6 Ekim 2009
.
DOLORES O'RIORDAN - IN THE GARDEN
Bu kitabı daha önce okumalıydım..
Evet pek çok kitabı neden daha önce okumamışım ki diye hayıflansam da hiç biri bunun kadar kuvvetli değildi..
Bu kitabı daha önce okumalıydım.. Çünkü eğer okusaydım uyanışım sonrası girdiğim bunalımlarda, adını çok net çizebilirdim yaşadığım şeylerin..
Oysa ben uzun zamanımı, evet uzun zamanımı yaşadığım şeylerin, hislerimin anlamını çözmeye, sonrasında da yine çok uzun zamanımı bu hislerimi karşı tarafa aktarmaya, kendi duygularımı ona tercüme etmeye harcamıştım..
Önce kendi sorularımı cevaplamak, sonra da onun sorularını cevaplamak için ayırdığım yıllar..
Oysa Suna nın kitabın başında anlattığı ruh halinin tamamıydı işte benim de halim..
Oysa benim yıllarımı alan bu sorgulama ve adlandırma dönemini Suna kitapta bikaç sayfada özetlemişti..
Bu kitabı daha önce okumalıydım..
Okumalıydım ki.. “işte” diye gösterebilmeliydim kendime de, hayatımı adadığım insana da..
Okumalıydım ki.. Hissettiğim şeyler karşısında kendimi ‘rahat bi tarafına batan nankör’ biri gibi hissetmemeliydim..
Suna’nın; Su ve Na diye ayırdığı içindeki iki farklı kadın gibiydi benim de içim işte..
Bir yanda uysal, evcimen, bir erkeğe bağlı olmaya ihtiyaç duyan, sevilmek isteyen, ömrünü bir erkeği mutlu etmeye adayabilecek, yemek pişirip temizlik yapacak, kendini hiç önemsemeyip sadece eş ve anne kimlikleriyle yaşayabilecek, hayatını özveri üstüne kurmuş bir kadın vardı Su gibi..
Bir yanda da isyankar, içindeki ateşi hiç sönmeyen, kavgacı, başınabuyruk, gerçek bir özgürlük tutkunu, asi, cesur, sürekli kendini arayan, kimseye tam bağlı olamayacak, bencil ve tutkulu bir kadın vardı Na gibi..
Ve bu ikisinin birleşiminden oluşan bir kadın vardı temelde SuNa..
Doğal olarak dengesiz ve iç çatışmaları hiç bitmeyen bir kadındı..
Benim gibi..
Benim gibi..
Yıllarca Su gibi yaşamış, sonra birden kimlik bunalımına girip Na ile karşılaşan içinde, bu Na yüzünden önce kendinden utanan sonra da suçlanan ben değil miydim..
Herkes ya Su ya da Na olmamı beklemiyor muydu..
İkisini de içimde taşıdığımı neden anlatamamıştım o zamanlar hayatımdaki insanlara..
Hepsi Su yu seviyordu, çünkü Su asla kendi isteklerini önemsemeyen, hiçbir şeyi sorgulamayan, ona ne sunulursa onunla yetinen, ve sürekli etrafındakiler için çabalayan, hayatın bütün anlamını kocasına adamış bir kadındı..
Kimse Na yı istemiyordu.. çünkü Na hepsine meydan okuyordu, kafa tutuyordu, “Ben bunu istiyorum” diyebiliyordu.. "Önce ben, önce benim isteklerim" diyebiliyordu. "Bana yetmiyorsun" diyebiliyordu, eleştiriyordu, istiyordu, isyan ediyordu..
Sonunda ortaya büyük bir savaş çıkmıştı ve herkes Na yı öldürmeye çalışıyordu.
Onu sindirmeyi başardılar bir süreliğine ama öldürememişlerdi.
Bir köşeye çekilip sesini çıkarmadan bekledi yıllarca..
Bu yıllar içerisinde çok daha güçlendi..
Ve bir gün asıl savaş başladığında herkesi yakıp yıkıp geçti, savaşı kazandı..
Su yu bile sindirdi,
Tek ve Mutlak Güç olarak hakimiyetini kurdu..
Devir artık Na nın devriydi..
Uzun zaman da böyle geçti..
Bu arada bütün erkek kuşlar öldü..
Avuçlarında kanlar yoktu belki ama kuş cesetleri heryerdeydiler..
Bu savaş, kendi içinde ikisinin de olduğunu kabul edip Su yu da Na yı da sevmeye başlayana kadar kadın, sürdü..
Belki bir gün Su yu da Na yı da birlikte sevebilecek biriyle karşılaşacağına dair ümitlerini de yeşertti..
Ve barıştı kendisiyle..
Kitabı anlatacağım derken kendime daldım..
Evet bu kitabı daha önce okumalıydım..
Okumalıydım ki o zaman belki kuşlar ölmezdi, uçup giderlerdi,
O zaman belki yüreğimde bunca kuş ceseti taşımazdım..
Bilseydim.. okusaydım.. belki de daha güzel ifade edebilirdim herkese kendimi zamanında..
