13 Mayıs 2006

hikayesiz hikaye..


bazı hikayeler hikaye anlatmaz..

sürekli bir şey bir yere çarpıp çarpıp geri dönüyor, tam hamle yapacakken başaramayıp olduğu yere çakıldığını hissediyorum..
dolayısıyla hiçbir şey olmuyor; daha doğrusu bir sürü şey oluyor, ama olanları kesif bir duman gibi kaplayan o ağır, derinden hissedilen ama tanımlanamayan şeyin boğuculuğu, olup biten her şeyi önemsizleştiriyor..
hatırlamayı da, yaşamayı da, anlatmayı da imkansız kılan bir ağırlık..
anlatma çabasının da bir çeşit duvarla, bir imkansızlık bilinciyle durdurulduğu bir masal sanki..
bu hikaye işte bu niteliğiyle hem içine çekiyor beni, hem de salgıladığı o tuhaf tedirginlikle itip duruyor..
işte bu yüzden sancılı olmuştu hep bu hikayeye dönüşlerim..
ne “hikayesizliği”, ne buz gibi dili değildi sancılarıma sebep..
ama içime doldurup durduğu o huzursuzluk ve tedirginlik.......

boğuculuğu anlatmıyordu, boğuyordu..
tedirginliği anlatmıyordu, tedirgin ediyordu..
sessizliği kelimelerle ifade etmeye çalışmıyordu -o zaman sessizlik bozulurdu-, sessiz kalıyordu..
mutsuzluğu göstermiyor, onunla yüzyüze bırakıyordu..
sessiz kalıyor ama derinden gelen bir uğultuyu da duyulur kılmaya çalışıyordu..

zar zor dengede duran bir ağırlığın oradan düşeceği anı diken üstünde bekleyişi gibi..
gacırdayıp duran köhne bir binanın ha çöktü ha çökecekmiş gibi..
olan huzursuzluğu..

hikayede; sürekli bir çürüme, dağılma ve parçalanma anlatılıyordu ama kaçınılmaz kader olduğu ima edilip durulan ÇÖKÜŞ bir türlü gerçekleşmiyordu..
hikaye anlatılmıyordu; o tanımsız duvar dikiliveriyor ve çarpıp geri dönen şey bir türlü gürültü olamıyor, hep uğultu olarak kalıyordu..
insanın konuşmak hatta haykırmak isteyip de ağzını bile açamadığı o korkulu rüyalardaki gibi, bir solukta anlatılıp kurtulunmak istenen ama üzerine konuşulamayacağı da çok iyi bilindiği için çaresizce çevresinde dolanılıp durulan bişey vardı..
anlatılamıyor, insanın içinde kalıyor, başarısızlığa uğrayan her anlatma hamlesinden sonra her şey biraz daha suskunluğa gömülüyordu..
bir yere bağlanacakmış gibi görünüp bir anda kesiliveren tek tek olaylar hep kabuğu kırılmak istenen o çekirdeğe, o boğucu “asıl mesele”ye yöneliyor, isimsiz kahraman –isimsizliğiyle dağılan ve kimliksizleşen kahraman- sadece oturup bakıyor, hatırlamaya çalışıyor, çırpınıyor..
bol sıfatlı cümleler birbirini takip ediyor, ilerletiyor ama bir düzen içinde değil..
her şeyin aynı yere döndüğü, aynı duvara çarpıp düştüğü dolambaçlı bi tekrarın içinde hareket ediyor..

bu hiç de kötü bişey gibi gelmiyor bana oysa..
tam aksine o sert ve nüfuz edilemez çekirdeğin kıpırdanıp durduğu yere dair bişeyleri, başka kelimelerle tekrar okuma ihtimaline seviniyorum..
çünkü daha önce buralardan oraya giden pek olmamıştı..
orası oldukça loş ve uğultulu bir yer..
gidip biraz gölgeleri kısmak ve uğultuya kulak kesilmek gerek..

(ENIGMA - THE EYES OF TRUTH)

3 yorum:

ozdal aydemir dedi ki...

Çok güzel yazmışsın.Bende kendi bloğumda yazıyorum ama nedense kimse okumuyor.Blogkardeşliğinede henüz kabül edilmedim.Bende Ayşe Arman gibi "Kimse okumazsa ben okurum" diyeceğim herhade.Yazılarının devamını dilerim:)

7.oda dedi ki...

kimsenin seni okumadığını nasıl biliyorsun ki:) sonuçta her okuyan yorum yazmıyor!

aydark dedi ki...

Hiç birşey zamanı gelmeden öğrenilmiyor.ne erken ne de geç olması gerektiği zamanda.Her birikim bir adımdır her adımın bir kapı,nihayet ne zaman bilen olamaz.Herşey gölgelerden gelir ve oraya döner.Aç gözlerini...