26 Nisan 2012


Karen O & Trent Reznor & Atticus Ross - Immigrant Song


Orijinal Adı: The Girl With The Dragon Tattoo
Yönetmen: David Fincher
Yıl: 2011
Başlangıç sahnesi: Her yıl olduğu gibi yine adsız ve pulsuz olarak hediye gelen, kurumuş çiçeklerden oluşan bir tablo..
Hikâye: 40 yıldır kayıp olan bir kadını aramak için biraraya gelen iyi bir gazeteci ile genç ve gizemli bilgisayar korsanının hikâyesi. Aynı adlı romandan uyarlama ve İsveç yapımı orijinal filmin yeniden çevrimi.
Yer : Stockholm - İsveç
Karakterler:
Mikael Blomkvist (Daniel Craig): Millennium Dergisinin yazı işleri müdürü. 45 yaşında.
Lisbeth Salander (Rooney Mara): Kadın düşmanlığıyla ve Nazilerle mücadele eden biseksüel bir hacker. 23 yaşında.




İsveç yapımı orijinal filmin üzerinden daha iki yıl geçmişti ki yeniden çevrildiğini öğrendim Stieg Larsson’un Millennium Üçlemesinin ilk romanı olan Ejderha Dövmeli Kız’ın. Bu kadar kısa zaman aralığında bir filmin yeniden çevrilmesini anlamadığım gibi bugüne kadar da orijinalinden daha çok beğendiğim olmamıştır. Aklıma gelen son örnek Let The Right One In’in yeniden çevrimi olan Let Me In. Tamam Let Me In’e çok kötü diyemem ama neden? Neden yeniden çekildi? Ne tür bir yenilik sunuldu biz izleyicilere? Farklı ne bulduk? Hiç.!


Ve fakat bu kez yeniden çevrimi gerçekleştiren yönetmen David Fincher’dı! Sevdiğim yönetmenler sıralamasında ilk üçte olan adam. Se7en’da Delilik, Oyun’da Paranoya, Dövüş Kulübü’nde Nihilizm, Panik Odası’nda Hırs, Zodiac’ta Saplantı, Sosyal Ağ’da İntikam gibi hep karanlık temalara odaklanan başarılı yönetmen! Ben Ejderha Dövmeli Kız’ı –hatta üçlemenin tamamını- çok sevmiştim. Şimdi sevdiğim hikâyeyi, sert ve kötümser filmlerin yönetmeninden izleyecektim. “Daha sert, daha karanlık, daha görkemli” diye de reklamı yapılınca beklentim tavan yapmıştı açıkçası.


Yönetmen koltuğunda David Fincher, senarist koltuğunda da Steven Zaillian olunca ve orijinal filmin üzerinden sadece 2 yıl gibi kısa bir süre geçtiğinden dolayı beklentilerimi bunca yükselttiğim için ben miydim suçlu diye düşündüm sinemadan çıktığım an. Çünkü gerçek bir hayal kırıklığı oldu benim için. Led Zeppelin’in iç gıcıklayan şarkısı Immigrant Song’un Karen O, Trent Reznor ve Atticus Ross’un yorumu eşliğinde nefesimi kesen bir jenerik (mutlaka izleyin) ile başlayan film; “keşke film de jenerik kadar nefes kesici olsaydı” dedirtti. Evet, film benim için bir düş kırıklığı oldu. Belli ki Fincher orijinal filme hayran olmuş ve hiçbir değişiklik ve yenilik yapmamış. Ne hikâyenin anlatımında, ne mekânlarda, ne de atmosferde bir değişiklik yoktu. Sadece daha temiz ve güçlüydü atmosfer. Fincher’in özel filtrelerle yarattığı atmosfer entrikaları destekliyor, görüntüyü sağlamlaştırıyordu. Ama bu büyük resmi etkilemiyordu. Ekstra bir done bile vermiyordu hikayeye dair. Farklı bir atmosfer sunmuyordu.
Sadece bir “yeniden çevrim” işte! Olaylar yine İsveç’te geçiyor, yine İsveçli karakterler var. Ama bu İsveç’te geçen hikayede, İsveçli kahramanlar İngilizce konuşuyorlar!?!?!?!?!?!?