Tek bir kadın olmadığımı, içimde her şeyi barındırdığımı..
Hep olmadığımı Daima olmadığımı, Biraz ve Bazen olduğumu..
Ara sıra bir sığınağa ihtiyaç duyduğumu, yalnız kalmak yoksunluğumun beni delirttiğini, bazen tek istediğim şeyin yalnız kalabilmek olduğunu daha farklı ifade edebilirdim herkese..
Ve bunca ölü kuşlar bırakmazdım geride kalan bahçenin içinde..
Ölü Erkek Kuşlar ; okuduğum ilk kitabı İnci Aral'ın..
Kitapta elbette benim burada bahsetmediğim pek çok konu ve pek çok karakter var..
Ama ben özellikle kitabın ilk bölümlerinde anlatılanlara takılı kaldım günlerce haftalarca..
sonrası su gibi akıp geçti okunurken..
En çok alt çizdiğim kitap bu olabilir..
Neresini buraya alıntılasam düşündüm de..
Sanırım saatinin geriye doğru çalıştığını anlattığı bölümü yazmak istiyorum..
Saati uzun zaman geriye doğru çalışmıştı Sunanın, tıpkı benim gibi..
Zaman kavramını gerçekten yitirdiğim bölümleri hayatımın..
Ne zaman ki artık her şeyi geride bırakıp kendini bulduğumda zaman normale dönmüştü..
Bu geceye gelinceye kadar, zaman uzun bir süre bir yerlerde takılıp kaldı benim için. Gereğinden uzun akşamlar, geceler, sabahlar ve günler yaşadım. Geriye doğru çalışıyordu saatim bu sıralarda ve kimse onaramıyordu bu bozukluğu. Her şey normal, diyorlardı saatçiler. Aslında görünürde pek bir aksaklık yoktu. Şu var ki, benim biyolojik zaman ayarımla uyum içinde olamıyor, apansız yıllar öncesinin saat onyedilerini, üçlerini, beşlerini göstermeye başlıyordu saatim. Bu arada birkaç saat değiştirdim elbette, ama yararı olmadı bunun. Onlarda da aynı aksaklık ortaya çıkıyordu koluma takar takmaz. Bir randevuya yetişmeye çalışırken geç mi kaldım acaba kaygısıyla baktığımda, yetişmeye çalışmış olduğum pek çok randevuya koşar buluyordum kendimi. Bir Salı günü öğleden sonra onbeşte nerede kimlerle buluşmaya gitmişsem –öyle az buz değil bunlar- ister üç yıl ister beş-on yıl önce olsun, saatim akıl almaz bir hızla geri atlamalar yaparak bütün bu salıların onbeşlerine dönüveriyordu.
Böylelikle yaşamımın bir bölümünde zaman kavramını neredeyse bütünüyle yitirmiş oldum. Bunun yaşamıma yepyeni boyutlar kattığını yadsıyacak değilim. Aynı anda iç içe birkaç zamanı birden yaşayabilmek kolay olmasa da şaşırtıcı ve olağanüstüydü.
Sonra yaralarım kapandı, iyileşme devresini dinginlik içinde geçirdim ve her şeye, bütün o üst üste gelmiş dörtlere, sekizlere, ondokuzlara karşı derin bir kayıtsızlık, kör bir duyarsızlık geliştirdim. En sonunda bana acı veren birçok şeyin hiç de o kadar dayanılmaz olmadığını, kurtulmuş olmanın verdiği uçuk, belli belirsiz bir sevinçle ayrımsadım.
Ve yine kitabın sonlarına doğru bir yerde zamanın artık normale döndüğünü şöyle dile getiriyor SuNa..
Üç ay kadar önce de yeniden başlamayı, yaşamımı yeniden düzenlemeyi umuyordum. Ama yapamadım. Zamanım geriye doğru işliyordu. Yaşamım ileriye değil gerilere gidiyordu durmadan. İlerlemeye çalışırken geriye kayıyordum. Bu yüzden önceki günlerimi yeniden yaşamaya koşuyordum istemeden.
Ama şimdi saatime bakıyorum ve akreple yelkovanın dönmesi gereken yöne, saat yönüne doğru ilerlediğini görüyorum.
Kimseyi beklemiyorum. !
Etiketler: altı çizili tümceler, bana dair, kitap
8 yorum:
Bu kitabı okuyalı 15 yıl oldu, aynı tazeliğini korur zihnimde, şimdi senden okuyunca tekrar bakasım geldi elime alıp,devamında içimdne kuşlar gçöüyor, yeni yalan zamanlar ve sarı safran'ı okumanı isterim.
sevgiler
yaziyi bir iki kez okudum, acikcasi son derece kisisel geldi bu acıdan özel ve itina ile yazilmis gibi sanki. bir taraftan da her kadının böyle hikayeleri var, her kadin kendi su su ve na si arasinda kaliyor, bazilari farkediyor bazilari farkedemiyor. bu yüzden de kisisel degil pek aslnda, herkesin kendinden birseyler bulacagi bir yazi olmus.
