12 Eylül 2009
.
Bu Yazı Låt Den Rätte Komma In filmi hakkında fazlasıyla detay bilgi içerir.
.
Johan Soderqvist - Eli's Theme
“Kız olmasaydım beni yine de sever miydin?” diyor Oscar’a Eli..
Kız olmasaydım da beni sever miydin…
Korku ve dramın iç içe bütünleştiği, gerçekçi dokusunun içinde çok kanlı ve cinsel içerikli olmayan bir vampir ve aşk filmi.. Cesur, ürpertici, soğuk, karanlık, ağır atmosferi ve tüm bunları destekleyen mükemmel müzikleriyle Let The Right One In, 2008 yapımı bir İsveç filmi.
Kuzey Avrupanın karlarla kaplı soğuk bir esintisi olan film, John Ajvide Lindqvist’ın aynı adlı romanından Tomas Alfredson imzalı bir sinema uyarlaması.
IMDB’de yüzyılın en iyi 250 filmi arasında olan ve 8 in üstünde puanıyla dikkat çeken film her yönden farklı..
Aşkın koşulsuzluğundan, çocuk yaştaki cinsiyetsiz bir vampirin sonsuz mahkumiyetine kadar, ergenlik sorunlarından asosyalliğe, cesaretten şiddete kadar pek çok konuya olabildiğince farklı yönlerden yaklaşıp insana doyumsuz bir şölen yaşatıyor.
Öyle ki bittiğinde üzülüyorsunuz, çünkü gerçekten doymuyorsunuz..
12 yaşındaki Oscar, arkadaşlarınca sürekli alay edilen, itilip kakılan ve onlara karşılık dahi veremeyen, korkak ve asosyal bir çocuktur. Bu itilip kakılmanın iç dünyasında yarattığı fırtınaları ise elinde bıçakla bir ağacı tehdit ettiği, kendi kendine konuştuğu sahnelerden ve cinayet-ölüm haberlerini kesip biriktirmesinden anlarız içimiz ezilerek..
12 yaş civarlarındaki Eli kanla beslenen bir vampirdir.. Ses tonunun bazen kız bazense oğlan çocuğunu hissettirdiği kız çocuğu görünümündeki vampir.. Etrafa babası olarak lanse edilen ama Eli’ye, ihtiyacı olan kanı bulmak için insanları öldüren ve ona tutkun yaşlı bir adamla birlikte bir gece Oscar’ın yan dairesine taşınırlar.
Oscarın hayatı Eli ile tanışınca tamamen değişir. Asosyal ve pısırık Oscarın aşk sayesindeki müthiş değişimini izlersiniz.. Cesaretlenir, kendine güveni yerine gelmeye başlar, hatta öyle ki, kendisini sürekli rahatsız edenlere artık karşı koyar..
Öyle değil midir hakikaten, aşk kişiliği bile değiştirmez mi çoğu zaman.. İçine kapanıkken dışavurumcu olmaya, korkakken cesur olmaya ya da tam tersi coşkun bir hayat yaşarken birden yalnızlığa, cesurken ürkek olmaya dönmez mi karakterlerimiz aşk geldiğinde..
Evet bu film cinsiyetsiz küçük bir vampirle henüz cinsiyetsiz sayılabilecek yaştaki küçük bir insanın dramatik bir aşk hikayesi.. Film ikisinin bir gece birlikte uyudukları ve Elinin çıplak olduğunu sahneye rağmen cinselliğe kapı açmayarak ağır bir duygusal çerçevenin içinde sevgiye dayalı bu ilişkiyi, seyirciye sorgulayacak alan oluşturmadan sunuyor.
Filmde hiçbir abartı kan öğesinin olmaması, amerikan vampir filmlerindeki gibi hiç gösterişin olmaması ve gerçekçi atmosferi sayesinde, Elinin ve Oscarın dramlarının içine usul usul girip o hüznü de hep hissediyorsunuz..
Yönetmenin her konudaki büyük başarısının yanında minik 2 oyuncunun da performansları inanılmaz.. Hiç bir eksiği yok filmin inanın.. Holivud versiyonu çekiliyormuş şimdi Let Me In adıyla.. oysa Eli karakterinde başka bir kız çocuğu düşünemiyorum oyuncu olarak ben.. O yüz ifadesi, O tuhaflık, O bakışlar, O duruş.. Bence bu oyuncu tam Eli rolü içinmiş.. Amerikadan kimbilir nasıl bir oyuncu bulacaklar şimdi.. Ve hatta Holivud teknolojisi ile bu filmi de kan filmlerine çevirirlerse çok yazık olacak çok.. İki çocuk oyuncu da ilk kez kamera karşısına geçmişler .. Çok ilginç değil mi.. Muhteşemler bence ikisi de..
