12 Ocak 2009
Dikkat bu yazı Australia filmi hakkında spoiler içerir :)
(YANN TIERSEN - RUE DES CASCADES)
Bu film için pek çok şey söylemek geliyor içimden..
Güneydeki görkemli uzak ülkenin öyküsü.. uçsuz bucaksız, insana sonsuzluk ile hiçlik hissini aynı anda veren bir doğa Avustralya doğası çünkü..
Naif bir aşk öyküsü.. ve bu naif aşk öyküsünün dış çerçevesini oluşturan tarihi olaylar..
Melez çocukların zorla kültürlerinden koparılması ve asimile edilmeye çalışılması..
Darwin in Japonlar tarafından bombalanması..
Bir kadının dönüşüm süreci..
Yarı Aborjin bir çocuğun, yolculuğu öncesi olgunlaşma süreci..
Evet gerçekten de öyle çok konu var ki..
ana temanın ne olduğunu hemen algılayamıyor insan..
çok fazla konuyu işlemiş olmasının yanı sıra aynı zamanda birkaç sonu da barındırıyor içinde..
bikaç yerde filmi bitti sanıyorsunuz.. ama bitmiyor :)
bikaç filmlik malzeme ve iki filmlik sürenin sonunda.. filmin gerçekten de sonunda, gerçekten her işlediği konuyu sonlandırıyor yönetmen..
Hemen bu noktada yönetmen Baz Luhrmann ın, filmi hakkında söylediği bir şeyi yazmalıyım:
“Elbette filmin ardında ezici bir hırs yatıyor. Çok sık film çekmiyoruz ve çektiğimizde de sınırlarımızı aşmaya çalışıyoruz, elimizde olmayanı yaratmaya çalışıyoruz. Çünkü bu tip şeyler, altın tepsiyle sunulmuyor genelde.. En sevdiğim filmleri suşiye benzetiyorum, kolay elde edilmedikleri için. Epik bir film, bir Pazar günü yiyebildiğiniz kusursuz bir akşam yemeğine benziyor. Önce aperatifler, sonra ana yemek ve son olarak da tatlı. Komediyse komedi, trajediyse trajedi, gözyaşları, kahkahalar, kostümler.. Her şey iddialı. İddialı oyuncular, iddialı bir coğrafya. Ya da asıl iddialı olan o hırs duygusu belki de. Ama çok samimi söylüyorum, elimdeki malzeme büyük bir güç barındırıyor.”
Gerçekten de öyle, yönetmenin söylediği her şeye katılıyorum filmi izledikten sonra..
Film görsel açıdan da öyle doyurucu ki..
özellikle Darwine yapılan Japon saldırısı öyle gösterişli bir biçimde sunuluyor ki, kendimi bir an en iyi savaş filmini izliyor sanıyorum..
Filmde önemli rollerde birkaç Aborjin oyuncu da var..
kuşkusuz en dikkat çekici olanı küçük Nullah (Brandon Walters)..
11 yaşındaki Brandon hayatında ilk kez kameralar karşısına geçmiş ve hatta bunun da ötesinde hayatında hiç sinemaya gitmemiş bir çocuk..
fakat öyle güzel oynuyor ki rolünü.. oynuyor mu yaşıyor mu bilinmez..
kara gözlerini çevreleyen upuzun gür kirpikleri ile öyle bakışları var ki, insanın içine işliyor, ona sarılıp sevesi geliyor insanın sık sık..
Film zaten küçük Nullahın anlatımıyla başlıyor..
o filmimizin hikaye anlatıcısı..
kendisine melez olduğu için Karamel diyen bu tatlı çocuk, hikaye anlatmanın en önemli şey olduğunu söylüyor hayatta..
iyi hikaye anlatabilmek iyi yaşamak demek gibi sanki..
ona bu müthiş hikaye anlatma sanatını büyükbabası Kral George öğretmiş..
Küçük Nullah hikayeyi anlatmaya başlıyor ve film de Miss Boss un İngiltereden Avustralyaya kocasının çiftliğine gelmesiyle başlamış oluyor..
Müthiş kostümleriyle
müthiş bir epik film bu..
Filmin giriş bölümleri komik bir üslupla işlenmiş..
mesela western tarzı bar kavgaları çok eğlenceliydi..
ben özellikle kanguru bölümünde koptum zaten..
tam komedi filmine geldiğinizi düşünmeye başlıyorsunuz ki… yıkımlar bir bir başlıyor, film ciddileşiyor, komik üslubun yerini ciddi bir melodram alıyor..
Aborjinlerin ezilişini, Carney ve adamlarının acımasızlığını, çiftliği ele geçirebilmek için yaptıkları her türlü pisliği ve ardından 2.dünya savaşının getirdiği yıkımları, ölümleri izleyip, hikayenin asla mutlu sonla bitmeyeceğine inanıyorsunuz..
Yönetmen filme Avustralya adını vermiş çünkü, tıpkı Casablanka gibi, insanın aklına hemen uzak ve egzotik bir diyarı getiren tek kelimelik bir isme ihtiyacı varmış..
Oysa öykü ülkeden ziyade, bir dönüşüm sürecine odaklanıyor..
2.Dünya Savaşı arefesinde İngiltereyi terk eden ve kocasının çiftliğine gelen Sarah Ashley in (Nicole Kidman) dönüşüm sürecine..
Çiftliğe gelir gelmez kocasının ölüsüyle karşılaşan Sarah, kendisine miras kalan bu dev çiftliğe isteksizce sahip çıkıyor..
bir süre çevresiyle oldukça uyumsuz zamanlar geçiriyor..
bu çırpınışları, sahip olduğu toprakları ve o toprakların halkını sevmeyi öğrenmesiyle sona eriyor..
elbette berbat durumdaki çiftliği adam etmeye çalışırken pek çok kez tökezliyor..
ama o Miss Boss olmayı başarıyor..