kitabı 20 yaslarinda okumustum, suna ismi dikkatimi cekmisti o zamanlar. zekice yazilmis ama sadece kadinlara yazilmis bir kitap gibi gelmisti. simdi de hala öyle gelir bana. daha bir dengeleseydi keşke cünkü icinde su yu ve na yi yasatan sadece kadinlar degil. ya da söyle diyelim, biyolojik olarak kadin olmak nasil "kadin" olmaya yetmiyorsa, biyolojik olarak erkek olan herkesin de bu erkek dünyasında, gücün, rekabetin ve mülkiyetin iliskileri belirledigi bu dünyada, cok rahat olduklari söylenemez.
al benden de sana kisisel bir yorum :)
Bu kitabını sanırım 10 yıl önce okumuştum. Evet, pek sevdiğim bir yazar değil İnci Aral ama bu onun iyi eserler ortaya çıkarma potansiyelini baltalayan bir durum değil. Kitapla ilgili bişiyler söylemek istemiyorum ki istesem de pek bişiy hatırlayamadığımdan dolayı temelsiz kalacaktır söyleyeceklerim. Senin duygularına, korkularına, frenlemelerine, düşüncelerine, yapmak istediklerine, kişiliğine tercüman olabilmiş bir kitaba hayran kalmanı anlayabiliyorum. Bizler oksijenle her salise içiçe olduğumuz halde, onun ne kadar önemli olduğunu ancak oksijensiz kaldığımızda idrak ederiz, özümseriz. İşte bazen oksijensiz kaldığımızda bazı kitaplar, olgular, kişiler bize oksijen tüpünden hortum sağlarlar; nefes alabilmemiz için...herşey kendimizi ifade etmek için değil midir zaten? Kendimi ifade edebilmek için nasıl "kendim" yetersiz kalıyorsam şüphesiz "Nietzsche" de yetersiz kalacaktır, tıpkı senin kendini ifade etmende İnci Aral'ın tek başına yeterli olmayacağı gibi. Yazında hislerini, kendine dair devinimlerini çok iyi ifade etmişsin. Gerçekte senin bunları ifade edebilmen için "Ölü Erkek Kuşlar" a ihtiyacın yok. O olsa olsa sana ulaşan oksijene "hortum" görevi gören ama asla oksijenin kendisi olmayan bir araçtır! Ne demek istediğimi anlayacağına emin olarak yorumu burda kesiyorum :)
nil gün'ün karakterlerimiz-kadınlar ve erkekler nasıl anlaşır diye bir kitabı var.bu kitapta kadınların dört temel arketipi olduğundan bahsediyor.ve bizler bu arketipler arasında iki ana arketipi taşıyoruz.ömrümüzün ilk yarısında birini ikinci yarısında ise diğerini.yani aslında yaşadıklarımız olması gereken şeyler,ama bizi fazlaca sarsıyor.bazen keşke herşeyin bu kadar farkında olmasaydım diyorum.hayat o zaman daha kolay olurdu.ama bu kitabı da okuyacağım sakın kımıldama'yı okuduğum gibi.ama ben kitapları okurken hissettiklerimi sizin gibi anlatamıyorum.o kadar uzun zamandır kendimi hissizleştirmişim ki yüreğime acıdan başka birşey sızmıyor.
inci aralın öylülerinden ziyade romanları çok güzeldir, "mor" kitabını özellikle çok sevmiştim 3 leme oldu sora "yeni yalan zamanlar" ve "safran sarı" olarak. hepsini okudum ama yine yeniden mor derim.
kadın analizini iyi yapabilen bi isim inci aral diğerlerini de oku bence.
...öldü sandığın her kuşun, geriye dönüp bakmadıgın icin,bilemezdin canlandığını
...yeni sefkatli ellerde can buldugunu
...her insan ,istekleri ve istenilenleri arasında sıkısıp kalır
...biraz Su dan biraz Na dan serpiştirir
...ortaya cıkan karısımı kabullenir
...yaşar...
Sadece Na yı secmek cok zor..
Sadece Su yu da..
Sadece Na yı isteyeni bulmak zor..
Sadece Su yu da...
Güzel yedim, sen içinde hepsini hala muhafaza ediyorsun...
Bir çogumuz gibi...
Na ya inat su, Su ya inat Na oluyoruz kimi zaman sadece...
Yazın ve sectigin resim cok begenildi:)
uzun zaman oldu okuyalı ama canım çekti şimdi sende okuyunca yeniden okumalıyım diye düşündüm.
bu arada içimden kuşlar göçüyor'u da tavsiye ederim...
Seneler Su gibi yaşamış biri.. benim gibi ve gerçekten benim gibi. Na bir çıkış kapısı yarattı bende, kitabı bile okumadan yaptı bunu. keşke bende daha önce okusaydım diye hayıflandım şimdi. İnci Aralın okuduğum tek kitabı içimden kuşlar göçüyordu. altını çizdiğim bir çok cümle olmuştu 19 yaşımdayken bile. Teşekkür ederim bu kitabı/kendini/beni anlattığın için. En kısa zamanda sayfalara dokunmak dileği ile.
Yorum Gönder