Fazlasıyla etkilendiğim bazı sahnelerden de bahsetmek istiyorum..
Eli, kan dışında hiçbir besin kaynağı kullanmaz, fakat Oscar henüz Elinin vampir olduğunu bilmediğinden ona şeker alır bir kese.. Eli istemediğini söyler, Oscar anlayamaz ve üzülür, kendisini reddettiğini sanır. Bu durum karşısında Eli bir fedakarlık yapar, riske girer ve bir şeker yer. Bünyesi kabul etmediğinden bir süre sonra kusar. Kustuktan sonra mahcup ve üzgün bir ifadeyle Oscarın karşısında dururken, Oscarın birden gidip ona bir sarılışı var ki.. Kelimeler yeterli değil bu sahnenin güzelliğini anlatmaya.. Öyle içten, öyle masum, öyle hesapsız çıkarsız bir sarılış.. Zaten bu sahnenin sonunda sorar Eli:
“Ben bir kız olmasaydım da sever miydin beni?” diye..
Elbette der Oscar.. Elbette…
Gözlerinizi kapatıp bu müthiş sahnenin içinize yerleşmesini beklersiniz..
Filmin adı ne yazık ki Türkçeye “Gir Kanıma” gibi saçma bir şekilde çevrildi..
Let Me Right One In tam bir çeviri ile "Doğru Olanın İçeri Girmesine İzin Ver" dir.. Ki bu adın bu filmi nasıl da mükemmel yansıttığını anlarsınız izlediğinizde..
Çünkü vampir hikayelerine göre, vampir kurbanının odasına gelir ve içeri girmek için izin ister. İznin sözle verilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde vampir içeri girmez.
Üstelik bu film açısından bakarsak İçerisi olarak anlatılan sadece oda değil aynı zamanda yürektir de..
Eli, de içeriye girmek için Oscarın izin vermesini, sözle dile getirmesini ister bir akşam..
Fakat Oscar onu sözle değil el işaretiyle davet eder, Eli tıpkı şeker sahnesinde olduğu gibi yine risk alarak içeri girer.. Ve tüm vücudundan kanlar akmaya başlar.. gözlerinden kulaklarından ağzından omuzlarından… Oscar yaptığı hatayı anlayarak hemen “içeri girmene izin veriyorum” diye bağırarak koşup ona sarılır.. kanama durur..
Ve bu müthiş sahne devam eder..
Oscar ona öğrenmek istediği şeyleri sorar.. Nihayetinde Eli bir vampirdir ve kanla beslenmektedir. Kan ihtiyacını gidermek için insanları öldürmektedir. Ve birden Eli, Oscara der ki: “Benim yerime kendini koy.. evet kimseyi öldürmedin ama öldürebilirsin. Bendeki güç sende olsaydı, bu gücü öldürmek için kullanabilirdin. Oysa ben yaşamak için mecburum. Yaşamak için kana ihtiyacım var. Lütfen Bir Süreliğine Ben Ol !”
Yönetmen bu müthiş sahneyle, bireysel öfkeden tutun da katliamlara kadar insanoğlunun elindeki güç doğrultusunda bilinçli bir şekilde yaptığı şiddete parmak basıyor.
Eli’nin “Lütfen Bir Süreliğine Ben Ol” deyişiyle birlikte 12 yaşında bir çocuğun başına böyle bir şeyin gelmesinin tüyler ürperticiliğiyle irkilirsiniz..
Devamında Eli giyinirken Oscarın onu bikaç saniyeliğine gözetlemesi ve çıplak görmesi sahnesi ile bu hırıldayan, tüy kadar hafif, kötü kokan, yıkanmayan, pis, üşümeyen, güçlü ve çevik Eli’nin aslında hadım edilmiş bir oğlan çocuğu olduğunu anlıyorsunuz..
Yine yönetmenin ustalıkla anlatmayı başardığı bir başka tema da : Geceleri Mors alfabesi ile kurdukları iletişimler sayesinde çocukların yalnızlıklarını, iç dünyalarını, sıkışmışıklarını, duvarlarını birbirleriyle yıkmaya çalıştıklarını, sevginin önyargısız koşulsuz her şartta ve yerde akabileceğini usulca hissediyorsunuz..
Karlı soğuk ve karanlık atmosferin içinde sıklıkla kullanılan geniş açılı apartman çekimleri ve filmin sonlarına doğru Oscar ın son kestiği habere (Elinin kanını içip öldürdüğü adamın haberi) bakarken ki görüntüsü ile de yine yalnızlığa, yan komşumuzu bile tanımadığımız, herkesin birbirine yabancılaştığı modern hayata da gönderme yapıyor film..
Dramın ağır bastığı bu korku filminin finalinde öyle bir havuz sahnesi var ki..
