23 Aralık 2007

Leyla'nın Evi


Uzun zamandır yazmak istemiştim bu kitap hakkında..
daha pek çok şey hakkında yazmak istediğim gibi :)
zamansızlık mı problem bazen bilemiyorum.. yoksa başka bir şey mi..
bazen yazdıkça yazasım geliyor.. bazen sustukça susasım :)
rahat bıraktım kendimi ben de..
uzun molalar veriyorsam da yazmaya, ilginç olan şu ki klavyeden dökülemese de, aslında ben hep yazıyorum.. beynimden sürekli yazıyorum..:)

Ve bu arada sitemin düzenlemesi ile de uğraştım biraz..
artık 7.oda da o an yankılanan şarkılar da anında görülebildiği gibi, odayı en çok dolduran şarkılar, odaya gelip son konuşanlar vs.. pek çok şeyi sağ tarafa sıraladık bakalım..

Leyla’nın Evi..

geçen yılbaşında, iş arkadaşım sevgili Ebru’nun hediyesiydi. Rahat okunan, keyifli bir kitap. Livaneli’nin okuduğum ilk kitabı. Dili rahat kullanmış gerçekten.. müthiş bir şekilde sürüklemediği gibi sıkmıyor da kitap.. öyle rahat ve kendi halinde dediğim gibi.. bundan önceki kitabı Mutluluk u da okumadım ve hatta filmini de izlemedim ama Leyla’nın Evi nden de çok güzel bir film çıkar gibime geliyor..

Leyla.. güçlü yalnız yaşlı bir kadın.. neredeyse kapı dışarı çıkmadan bir yalıda büyüyen bilgili kültürlü kadın bir anda kendini şehrin tam da göbeğinde buluyor.. ve bir sürü sorunla birlikte.. ölmeyi yeğlese de en başta hayatı yeniden tanıyor.. ve aslında yeniden doğuyor gibi.. şaşkın ürkek çekingen ama güçlü kadın.. daha önce hiç görmediği hiç bilmediği, okuduğu kitaplardaki gibi olmayan hayat..

Kitaptaki tüm karakterler kendine özgü.. Livaneli’nin sağlam anlatımI sayesinde insan gözünde canlandırabiliyor hepsini..

Roxy (Rukiye) bence Leyla’dan sonra en etkileyici karakterdi kitapta. Almanyadan gelmiş hiphop söyleyip ünlü olma hayalleri olan ama karnını doyuracak parayı zor kazanan ukala kavgacı kız.. bu kız yüzünden kitabı okurken sanki hep Kolera’nın Sagopa ile birlikte söylediği sevdiğim şarkısı Bağlı Hayatım Pamuk İpliğine şarkısı kulaklarımdaydı..

Yukarıdaki fotoğraf elbette ki Leylanın evi değil ama benim İstanbul Boğaz turu sırasında çektiğim bir fotoğraf..

Kitapta altını çizdiğim çok fazla cümle var.. hepsini bu yazıda yazsam olmayacak.. bikaçına yer vermek istiyorum şimdilik.. diğerlerini de mutlaka yayınlayacağım ama..
Kitaptan beynime kazınan şey ise..
Tarihi bugünkü kafamızla anlamaya çalışmamamız gerektiği.. 20.yüzyılda biçimlenmiş milliyetçi kafalarımızla biz bu işi çözemeyeceğimiz..

Hava soğuk mu soğuk; rüzgârlı. Erken gelen yolcular kendilerine birer yer bulmuş. Bıyıklı, çökük avurtlu bir adam, avucunun içinde rüzgardan korumaya çalışarak sigarasını içiyor; bir günahı gizler gibi.. Yanında ona sokulmuş iri kara gözlü, yıpranmış bir kadın; vaktiyle hayli güzel olduğu belli; başını, yumuşacık, adamın omzuna yaslamış. Bu küçük hareket bile, onların hayatını özetliyor: bu sert toplumda himaye edilen bir kadın ve koruyucu erkek.
Akşam karanlığı İstanbul’u kalın bir battaniye gibi sarıp sarmalıyor.