Kocasından uzakta soğuk bir evlilik yaşayan ve çocuğu da olmayan Sarahın dönüşüm sürecini izlerken bir yandan da küçük Nullahın büyüme olgunlaşma sürecini izliyorsunuz..
Birbirlerini nasıl sevdiklerini, sahiplendiklerini, sahiplenmenin nasıl kısıtlayıcı olduğunu, ve sevdiğini özgür bırakmak gerektiğini de izliyorsunuz..
Filmde tarihi olaylara da yer veriliyor…
örneğin tarihte pek sözedilmeyen , stratejik konumu nedeniyle, büyük bir istilanın başlangıcı olarak 60 dan fazla saldırıya uğrayan Darwin in bombalanması olayı uzunca ve görkemlice işlenmiş..
Darwine, Pearl Harbordan daha fazla bomba atanlar da yine aynı Japon güçleriydi.. Ama Pearl Harbor saldırılarını bugün hepimiz biliyor olsak da Darwini bilmeyiz.. çünkü Avustralya uzaktan da uzak bir yerdeydi ve olanlar kimsenin pek de umrunda değildi..
Tarihi gerçekler, acılar ve savaşlar.. aslında büyük bir aşk hikayesinin dış çerçevesi..
bir aşka kadın ve erkeğin farklı bakış açılarını da bulduğunuz gibi, büyük bir tutkuyu nasıl da paylaştıklarını görüyorsunuz..
hep giden ve dönen erkek..
hep bekleyen kadın..
bir gün isyan edip artık gitmemesini isteyen, gidecek olursa hiç dönmemesini isteyen kadın..
yine de giden adam..
pişman olup geri dönen ama kadını bulamayan adamın yıkılışı..
kavuşma..
Ve birkaç kez araya sokuşturulmuş bir cümle geliyor aklıma bu noktada:
Gurur, güç değildir !!!
Düşünüyorum… düşünüyorum..
hayır diyor içimin büyük bir yanı:
Gurur, güçtür diyor..
Evet bu hikaye küçük Nullahın hikayesi..
“çalınmış kuşaklar” ı kendi gözüyle masalsı bir şekilde hikayeleştiren Nullahın hikayesi..
her şey öylesine ihtişamlı ki, doğayla ve kendileriyle müthiş bir şekilde uyumlu yaşayan Aborjinlerin hayatlarının sadeliği, bu ihtişam içinde daha da ortaya çıkıyor..
para, güç ve toprak uğruna verilen savaşlar aslında ne kadar da anlamsız görünüyor..
Sanırım ben hiç unutmayacağım Kral George un savaşın ortasında, düşen bombalara anlamsız anlamsız bakakalmasını..
Filmdeki müzik kullanımı da tıpkı görselliği gibi ihtişamlıydı..
özellikle küçük Nullahın söylediği büyü ve şarkı beni koparıp götürdü her seferinde..
Komik üslupla başlayıp, yıkımlarla ve ölümlerle birlikte sıkı bir melodrama dönüşen film, sonunda umutla bitiyor..
Ve siz de son noktada diyorsunuz ki aslında bu bir 'umudunu yitirmeme' filmi..
Küçük Nullah ın sözleri beyninize kazınıyor:
“Yağmur yağacak. Çimenler yeşerecek ve hayat bir kez daha başlayacak.”
Ben sana her ihtiyacım olduğunda şarkımı hep söyleyeceğim..
Peki ya sen duyacak mısın beni ??
Etiketler: sinema
11 yorum:
Ben izlememeye karar vermistim bu filmi...tuhaf bir direnc gelismisti seyretmemek icin...
Simdi galiba vazgectim!
Yok saka diil vazgectim seyretmemekten.
Buyuk ihtimalle Oscar adaylarindan da biri olur bu film gorunuse gore.
Harika bir filmdi..ben de buyuk bir keyifle izledim..
Sesini duynak hic bir zaman zor olmayacak...her zaman yuregim sesini arayacak..
Bazen bazi cumleler gerektigi icin kurulur..bazen gozler yumulur..gerekenler soylenir..bazen hersey gorundugu gibi degildir..
Anlik celiskilerden bir anda bir cumle ile vedalasilir..ama bazen hersey gorundugu gibi degildir..
Dikkat ettin mi, son dönemde çekilmiş tüm filmlerin sonu umutlu bitiyor.
Sonunda aborjinlerle ilgili
adam gibi bir film yapmışlar gibi görünüyor.
ayyy zaten çok merak ediyordum, şimdi daha da çok merak ediyorum :) En kısa zamanda seyredebilirim umarım. Sevgiler.
Az önce istanbul da ki arkadaşımla tel de konuşuyorduk şimdi sinemaya giriyoruz dedi Avustarlaya ben de aa eleştirisini okudum güzel filimmmiş iyi seyirler dedim
Fatoşcum tavsiyeni tavsiye ediyorum:)))çok güzel yorumluyorsun gönlüne sağlık.bol filimli günler:)
çok sevgiler
sadece umuda dair bittiği için ile seyredilmeli sanki...
Hemen bu haftasonu gidecegiz sayende. Oyle guzel anlatmissin ki, tam da boyle birseyler seyretmeye ihtiyacim var benim...
gümüş paralar getir
ölü paralar, unutulmuş paralar...
yaşamın filmini çekelim
Hala gidemedim, aklimda, aklimdasin, aklimdalar...
Yorum Gönder