Kanın oluk oluk aktığı pek çok filmdeki intikam sahnelerine taş çıkartacak kadar az kanlı ama dehşet verici ve akıllardan kolay silinmeyecek bir görüntü..
Ürpertici bir sevginin baskın olduğu bir film bu..
Kolay yutulup giden, sindirilen ve unutulan filmlerden değil..
Zaman geçtikçe farklı şeyler keşfediyor insan içine akan bu filmden..
Belki de benim gibi aylar sonra bi daha izliyor :)
En sevdiğim bölümle bitireyim yazımı ..
Eli kibrit kutusunun içine yazdığı notta “Gitmeli ve Yaşamalı ya da Kalmalı ve Ölmeliyim” diyordu..
evet tıpkı pek çok gidişlerimizde hissettiğimiz o anı özetler gibi:
Gitmeli ve Yaşamalı ya da Kalmalı ve Ölmeliyim..
Etiketler: sinema, unutulmayan replikler
13 yorum:
böyle güzel yazıyosun izlemek istiyorum ama kötü sonları malum durumum yüzünden kaldıramıyorumki :)
yine harika bir yazı,yorumlarından sonra içimdeki izleme duygusu karşı konulmaz oluyor gerçektende.Umarım twilight rezaletinden sonra seyredeğerdir:)
bu filmi tavsiyen uzerine seyretmistim, gecenlerde burada da sinemalarda oynamaya basladi her sinema salonunda degil daha cok avrup filmlerini ve kaliteli filmleri gosteren bir sinema salonunda...ben begenmistim filmi guzeldi hakikaten!
Bir hikaye...
Gitsen de ölümdü
Kalsan da...
İnan bana!
Hep öyle oldu,
Hep öyle olur...
Sen gittin, aşk öldü...
Kalsaydın, pişmanlık ölürdü...
Gitsen de ölürdü kalsan da...
Bir başka hikaye...
Gitsem de ölümdü kalsam da...
Ve ben ne gidebildim,
Ne de kaldım...
Hep arada,
Araftaydım...
Oradayım,
Orada kaldım...
Hikaye SONU...
Bütün hikayelerde,
Aşk, öldü...
İmgeselliğin bu kadar yoğun olduğu bir filmle ilgili belki başka şeyler de söyleyeceğim ama şununla başlamayı ve uzarsa onunla bitirmeyi tercih ediyorum...
Eli'nin babası diye tanıtılan adam ve filmin sonundaki trendeki sahne... İkisini yan yana koyunca bir an durdum ve acaba dedim, acaba o Eli'nin babam dediği adam, Eli'nin Oscar'dan önceki sevgilisi olabilir mi?
Filmin bir yerinde, Eli'nin yaşının konuşulduğu yerde, Eli, "şimdilik 12 yaşındayım" dediğinde nasıl bir aşk olacak bu demiştim kendime. Çünkü Eli'nin bir yaş büyümesi belki Oscar'ın ömründen daha uzun sürecek... Vampir filmlerinden biliyoruz ki vampirler yüzyıllarca yaşıyorlar... En son Twilight'ta da aynı şey vardı oradan hatırlıyorum...
Eli, Oscar'a “bir süre benimle kal” dediğinde daha çok ikna oluyorum Eli’nin babam dediği adamın eski sevgilisi olduğuna ve çok büyük bir aşkla, çok büyük bir tutku ile Eli’ye bağlı olduğuna…
Eli’nin adamla ilişkisi de, kan bulamadıkları için yaptıkları tartışma da, Eli’nin orada söyledikleri de, adamın yüz ifadeleri de (ki filmde mimikler olmasa çok şey anlaşılmaz kalırdı) aralarındaki ilişkinin bu olduğunu gösteriyor… Adamın Eli’yi Oscar’dan kıskandığını bile düşünebiliriz bir sahnesinden…
Öyle olduğunu varsayıyorum ve devam ediyorum…
Adam ölür, ölmek zorundadır. On bir yaşından beri tüm hayatını Eli’ye adamıştır ve artık ölümünü adamak zorundadır… Neden? O kadar çok şey anlatmak isterdim ki bununa ilgili ama olmuyor…
Burada aşka dair bence başka bir şey vardır ve bende yarattığı çağrışım, Eli’nin bir yılında, adamın bir ömür yaşamış olmasıdır. Eli’nin 12. yılında Oscar koca bir hayat tüketmiş olacaktır… Şimdi senin ayın tümcelerinden tek eşlilik ile ilgili olanı da içeri katıp düşünelim Fatoş… Bu değil mi? Eli’nin bir yılında sevdiklerinin bir ömür yaşaması… Severken günlerin, yıllarmışçasına yoğun yaşanması… Bunu sonra uzun uzun tartışmalıyız ve ben bu konuyu Oscar’ın elini cama dokundurması ve elinin buğusunun kayboluş hızı ile bitirmek istiyorum. Tüm söylediklerime bir de camdaki elin izinin kaybolmasını ekleyerek düşünmek gerekiyor…
***
Bu arada belki yine aynı konuyla alakalı ya da değil ama Oscar’ın babasının yanındayken, babasıyla oyun oynarken gelen adam ve babasının o gelince birden bire dönüşmesi, gelen adamın mimikleri, elleri, bakışları, oturuşu aklıma babası ile adamın eşcinsel ilişki yaşadıklarını, sevgili olduklarını getirdi. Hatta babası ile annesi bu yüzden bile ayrılmış olabilirler...