Hayatı boyunca çok büyük acılar görmüş olan bu kadının huyu böyleydi işte. Dertlerini kimseyle paylaşmaz, dış görünüşüne ve davranışlarına da yansıtmazdı. Yorgunluğunu, sadece aşırı solmuş teni ve gözlerinin altındaki mor halkalar ele verirdi.

Leyla ayrı bir dünyaya, geçmişe aitti; Yusuf ise Roxy ile birlikte şimdiki zamanda yaşıyordu. Daha pis, daha karmaşık, daha kaba da olsa kendi zamanlarıydı bu. Kanlarını kaynatan, kasıklarına ateş salan kendi zamanları.
Eski yaşamına geleneklerden oluşan bir sükunet, yeni yaşamına ise şehvet egemendi. Şehvet, insan teriyle, insan kanıyla birlikte gelen bir şeydi.

Hiçbirşey düşünemiyordu. Sanki uyuşturulmuş gibiydi. Galiba korkuyordu da biraz. Bu insanları, bu binaları, bu otomobilleri, bu sesleri, bu kokuları tanıyamıyordu ki..
“Demek ki yorgunluk, bu demir iradeyi bile alt etti” diye düşündü.

Hayat böyleydi işte, önceden planlanan biçimde ilerlemiyordu..

(BAĞLI HAYATIM PAMUK İPLİĞİNE)

6 yorum:

Adsız dedi ki...

evet benim evim:)
bende okumak istedim, okuyayım..

Adsız dedi ki...

hikayesi ile oldukça güzel ve dikktaimi çeken çalışmalardan biri de bu oldu...Mutlaka okunması gereken bir kitap..Paylaşım için teşekkürler

Adsız dedi ki...

Hiç edinemedigim kitap okuma alışkanlıgımı bigün mutlaka edinirim die alıp koycam mini kitaplıgıma bu kitabı (:

Adsız dedi ki...

Güzel bir kitaptır...O yalıyı bende böyle boğaza karşı ama beyaz üzerinde tahta oymalar olan bir yalı olarak hayal etmiştim :)

Adsız dedi ki...

Ya bu kitaptan burada bahsettiğin için çok teşekkür ederim...Bende Mutluluğu halen okumadım ama Leyla'nın evini çok sevmiştim...Özelliklede Leyla karakterinin zamana,mekana ve insanlara uyum sağlaması,ve hayatlarına girdiği insanları müthiş bir biçimde değiştirmesi,kibarlığı naifliği çok etkilemişti...

Adsız dedi ki...

Livaneli’nin Leyla’nın Evi adlı romanı Fransa’da “Ayın Büyük Romanı” seçildi

Fransa’nın en büyük ve köklü yayınevi olan yüz yıllık Gallimard, Zülfü Livaneli’nin Leyla’nın Evi romanını Fransızca yayımladı.

Yayınevi, Madeleine Zicavo’nun çevirisiyle sunduğu romanı; “Livaneli çok dikkat çeken bu romanında, Osmanlı aristokrasisini, İstanbul’un yeni zenginlerini ve Almanya’dan dönen Türkleri anlatarak, toplumun bir arada yaşayan öğelerinin bütün renklerini yansıtıyor. Leyla’nın Evi, Türk anlatıcı ve romancının büyük yeteneğini bir kez daha kanıtlıyor” sözleriyle tanıttı.

Leyla’nın Evi Le Club de l’Actualité Littéraire tarafından “Ayın Büyük Romanı” olarak seçildi. Kitap ayrı bir edisyonla okurlara sunulacak. Livaneli’nin Gallimard’da daha önce Mutluluk ve Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm romanları yayımlanmış, Mutluluk Fransa Kütüphaneler Birliği tarafından “Ayın Romanı” olarak seçilmişti.

Kaynak: sabah.com.tr