25 Şubat 2007

sus..



Bir kadın cesedi uyuyordu düşümde..
Kuyuya düşmüş bir masal vardı yeni açılmış gözlerinde..
Ne dokunabilmenin sancılı azameti..
Ne yerlere çalınmanın ıslak vahameti..

Bir martı çakılıyor..
Çakılların hükümran pazarına..
‘jonathan’ çağırıyor dostlarını..
Ağlaşılıyor sürü halinde..

Hepsi bu mu diyor..
Kumdan sığınağını köpeklere parçalatmış..
Siyah elbiseli..
Sağır bir deli..
Hepsi bu mu..

Hani aşklar sökülecekti şiirlerden..
Simsiyah orospuluklar şırıngalanacaktı
Damarına
Onsekizinden küçük kızların..
Hani
Çamurlu girdaplara satılacaktı..
Çocukların bakire gülücükleri..

Umut..
Çöl ortasında..
Bir sarhoş materyalist..

Kalkalım..
Neredeyse gözlerim doğacak..

Taksitleri ödenmemiş çember merhabalara bürünüyor..
Uyku arası kabuslar..
Ve sadece tek bir 'yüklem' e sırtlanıyor çığlıklarımız..
Susmalısın..
Susmalısın..
Sus..

Tebdil-i kıyafet saklanıyor ahtapotlar..
Öpüşmek yasak değil artık..
Alkol tüketmek mecburi..

Ah Darwin..
Ne çok ağladı din kitaplarımız senin yüzünden..
Kim soktu yatağımıza bu maymunları..
Söylemedin bile..

Hepsi bu mu diyor daha..
Hepsi bu ya..
Hadi fondipleyip kalkalım..
Bu masal böyle biter ancak..
Kalkalım..
Neredeyse gözlerim doğacak..
Susmalıyız..
Susmalıyız..
Sus..

(NINA HAGEN - SEEMAN)

19 Şubat 2007



NOIR DESIR - L'APPARTEMENT


Yaklaşık bir ay kadar önce okumuştum Koku'nun filmi çekilmiş diye..
Patrick Süskind'in bu etkileyici kitabını uzun zaman önce okumuş ama hepsinden önemlisi de koku ya saplantılı bir kadın olarak ben kokunun fotoğrafı nasıl olmalı diye hayalimde hep düşlerken ve filminin asla çekilemeyeceğine inanırken artık elimde durmaktaydı film..
İstanbula son gittiğimde almıştım dvd sini..
Sanırım 16 şubatta da gösterime girdi..
Ve ben de dün gecemi merakla beklediğim bu filme ayırdım :)


Her şeyden önce belirtmeliyim ki kitabı okuyup da filmi izleyenler biraz şanssız..
Çünkü Süskind'in dahiyane ufak detayları yok filmde..
olması da zaten neredeyse imkansız..
bence o kitap bu kadar sinemalaştı ya.. bu bile övgüye değer..
Rivayete göre Kubrick'in bile “filmleştirilemez” dediği bu eserin yönetmenliğini
Tom Tykwer yapmış ve ayrıca yönetmenliğin yanı sıra bizzat senaristliğinde de aktif rol oynamış ve tüm filmlerinde olduğu gibi bu filmin de tema müziğinin bestecisi olmuş..
Tom Tykwer in iki filmini izlemiştim daha önce..
Run Lola Run ve Heaven..
Run Lola Run a zaten lafım yok harikaydı ama Heaven ı Kieslowski'den izlemek isterdim şahsen :)
Filmin yönetmenliğini Tom Tykwer ın yaptığını duyduğumda oldukça şaşırdım..
Ancak bence konuya öylesine adapte olmuş ki yönetmen 18.yüzyılı ve o dönemin kokulu Paris'ini muhteşem bir görsel şova dönüştürmüş..



Grenouille nin bebekliği ile ilgili pek çok detay atlanmış; zira annesi idam edildikten sonra Grenouille bir süt anneye verilir ve süt anne hiç kokusu olmayan bu bebekten korkup onu geri verir ve devamında da yetimhaneye verilirdi hatırladığım kadarıyla.. Ve çocukluğunda herkesin ondan ürkmesinin, onu dışlamasının, sevmemesinin sebebi de yine hiç kokmuyor oluşu yani bir insan kokusuna sahip olmayışı idi.. tüm bunlar yeteri kadar sunulamamış filmde ama bir doğum sahnesi var ki.. hele de annenin göbek bağını kestikten sonra ayağıyla bebeği balık tezgahının altına itişi .. ben o sahne ve devamında çürümüş balık kokusunu bile hissettim diyebilirim.. ayrıca filmin bazı yerlerinde devreye bir anlatıcının girmesi bi çok gediği kapatmış ve iyi olmuş.. oyuncu seçimleri ise harika. Özellikle filmi tamamen sırtında taşıyan başrol oyuncusu Ben Wishaw için kusursuzdu diyebilirim :)