Çünkü sonrasında, tam o sahnenin son bölümünde Oscar, Eli’nin kibrit kutusuna yazdığı, senin de aktardığın gitmek ve kalmak arasındaki gerilimi okuyor ve Eli’yi anlamış oluyor. Babasına bakıyor, Eli’yi anlıyor… Gitmek ve zorunluluk… Anlayan anlıyor…
(Sahi acaba, aklıma takılan soruları cevabı kitabında var mıdır?)
ilk cümle çok tanıdık geldi birden. sonra fotoğrafları görünce anımsadım. Ben de seyrettim bu filmi yaşasın! :) Değişik gelmişti. Vampir filmlerini düşününce özellikle. Holivut yapımı olmayıp da güzel olan böyle bir sürü film var. Neden ille de hep göz önünde olan oyuncularla tekrar çekmek isterler ki bu tip filmleri?
eline sağlık sevgili 7. Oda. Güzel bir film daha anımsattın bana :)
biz bu tip filmleri izlediğimizde hep şu soruyu soruyoruz birbirimize; "Bu tip rolleri oynayan/canlandıran 3-5 yaş ve sonrası çocukların ruh hallerine ne oluyor?"
"Bu sorun nasıl hallediliyor?"
Filmi izlemeden yazmak istemedim. Çok etkileyici, güzel bir film. Teşekkürler :)
izledim ben bunu cok guzel gercekten de...
yazıyı okuyunca nasılda izlemek istedim filmi, müthiş bir anlatım olmuş. aşk sonunda hep öldürüyor o yada bu şekilde. bazen ruhu bazen cismi...
Let the right one in hakkındaki yazınızı bir iki paragraf okuyarak izlemeye karar verdim. Yazınınız tamamını filmi seyrettikten sonra okudum. Yönetmenin yaptığı göndermeleri hissetmiştim fakat sizin açıklamalarınızla oturmuş oldu.
Filmde sevginin saflığının cinsel öğeler dışında, cinsiyet ve yaşı ayırt etmeden anlatılmasının, şiddet ve kanın az olmasının yanında, beni en çok etkileyen Oskarın ben kimseyi öldürmedim dedikten sonra banyo da bıçağı eline alarak adamın arkasından gitmesiydi. O anda Oskar'ın adamı değil, adamın Eli'yı öldürmesinden endişelendim. Oysa adam Eli'ye göre oldukça masum. Bu da iyi ve kötünün içinde bulunduğumuz duruma göre değişebileceğini belki de bazen benim de kötü tarafa geçebileceğimi anlattı bana. Farklı anlatımıyla beni oldukça etkileyen bir film Let the right one in.
Teşekkürler..
İyi güzel yazmışsınız fakat tüm filmi anlatmışsınız. :) İyiki izledikten sonra okudum yazıyı.
Yağmur;
Bahsi geçen adamın ismi Hakan ve o adam bir pedofil yani çocuk sapığı. Eli'den hoşlanması ise Hakan'a kendince normal geliyor çünki Eli yaklaşık 200 yıldır yaşıyor ve kendinden aslında daha yaşlı. Ayrıca Eli ile anlaşmaları, Hakan onu gündüzleri koruyacak ve ona kan bulacak ve karşılığında Eli ile yaşayacak. Bundan ibaret. Eli'nin Oscar'a duyguları çok farklı. Oscar'ın evine davet etmemesi üzerine başına gelen ve ayrıca ısrarı üzerine şekerden yemesi bence yeterince sevgisini dile getiriyor.
Oscar'ın babasına gelince, maalesef herkes homoseksüel olarak düşünüyor ama kitapta bunun aksini açıkça belirtiyor. Oscar'ın babası alkol bağımlısı ve sarhoş olduğunda kendini kaybediyor. Saldırganlık anlamında değil daha çok duygusal ve tepkisiz oluyor. O yüzden Oscar babasını o şekilde gormemek için çıkıyor. Kısacası kitapta aralarında homoseksüel bir iliski olmadıgını ozellikle belirtiyor.
Tüm arkadaşlara kitabı muhakkak edinip okumalarını tavsiye ediyorum...
ülkemizde de nihayet geçen ay vizyona girdi.
Yorum Gönder