Aslında değişiklik yok demem çok da doğru değil. Fincher filmde bir şeyi değiştirmiş, tek bir şeyi değiştirmiş. Lisbeth Salander’i. Bütün dünyada fenomene dönüşen kadın karakterini.. Ama değişiklik öyle kötü bir yönde olmuş ki, karakteri yıkmış resmen. Duyguları alınmış bir insanı andıran Lisbeth Slander, bu kez başka biri olarak duruyor karşımızda. Tam bir anti-sosyal, uyumsuz, hiç kimseye güvenmeyen, yaşamak için yemek yiyen, güdüleriyle sevişen, yaşamla barışamayan, itici, gerçekten sorunlu bir karakter olan Lisbeth, bu kez daha “zayıf” ve duygularına yenik düşüyor!?! Mikael ile seviştikleri gecenin sabahında kahvaltı hazırlamak da neyin nesiydi allaşkına?? Açıkçası Fincher karakterleri oldukça romantikleştirmiş. Karakterlerin birbirlerine olan mesafeleri kısalmış. Olmamış! Lisbeth fazlasıyla yaralı bir karakterdi. Ve derin yaralar bir canavar ortaya çıkarmıştı. Onun duyguları yoktu. Romantiklik de nereden çıktı? Adamla bir kez sevişti diye ona güvenecek, yaklaşacak ve hatta umutlanacak bir karakter hiç değildi!


Oyuncu seçimlerine gelince.. Daniel Craig iyi bir seçim tamam, Mikael Blomkvist karakteri için. Ama Rooney Mara olmamış. Olmamış derken Mara’nın oyunculuğuna laf etmiyorum. Oyunculuk olarak baktığımda gayet başarılı. Sorun şu ki ne kadar deforme edilmeye çalışılırsa çalışılsın Lisbeth karakteri için bir miktar “güzel” kaçıyor. Orijinal filmde Noomi Rapace tam bir Ejderha Dövmeli Kızdı. Noomi Rapace eşsiz nüanslarla canlandırmıştı Lisbeth karakterini.


Yeniden çevrim Ejderha Dövmeli Kız'ı izledikten sonra orjinaline karşı olan hayranlığım daha da arttı. Ve zamanında yazmak isteyip de her şey gibi ertelediğim yazımı yazmaya karar verdim. Bu yazımda o yüzden filmin konusuna ve hikaye örgüsüne girmedim. Sadece Fincher’in yeniden çevrimini eleştirip, sonraki yazımda orijinal filmi ve konusunu anlatacak olmam biraz tersten bir gidiş oldu ama bu seferlik de böyle olsun:)


Son olarak.. Orijinal üçlemeyi daha önce izlemeyen birisinin gözünden bakıldığında bu film, oldukça başarılı. İlgiyle izlenen, son derece temiz bir film. Atmosfer çok başarılı. Ama..
Ama ne gerek vardı? Neyi değiştirdi? Niye 2 yıl aradan sonra çekildi? Yenilik nerede??


Fragman:

10 yorum:

Vladimir dedi ki...

David Fincher'in son yıllardaki işlerinde biraz kontrol kendisinden çıkmış gibi görünüyor. Isınamıadım son 3 filmine. AMa son iki filmdeki müzikler harika.

Bu filmde, koca filmden sadece hoşuma giden minicik jest şu oldu. Trent Reznor'un efsanevi grubu Nine Inch Nails'in tişörtünü giyiyor Salannder'in arkadaşı, beş dakika kadar süren bu sahnede müzikleri yapan adama el sallamış Fincher Bey.

Arkadaşa el sallamak için film çekilmemeli elbette.

Bu filmde ilkine göre başarılı bulduğum kısım. Fotoğraflar üzerinden ilerleyen bölüm ve gazete haberlerinden olayların bağlantısının incelendiği bölüm. O kadar onun dışında ilkindeki karakterler bence daha iyi oturmuştu.