Film hapishanede karanlık bir görüntü ile başlıyor.. sonra bir aydınlanma ile Grenouille nin burnunu görüyoruz… ki muhteşem bir başlangıç sahnesi olduğunu düşünüyorum bu film için..
zaten filmin geneline de karanlık hakim..
eee konu koku yani saplantılı bir tutku ise olması gereken şey karanlık görüntüler ve karanlık bir müzikti..
müzikler bence çok karanlık değildi..

Benim film için seçtiğim şarkı kesinlikle L'Appartement tir.. bundan daha karanlık ve tutkulu bir şarkı bilmiyorum..


Grenouille filmin ortalarına doğru bir mağarada günlerce kaldıktan sonra kendi kokusunun olmadığını anlıyor..
o herkese göre hiç kimse..
korkuyu hissediyor..
sanki daha önce yokmuş gibi..
çünkü insanların ruhu kokularıdır !!!!
Ve ertesi sabah yeni bir planla yollara düşüyor: dünyaya sadece varolduğunu değil, biri olduğunu da öğretecektir..
sıra dışı biri olduğunu.. !!
Ve gösterir de..
13 kadını öldürerek onların kokularını damıtarak bir koku yapar kendine..
ve bu koku öyle bir kokudur ki.. idam sehpasında Grenouille yi bir meleğe bile çevirecek denli, hatta idamı izlemeye gelmiş herkesin neredeyse toplu sex yapmalarını sağlayacak orji ye sebep olacak denli güçlü bir koku..
Grenouille; para, terör ve ölümden daha güçlü bir gücü eline geçirmişti.
İnsanlığı köleleştirebilecek yenilmez bir gücü..
parfümün yapamayacağı tek şey vardı.. herkes gibi onu da sevecek ve sevilecek birine dönüştüremezdi..
öyleyse cehenneme kadar diye düşündü..
dünyanın da kendisinin de parfümle beraber canı cehenneme..
Ve.. kokusuna vurulduğu, beyninden görüntüsünü hiç silemediği ve uğrunda ağladığı tek kadını yanlışlıkla öldürdüğü yere gitti..
parfümü üzerine boşalttı..
ve kendini yokoluşa bıraktı..


Ve gelelim sevdiğim repliklere :)

"Yetenek hiçbir şeydir. Deneyim, ondan faydalanmak ve sıkı çalışmak her şeydir. "

"Müzik gibi parfüm de 4 ana notadan yani esanstan oluşur. Bunlar harmoni oluşturacak şekilde dikkatle seçilmelidir. Her parfümde 3 akord vardır: Baş, kalp ve ana. Toplamda 12 nota. Baş akord, ilk izlenimi içerir, etkisi bikaç dakika sürer. Kalp akord parfümün temasıdır, bikaç saat sürer. Son olarak Ana akord parfümün gidişatıdır, bikaç gün sürer.
Mısırlılar, orijinal bir parfümün ekstra bir nota ekleyerek yapılabileceğine inandılar. Diğerlerini saf dışı bırakacak son bir esans !
Efsaneye göre, firavunun mezarı açıldığında aradan geçen binlerce yıla rağmen ortaya öyle güzel ve güçlü bir koku yayıldı ki, dünyadaki her bir insan bir saniyeliğine kendisini cennette hissetti.
12 esans keşfedilebildi. Ama 13.sü yani en önemlisi asla bulunamadı.
"

filmin sonunda anlatıcının son söylediği iki cümle ise.. üzerinde uzunca tartışılacak apayrı bir konuydu bence: Grenouille'nin üstüne atlayıp hatta neredeyse saldırırcasına yiyen insanlar için söylediği iki cümle:

"Bitirdiklerinde büyük bir mutluluk hissetiler. Hayatlarında ilk defa, bir şeyi SAFÇA yaptıklarına inandılar. AŞK OLMADAN.."

!!!!

Ve filme damgasını vuran ve beni de vuran cümle:

İNSANLARIN RUHU KOKULARIDIR !!!!

.

12 Şubat 2007

davacı.. davalı..


