrrr

kaç yıl oldu saymadım görüşmeyeli :)
bilirsin işte şartlar denen o vahim şey
uyutuyor, uyuşturuyor hepimizi
insanız sonuçta...

ama seni unuttum sanma sakın
ses etmesem de sessiz sessiz takip ediyorum blogunu
en çok da kitap tanıtımlarını
zaten şimdi bana yazadıran bu iş yoğunluğunda yeni kitap tanıtımın...
sinema yazılıarını da elbet..

hani bir çok kişinin önerdiği bir çok filmi izledim bir çok kitap okudum
çoğundaa hayal kırtıklığı oldu
ama işte semnin kitaplarında sıfır hata :)
şimdi yazsam isimleirni unuturum. yazdığın ve okudugum tüm kitapalrı bir nefeste okudum hep...


brokklyn çılgınlıkları sırada okumak için
ne iyi ettin de yazdın:)

Vladimir dedi ki...

Çok güzel anlatmışsın.. ""Leviathan", "kayıp şeyler ülkesinde" ve "YAnılsamalar kitabı"nı da okumalısın. Özellikle senin gibi güçlü sinema sevgisi olan birinin Yanılsamalar Kitabı ile ilgili görüşlerini kesinlikle okumak/dinlemek isterim.

Gilraen Telrunya dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Gilraen Telrunya dedi ki...

kitaplarını alıp da okumak için neyi beklediğimi bilemediğim ama her seferinde geciktiğimi farkettiğim bir yazar Paul Auster... Aslı Erdoğan'a merak saldığımda, senin yorumların sayesinde daha bi keyifle okumuştum... sanırım Paul Auster'e başlamak için de senin yorumlarını okumam gerekiyormuş Sevgili Fatoş... teşekürler güzel paylaşımın için... günün birinde o yorumları senden dinleyebilmek dileğiyle sevgiler...