Faruk Soker dedi ki...

bu filmin senin tarafından yorumunu okumak ayrı bir hoşuma gitti... ben bayaa bir beğenmiştim sinemada gittiğimde bu filmi... kızın tecavüze uğradığı sahne beni biraz irite etmiş olsada sonrasında kızın intikamına bayılmıştım kesinlikle:)))
Orijinal üçlemeyi izlemmeyen birisi olarak şu an nasıl olduklarını gerçekten merak ediyor olmak ile beraber sonraki yazını heyecanla bekliyorum:))

Yalnızlık Okulu dedi ki...

Dövüş klübü sonrası birdaha film çekmese diyorum her filmden sonra. Fincher abimizin (artık abi bile diyesim gelmiyor) Sosyal ağ ile zaten; çöplük, zaman kaybı film yapma, trübünlere oynama sevdasını tavan yaptırmış derken bu çıktı karşıma...
Filmi daha temiz kadrajlarla çekmenin iyi film olmayacağının en güzel örneği...
Bir film nasıl hiç bir işe yaramazı karşılaştırmalı örneklerle anlatabilir hocalar orjinal ile çakmasını göstererek...

Tıpkı senin gibi bende Lisbeth karakterinde şoka girdim...
yok arkadaş ne kitapta ne ilk filmde böyle bir karakter değil o...
O bir antikahraman, o beyaz zenci, bildiğin tutunamayan, yada bay c. ama gel görki filmde amerikan vari bir romantiklik aşk serpintisi içinde...

Karanlığı ile güzel film, bozuk görüntüleri soğuk yüzleri ile güzel sanal sinema oyunları ile kotarılacak bir öykü yok...

Dedimya çekmesin artık film filan Fincher...
Otursun oturduğu yere zirvede bıraksaydı...
şimdi kayalıklardan yuvarlanıyor...
Hatta buzul kütlesine düştü öldü geresi olmayacak...

Kimseye tavsiye etmiyor gidip işveç yapımını izleyin hemde peş peş karanlığı boktanlığı hayatın idiş edilmiş halini izleyin diyorum...

Suat dedi ki...

senin bu tarz müzik dinledigini tahmin etmiyordum ))))

settar dedi ki...

David Fincher'in eski çalışmalarına bakınca kariyerinin en kötü çalışması. Daha iki yıl önce çekilen bir filmi yeniden çekmek ne kadar akıllıca olabilir ki? diye düşünüyordum , sahne sahne kopya olmuş ve yeni hiçbir beğenilir yönü yok. ilk filmi izlemeyenler için İsveç versiyonunu izleyin, ilkini izleyenlerde bunu izlemeyin çok istiyorsanız ilkini bir daha izleyin demek yeterli olur sanırım...

Cevdet dedi ki...

İyi bir kurguyla, güçlü bir yazı yazmışsın; aklını, dilini ve kültürünü kavrayışını ilgiyle okudum.

Orjinal filmleri seyretmediğimden ben de başarılı buldum bu filmi; orjinal üçlemeyi seyretmek istiyordum ama sen biraz aldın isteğimi..

Adsız dedi ki...

çok baba filmdi be ! kızın donukluğu filmin gidişatı filan herseyi sevdim ben ama sende imdb gibi anlatmışsın be arkadas,okudukça okuyasım geldi.Sabahın üçünde burda ne işim var ? Ben gittim.

banu dedi ki...

Üçleme tek kelime ile'MUHTEŞEM'di!...
Gerçekten yenisinin çekilmesi için çok erkendi hatta gerek yoktu o öyle kült bir film olarak kalıcaktı, hoş gene dediğine göre öyle kalıcak gibi duruyor..
''Noomi Rapace'' bu kadın gerçekten bu üçleme için doğmuş, başkasını düşünemiyorum bile o karakterde.
Ama iyi ki gitmiş ve izlemişsin sayende izlemek isteyenler yırtmış oldu :)))

abuk dedi ki...

bu filmi ne zamandır izlemeyi erteliyordum. açıkçası ondan öncesinde bir orjinal üçlemenin de olduğunu bilmiyordum yazıyı okuyuncaya kadar. şimdi birden kararsız kaldım, önce orjinal üçlemeyi mi izleyeyim yoksa fincher'ınkini mi?:)

MİSİ dedi ki...

Bunun ilki de mi var, bilmiyodum.