Devlet bile düzgün boşanmana izin vermiyor :)

Bugün adliyedeydim.. ve ben artık bir Davacı yım!!
Hayatımda ilk kez birine dava açıyorum..
Adımın önüne Davacı sıfatı konarak ve Davalı hakkında atıp tuttuğum bir dilekçem var kayıtlarda..
böyle oluyormuş..
böyle olmak zorundaymış.. !!
“biz düzgün ayrılıyoruz eski eşim hakkında kötü şeyler söylemek istemiyorum” deme hakkın yokmuş!!
O zaman boşamıyormuş sevgili devlet..
yani zaten düzgün ayrılabilmek neredeyse imkansızken, tam bazı konular hakkında anlaşıp insanca ayrılalım diye karar almış ve bişeyleri yoluna koyup düzgün başarmaya çalışırken bu kez önüne devlet çıkıyor..
hayır diyor düzgün ayrılamazsınız!!
Suçla..
kötüle..
yani boşanabilmemiz için en azından birimizin kötü kaka pis olması gerekiyormuş..
e bu durumda davacı ben olduğum için de kaka kötü pis çirkin olmak davalıya kalıyor..

Sevgili Davalım;
Altında imzam bulunan ve bugün devlete sunulan dilekçemde yazanlar için kusura bakma..
şunu da bilesin bir kelimesini bile ben yazmadım..
hepsi avukatın eseri.. (Lemancım kulaklarını kızartayım biraz)
ve hatta avukatım dedi ki: hayatımda yazdığım en yumuşak boşanma dilekçesi bu.. siz kavga etmeyin diye çok fazla yumuşattım her şeyi ama bu kadarını da yazmazsam boşanamazsınız..

Yani ben işte burayı anlayamıyorum..
nasıl ki evlenmeye biz ikimiz birlikte karar aldıysak ve devlete sadece hukuki yönden bu evliliği onaylama hakkı verildiyse, boşanmada neden aynı durum geçerli olamıyor??
Yani evlenirken bana detaylı sorular soruldu mu nikah masasında??
Bak kızım sen bu adamı gerçekten tanıyor musun diyen oldu mu mesela??
Yok..
Ya da neden evlenmek istediğim hiç soruldu mu??
hayır..
Şimdi neden bu sorgulama olacak peki??
Neden evlenmek istediğimiz kimseyi ilgilendirmezken.. Neden boşanacağımız kimi ilgilendirir ki?? önemli olan istiyor olmamız değil mi??
Ortak bir karar verilmiş boşanma üzerine.. ama ortak bir başvuru yapılamıyor..
Biri davacı biri davalı olacak!!
Biri pis kötü olacak, biri mağdur..
Yani devlet şunu da hiç düşünmüyor: bu insanların ortak çocukları var ise ömür boyu belirli ölçülerde iletişim içinde olacaklar.. şimdi ben bunları böyle birbirine düşürüyorum, birbirleri hakkında kötü suçlamalarda bulunduruyorum, yarın birbirlerinin yüzüne nasıl bakacaklar??

Bir de anlamadığım bir konu daha var: Şahit!!

Hadi biz yırttık bundan, on yıllık bir evlilik yani eski bir evlilik olduğu için şahit gerekmiyormuş, ama yeni evliliklerde şahit de isteniyormuş.. mesela boşanma sebebi bizim gibi şiddetli geçimsizlik ise bunu ispatlayabilmek için şahit gerekiyor.
Neden??
Biz evde kavga ederken şunu mu yapmalıydık:
Bi dakika bekle bi arkadaşımı çağırayım da görsün nasıl kavga ediyoruz, neme lazım ilerde şahit gerekebilir!!
Yani ben sorunlarımı birisiyle paylaşmak zorunda mıyım??
Birileri benim yaşadığım sorunlara şahitlik etmek zorunda kısacası!!

Bu zorunlulukları anlayabiliyorum..
Bazı durumlarda olması gereken yasal çerçeve tabiki bunlar..
mesela taraflardan biri boşanmayı istemiyorsa; işte o zaman boşanmak isteyen taraf geçinemediklerini veya sebebi her ne ise ispatlamak zorunda..

Ama benim kafama takılan şu: bizim gibi boşanmaya ortak karar almış, kendi içinde anlaşmış ve sorunlarını çözmüş yani mal varlığı velayet nafaka vs gibi konularda anlaşmış kişiler neden mahkemeye gidip ortak bir başvuruda bulunamıyor??
Yani tıpkı evlenirken olduğu gibi ortak bir başvuru??

Yıllar önce bir başvuru yapmıştık biz..
Evlenmek istiyoruz..
On yıl sonra başka bir başvuru yaptı(m)k..
Boşanmak istiyoru(m)z..
Durum bundan ibaret hakim bey..

(REPLİKAS - ÖMÜR SAYACI)

11 Şubat 2007

maceralı yolculuk..


En ilginç yolculuklarımdan birini ve en sakin en evcil İstanbul gezimi gerçekleştirdim :)
1.ODA dan biliyorsunuz zaten benim minik cadım 2 hafta önce ilk karnesini almıştı..
küçük hanım bütün günü okulda geçirmeye alışmış, sıkıldı tabi evde..
e hem malum adı üstünde tatil..
tatillerde gezilir..
ben de kalktım hadi istanbula götüreyim dedim..
mp3 çalarsız, kitapsız bir yolculuk..
ama yanımda her şeye değer bi güzellik :)
annemi de aldık 3 kuşaktan 3 bayan yollarda :)

orhangaziye gelmek üzereyiz..
yeni çay servisi yapılmış otobüste..
birden tıssssss diye uzun süren bi ses..
sanki lastik hava kaçırıyor gibi ama uzuuun uzuuun bi hava :)
derken otobüs aniden duruyor..
Anayoldayız ve sol şeritte…
ne oluyor demeye kalmadan otobüsün içine bir anda dumanlar dolmaya başlıyor..
şoför hemen kapıyı açıyor..
panik yok diye bağırıyor birileri..
birileri bebekli ve çocuklu ailelere öncelik verelim diyor..
ortakapı ile aramızda sadece 2 koltuk var..
öndeki yolcularda orta kapıya yönelmiş durumda, sanırım ön kapı açılmadı..
ve sanırım bizim otobüsten inmemiz 10 saniye falan sürmüştür..
ama o sürede otobüsün tamamı duman ile doldu..
iki yol arasındaki çimenlerde akşam soğuğunda (geçen hafta cuma epey bi soğuktu hava) yarım saat yeni otobüsün gelmesini bekledik..
Bu arada bagaj kapıları açılmadı..
uzun uğraşlar sonucu açıldığındaysa bazı bagajların -değişen ölçülerde- yandığı görüldü..
hafif hasarlı yanan valizlerin içinde bizimkiler de vardı..
Küçük hanımın okul çantası yanmış..
valizimizin bir diğeri ve yanan valizin en üstünde olan annemin hırkası..

Duman ve is kokan herkes yeni otobüse bindiğinde olayın versiyonları üzerine bol miktarda konuşmalar yapıldı..
ya kapı açılmasaydı?!?!?!?!
Camları kırıp da kendini dışarı atana kadar kesin zehirlenmeler olurdu..
çünkü inanılmaz bi hızla duman tüm otobüsü kaplamıştı zaten..
yanan çantalara kimse üzülmedi hatta komik bulunup eğlenildi..
hiç kimseye bişey olmamıştı önemli olan buydu :)
istanbula gecikmeli ve maceralı bir yolculuk ile ulaşıldıktan sonra da tutanaklar tutuldu zaten kimin hangi eşyası yandığına dair..
ve Cuma gece ulaşılan kardeşimin evi saray gibiydi o gece :)

bu yolculuk Öykü hanımın okulda anlatacağı muhteşem bir tatil macerası oldu :)

moralim bozuk gittiğim istanbulda bu kez diğer gidişlerimin aksine bol bol dinlendim..
çünkü 4 gün kaldık ama bir gece TRIP e gidip içmek ve yüksek sesle müzik dinlemek ve arkadaşlarla sohbet etmek, dvd ciye gidip filmler almak ve adil ışık a gidip güzel kıyafetler almak dışında başka herhangi bir aktivitede bulunmadım :)
evde kardeşimin kurcalanacak dergileri ile haşır neşir oldum bol bol..
film izledim 2 tane..
Ve tabi lost un izleyemediğim 53. ve 54. bölümlerini de nihayet izledim..
Ve izlediğim tüm bu bölümler içinde favori bölüm: 54 tür..
ah ah sawyer ve kate ve bu bölüme damgayı vuran birliktelik..

trip te çok eğlendim bu arada..
kardeşim güzel program yapıyor..
bilmediğim duymadığım bir sürü grup öğrendim yine..
ki bir tanesi damgayı vurdu son haftama..
yine ben tek bi şarkıya takılıp bilmem kaç kez dinledim..
siz muhtemelen duymuş ve hatta dinlemişsinizdir ama ben gene de linke yüklüyorum şarkıyı:)
keyifle dinleyiniz..

haaa en önemli şeylerden birini unuttum…
artık yeni bir fotoğraf makinem varrrr :)
makineyi yurt dışından ucuza getirip, o fiyata böyle bir makine sahibi olmamı sağlayan sevgili arkadaşıma de kocaman teşekkürlerimi gönderiyorum buradan da..
artık sıra geldi makineyi kullanmayı öğrenip yine bulutları ve martıları ve nefesimi kesen manzaraları karelemeye...

(BEIRUT - THE MOUNT WROCLAI)